21 Haziran 2010 Pazartesi

Örümcek ağı / Ali Ünal

PKK terörü, silahlı-silahsız belli bir bürokratik kesimin, birlikte hareket ettiği yapılanmaların ve sıkı-fıkı oldukları Anglo-Sakson-İsrail ittifakının Türkiye üzerindeki kontrolünü devam ettirmesinin vasıtasıdır. Buyurun:Asker, 30 yıldır terörle mücadele yetkisini elinde bulunduruyor.

Kendisine her türlü imkân sağlanıyor, bütçesi her yıl Meclis'ten sorgulanmadan geçiyor ve bu bütçeyi keyfince ve hiçbir sivil denetim kabul etmeden kullanıyor. Kendisine sağlanan imkânlarla Irak içindeki PKK kamplarını "BBG evi" gibi gördüğünü iddia ediyor. Ve aynı asker, son bir ayda ülke içinde mani olamadığı darbelere, hem de Irak'tan sızma yapan büyük bir terörist grubunu gördüklerini açıkladığı, Irak içinde operasyon yaptığı, yüzlerce teröristi "etkisiz hale getirdiği"ni iddia ettiği aynı anda, üstüne üstlük operasyon yaptığı bölgede en dehşetlisini eklemeye muvaffak oluyor. 30 yıldır terörle savaşı bundan ibaret aynı askerin bazı mensupları, bütün enerjilerini, halk çoğunluğu ve onun değerleriyle savaşmaya, bağlı bulundukları hükümeti kuran partiyi ve ülkeye sadece hizmet eden bazı sivil kuruluşları bitirmeye ve bunun için sürekli darbe planları yapmaya harcıyor. Terörle savaşan (!) bazı komutanların teröristlerin yerleriyle ilgili verdikleri koordinatların terörle savaşı beyhudeleştirdiği ortaya çıkıyor. İçeriden darbe yenmesinden sorumlu bazı komutanlar ödüllendiriliyor. Hükümet, "esas, terörün arkasındaki bölgesel ve küresel dış güçlerle mücadele ediyoruz" derken, komutanlar, "İsrail'in PKK ile münasebeti yok" diyebiliyor.

Diğer yanda, üst yargıyı yıllardır sistemli bir çalışma ile ele geçirdiği ve ordu içinde de kümelendiği ortaya çıkan mezhebî yapılanma, artık hukuk falan tanımadığını ortaya koyuyor ve kartlarını açık oynuyor.

Beri yanda, İsrail'e 28 Şubat'ta âdeta uydu hale getirilen ülkemiz, birazcık şahsiyet göstermeye başlayınca, hem de bizzat ABD başkanının mektubuyla İran ile anlaşma yolu aramaya teşvik edilmişken, bu anlaşmayı kotarınca bütün şimşekler üzerine çevriliyor. Üst üste açıklamalarla iktidara tehdit ve şantaj uygulanıyor. ABD ve İsrail'le ilişkileri kopuk İran, PJAK'a karşı başarılı olurken, bizim askerimizi şamar oğlanı gibi vurabilen Karayılan İran önünde diz çökerken, "ABD ve İsrail'i kızdırdığımız ve onlardan yardım alamadığımız için mevcut terör saldırılarına maruz kalıyoruz" diye yazabilen bir medyamız var. Ve pek çoğu görevde bulundukları dönemde sadece "idare eden" ve görev yaptıkları ülkelerdeki Türk vatandaşlarının "İslâmî" faaliyetlerini takip etmeyi ana vazife bilen bazı emekli diplomatlar, en başarılı dönemini yaşayan dış münasebetlerimizi eleştiren açıklamalarda bulunuyorlar.

Bir de, terör ve onunla mücadele dahil ülkenin ciddî meseleleriyle ilgili yapıcı ve tamir edici hiçbir fikri olmayan ve uygulandığı yıllarda terörü artırmanın yanı sıra, bölge insanını küstürmekten başka işe yaramayan OHAL isteyebilen zavallı bir muhalefet.

Yazıya başlamadan önce, sözün faydası yok diye düşünürken, Kur'an'dan tefe'ül ettim; Ahzab Savaşı çıkar diye beklerken, benzeri çıktı: "Karun, Firavun ve Hâmân-Musa onlara apaçık delillerle geldi, fakat onlar, o ülkede kibir ve gururla zulüm üstüne zulüm yapıyorlardı. Ama haklarındaki hükmümüzü uygulamamıza mani olamadılar. Onlardan ve benzeri bütün topluluklardan her birini suçlarıyla, günahıyla yakaladık: Kimisinin üzerine taş yağdıran bir kasırga gönderdik. Kimisini korkunç bir patlama, bir çığlık bastırıverdi. Kimisini yerin dibine geçirdik. Kimisini de suda boğduk. Böyle yapmakla Allah onlara zulmetmedi; bilakis onlar, kendi kendilerine zulmediyorlardı. Allah'ı bırakıp da başka koruyucular, sığınıp işlerini havale etmek için başka velîler edinenlerin hali, örümceğin haline benzer. Örümcek, barınmak için kendine bir ev (yuva) yapar, fakat evlerin en çürüğü, örümceğin yuvasıdır. Keşke bilselerdi!" (Ankebût Sûresi/29: 39-41)

Asıl mesele, Hz. Nuh, Hûd, Salih, Şuayb, Lût ve Musa gibi olabilmek ve davranabilmek.