2 Ağustos 2011 Salı

Canlar gidiyor kimin umurunda... / Lale Kemal

Kafa aynı kafa, emekli de olsa muvazzaf da olsa. Terörle mücadele adı altında 50 bine yakın can gitmiş, bilinmeyen sayıda yaralı var, kimileri gelişigüzel yerleştirilmiş mayın kurbanı. Ömürlerini, ya kolu bacağı olmadan ya da gözleri görmeden ya da hepsinin yokluğunda geçirmek zorundalar. Hem yüreklerinde yaşattıkları hem de bedenlerinden aldıkları yaralarla yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Bu insanlarla medyanın söyleşi yapmasına izin bile verilmiyor, verilse de sansürlü oluyor. Bu yürekleri ve bedenleri yaralı insanlar, gerçek savaş hikâyelerini anlatsa, devletin ihmallerini gözler önüne serse belki Kürt sorununun çözümü daha akılcı bir çizgide tartışılabilir. Ne gezer...

Bakın, bizzat kendisi düşük yoğunluklu savaşta yer alan emekli Orgeneral Necati Özgen, hükümetin, Silvan olayının ardından kırsalda terörle mücadelede polise yeniden görev verme planını nasıl da çarpıtmış,
Sözcü gazetesinin önceki gün manşetten verdiği şu açıklamasıyla; “Askeri, polise bağlamak istiyorlar”. Bu ne biçim açıklama, olay bu kadar basite indirgenebilir mi? Söyleşiyi yapan gazeteci de tek kelam etmiyor, “Bu asker de polis de bizim ülkemizin menfaati için var. Polis ise, seçilmiş hükümetin İçişleri Bakanlığı’na bağlı, keza kâğıt üzerinde de olsa Jandarma da,” şeklinde.
Özgen’in, bunca insan ölürken artık tahammül sınırlarını aşan Sözcü’deki açıklamalarından başka detay vermeyi bile değer bulmuyorum. Ama, polis-asker husumeti derinleştirilerek sürdürülen güç kavgası, Türkiye’yi hem terörle hem de diğer asayiş olaylarıyla mücadelede zafiyete uğrattı, uğratmaya devam ediyor.
Zaten normal olanı da terörle mücadelede, özel olarak eğitilmiş polis –hukuk sınırları içinde kalması sağlanarak– ve yine İçişleri Bakanlığı’nın kontrolünde olması gereken profesyonel hale getirilmiş jandarmanın kullanılması değil miydi? Nasıl oluyor da, acemi erler terörle mücadelede kullanılıyor? Hangi NATO üyesi ülkede terörle bu şekilde mücadele ediliyor? İç güvenlikte neden profesyonel güçler kullanılmıyor ve askere iç güvenlikten el çektirilmiyor?..

Normal olan değil anormal olan tercih edildi hep, zira anormal yöntemleri tercih edenlerin canları yanmadı, yanmıyor, hesap da sorulmuyor.


Eski Başbakan Yardımcılarından Ekrem Pakdemirli, pazar günkü Star gazetesinde yer alan açıklamasında, “Savaş düzeninde, komutanlar, en küçüğünden en büyük birime kadar en önde olması gerekir. Günümüzde hangi albay, hangi binbaşı gazi oldu” diye sorarak, canı yanmayanların, giden canlara yönelik vurdumduymazlıklarını akla getiriyor.


Pakdemirli’nin, savaş üzerinden rantı mubah sayan ve şeffaflaşmaya direnç anlayışını ortaya koyduğu şu sözleri önemli:

“Şimdiye kadar çok söyledim. Dünyada hiçbir ülkenin düzenli ordusu gerilla ile baş edememiştir. Bu gerçeği bizim askerî yönetim de biliyor, ama işi, ehil olan özel harekât birliklerine devretmiyor. Nedeni ise ‘harp hali, deyip kayıt kuyuttan uzak durup harcamalarda serbest olmak’ deniliyor.”
Bu deneyimli, eski siyasetçinin sözleri, asker, sivil arasındaki güç kavgasının, bizi nasıl tükettiğini gösteren bir diğer örnek. Ama Pakdemirli de kusura bakmasın, siyasetçilerin onlarca yıllık basiretsizlikleri sonucudur ki, askerin sivil demokratik denetimi sağlanamadı, kabul edilemez şımarıklıkla halen, vahim hatalarını örtbas etmeye çalışıyorlar. Siyaset kurumundan güçlü bir dirençle karşılaşmıyorlar. Nasıl karşılaşsınlar ki... Sorunların çözümüne katkıda bulunması gereken CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, sorunların parçası haline geliveriyor. CHP lideri, Silvan olayında askerin moralsizliğini bahane edip, TSK’nın, artık yeter dedirtecek, her ne pahasına olursa olsun ülkeye hükmetme arzusunu daha da kışkırtıcı bir tutum içine giriyor. Daha düne kadar polise övgüler yağdıran MHP, hükümetin, terörle mücadelede polisi aktif hale getirmesine karşı çıkıp bu gücün terörle mücadele edemeyeceğini savunuyor. Amaç ülke çıkarını bu denli ilgilendiren bir konuda çözüm üretmek değil, pusuda bekleyip hükümeti asker üzerinden yıpratmak.

Hükümet ise, arka planında Silvan olayını kullanmak olan milliyetçi hezeyanların karıştığı bu acımasız kışkırtmalar karşısında siyaseten biraz sanki geri adım atıyor gibi; özellikle de yaklaşan Yüksek Askerî Şûra (YAŞ) öncesi
. Hükümet, darbe şüphelisi olup da bu YAŞ’ta terfisi gelenler için açığa alma dâhil her türlü yasal tasarrufu henüz kullanmadı, kullanması gerekirken. Daha da önemlisi, siyasi irade, Stratejik Düşünce Enstitüsü’nün bu hafta başında önerdiği gibi, YAŞ’ın mevcut yapısını değiştirip, terfi, atama, görev süresini uzatma gibi yetkilerini sonlandırmak için gerekli yasal düzenlemeleri biran önce yapması gerekirken, “Askere, biz söylemeden siz darbe şüphelisi askerleriniz için gereğini yapın,” demekle yetiniyor.
Bu arada hatırlatalım. TSK’da, generallerin terfi listelerini Genelkurmay İkinci Başkanı hazırlar. Dolayısıyla bu şurada generallerin terfi, atama, emekli edilme işlemlerine ilişkin listeyi şimdiki İkinci Başkan Orgeneral Aslan Güner hazırlayacak. Aynı zamanda Başkomutan olan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün eşi Hayrünnisa Gül’ün elini sıkmamak için alenen yolunu değiştirmesiyle ünlenen Aslan Güner’in, siyasi iktidarla ters düşecek isimlere yer vermesi olasılığına karşı hükümet umarım önlemlerini alıyordur.

Kişisel hırslar uğruna ülke çıkarlarının nasıl heba edildiğine tanık olmakla yetiniyor, cezayı kesemiyoruz. Oysaki, AK Parti’ye yüzde 50’ye varan oylar, genelinde demokratikleşmeye destek için özelinde ise, “Yanlış yapandan hesap sorulsun, cezası kesilsin” diye de verildi.