2 Ağustos 2011 Salı

‘FENER’BAHÇE ŞÖVALYELERİNDEN ‘’IŞIK’’ HAREKETİ / Rauf Atilla Polat

Sebahattin I. Koşaner: Arkadaşlar istifa ediyoruz.
Org. Erdal Ceylanoğlu (TSK'daki lakabı pek hoş değil) : Emrinizdeyim Komutanım...(İlk istifa teklifi de CEYLAN'dan geliyor) 
Org. Hasan Aksay: Emredin komutanım...
Oramiral Uğur: Emir sizindir komutanım...
Org. Necdet Özel: İstifa etmeyeceğim sayın başkan...
...
Aslında mevzuun hikâyesi uzun...
Malum biri diyor ki, 5 ay önce istifa edecekti YAŞ'ı bekledi.
Bir diğeri de 1 ay önce istifa edecekler diyordu...
İşi kâhinliğe dökmenin lüzumu yok.
İstifa kararı geçen YAŞ'ta alınmıştı desem -bazı stratejiler yüzünden o tarihten vazgeçilmişti- neye yarayacak.
Bir de meselenin istifa değil emeklilik yönü var ki o da ayrı bir hususiyet taşıyor...
Bilinen bir diğer gerçekte, uzun süredir ülkenin askeriyesinde Sebatayist generallerin peş peşe üst görevlere gelmesi... Bundan sonra olmaması için bir neden - olsa da- kökten temizlemek mümkün değil....(Yine Kuvvet komutanlığına bunlardan biri aday..)
Emekli olan malum paşa kolay kolay görevi bırakacak biri değil. Makam hırsı olan biri olduğunu birçok kişi bilmektedir. Ayrıca onun oraya gelmesini Ergenekon zaten istemiyordu. Hatta Kuvvet komutanı olduğu dönem de onun G.kurmay başkanı olmasını engellemek isteyenlere karşı devletin gerçek sahipleri hamle yapmış karşı tarafı ekarte ederek onun önünü açmışlardı. O faydayı kimlerin sağladığını da Sebahattin Işık Paşa bizzat biliyor olsa gerek.
Son süreçte ise Ergenekon'un 1 numarasının arkadaşı ile aynı mekânda oturmanın da zaafiyetinden olsa gerek, F.Bahçe cumhuriyetine karşı direnmesi mümkün değildi. Bu direncinin sebebi devletin bekası için değil aksine makam için olacaktı. Şövalyelerle birebir bağı olmasa da İlk-ER'in ağlama duvarındaki konseptinden olduğu hatırdan çıkarılmamalı.
Aynı zaman da 16 Haziran'da Hilmi Özkök'ün yaptığı ziyarette Sebahattin I. Paşa'ya sakın istifa etme dediği, yine Özkök'ten bir gün sonra karargâha giden İlker paşa'nın da aynı şekilde istifa etme yönünde telkinde bulunduğu iddia edildi. Aksine Özkök'ün istifa etme tavsiyesine bir gün sonra İLK - ER'in pazarlık yap, olmazsa -istifa et-  emri vermediğine dair elde kesin bir delil OLMASA GEREK? Nitekim Mehmet İlker Başbuğ'un kontakta olduğu kişilerin kimler olduğu da çok açık.
Aslında geçenlerde TSK içerisinde görevi bırakmadan daha önemli bir olay yaşandı... Bir kaç ay önce TSK mensupları içinde bir anket yapılmıştı... Sorular içerisinde orduya güveniyor musunuz sorusu da vardı...
Çıkan sonuç ise bizler için acı verici bir durumdan ibaret... Ankete katılan mensupların yüzde 63'ü TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİNE güvenmiyor... Tekrar edelim -TSK mensupları o kutsal kuruma - ya da onların anladığı dilde yazarsak -çalıştığı, parasını yediği, krallar gibi yaşadığı kuruma güvenmiyor- (Şehitlerin gariban çocuklar olduğunu yazmaya zaten gerek yok...)
( Bugüne kadar TSK ile ilgili iddialarımızı yalanlayamayan kadro, bu yazıdan sonra çıkıp yalanlarsa şaşırmamak gerek)
Zannediyorum bu skandal sonuç istifadan önce sorulsaydı, Sebahattin Paşa bir açıklama yapmakta zorlanacaktı.
Bırakın şehitlerin hesabını, kendi bünyesindeki kadronun yüzde 50'sinden fazlasının kutsal davaya inanmıyor oluşu bile S. IŞIK paşa için istifa sebebiydi.
Keşke -bundan sonrası için-  eski kışlanın yazarı olan Fikret Bila bu anket sonucunu da yazabilseydi. Keşke şuan ki perişaniyetimizi, ihanetleri ve neden bu hale geldiğimizi de görebilselerdi...
Dar'ul - harbi andıran böyle bir dönem de Ordu'nun başındaki kişilerin istifa etmesi diğer bir yönü ile devlete ihanettir. Savaş yaşadığınız bir dönem de devletin bekasını değil de, Fenerbahçe cumhuriyetinin geleceğini düşünmek ve onların kararlarının altında kalmak bir general için izah edilir bir durum değildir.
Özel harpçi ASLAN SALDIRAY'LARI devletin üst kadrolarına getirmek için -ve getiremediği- için ve BALYOZ ile ERGENEKON sanıklarını içeriden çıkaramadığı için ve bundan sonraki süreç içinde ikbalini değil de o yapının geleceği yönünde hareket etmek hangi anlayışın ürünüdür?
Evet, istifaların bu ülke için izni ilahi ile hayır getireceği kaçınılmaz bir gerçekliktir. Yapıda 200'ün üzerinde muvazzaftan bahsediliyor. Eğer geri adım atılmaz ve direnç gösterilmeye devam edilirse uyanışın yaşandığı ve hakikat çağının giderek kürsel ve bireysel düzeyde kalplere tesir ettiği 2015'e doğru ülkeyi ve dünyayı altın bir çağın beklediği şükredilmesi gereken önemli bir nokta-i nazardır.
 Umarım bu yapılanları birileri kendi şahsında ve grubundan bilmez. Aksi halde rüzgârın ilk zirveleri vurduğu hakikati her an bir tokat gibi yukarıdan göz kırpmaktadır.