Bu
mevzuu çok yazmanın sebebini ben de daha iyi anlıyorum! Umarım “Türkiye” de
anlar!
Askerliğin
geleneksel şartları, hiyerarşik şiddet, kanunların barbarlığı ve “savaş halet-i
ruhiyesi” ülkenin içini kanatıyor.
Onca
“şehit tabutu” dışında;
Bir
ötekine işkence yapan erler; 15 yıl esaret gibi mecburi hizmet; zorunlu
askerlik; hizmetçilik ettirilenler; kolay ölüme yollanan çocuklar; daimi tahakküm;
intiharlar, “zayiat” denenler; sakat bir erkek üstünlüğüne gaz; profesyonel
askerlerin büyük çoğunluğuna kadim haksızlık…
“Disko”
namlı hapiste işkenceyle öldürülen erin cenazesinden sonra, bir sürü, aile
evini basıp dedesini bile dövdü Hocam!
Niğde’de
nöbette tartışmadan sonra Jandarma Uzman çavuş silahını başına dayadı; öldü
Paşam!
Bir
genç, askerlikte lağıma sokulup işkence yapıldığını Meclis’e duyurdu, Sayın
Başkan!
“Milli
Savunma albay kontrolünde. Sivil memura anormal baskı var. Taşrada her tür
istismarla intihar eşiğine gelenler var. Sanki sivil memur köle” diye buraya
feryat akıyor Sayın Bakan!
Bir
de bu var (3)
“Silahlı
Kuvvetler’e 30 yıl şerefiyle hizmet etmiş astsubay baba ve öğretmen annenin
hekim kızıyım. Yazılarınızı takip ederim. çoğunlukla katıldım. Hiyerarşinin
nasıl farklı noktaya getirildiğini biliyorum. Siz de anlattınız.
Bizim
de travmalarımız oldu.
çorlu’da
5’nci sınıftım, kız kardeşim 1nci sınıf. Okuldan çıktık, bardaktan boşanır
yağmur. Uzak bir okulda öğretmen olan annemi askeri gazino önünde beklerdik.
Yağmur yüzünden içeri yönelince asker babamızın rütbesini sordu. Sadece
subaylar için, dedi. Okul arkadaşlarımız ise içeri giriyordu.
Gerçek
tokat gibi patlamıştı. Annem geldi, görevliyle konuştu, sırılsıklam çocuklarını
aldı. Hastalandık. Konuyu daha konuşmadık. O günden sonra otobüs durağında
bekledik.
Sınıf
başkanı olurdum, subay çocuğu anneleri itiraz ederdi. Birinci olurdum, olay
olurdu. öğrencileri zayıf aldığında, komutan eşleri annemi arardı.
Hep
dik durduk, bunlar kişisel yanlıştı, TSK en şerefli kurumdu nazarımızda. Annem,
babam böyle öğretti.
Babam
okulu dereceyle bitirmişti. Görevdeyken üniversite okudu, yabancı dil
geliştirdi. Komutan nitelik belgesini olumlu doldurmadı diye yurt dışı göreve
gidemedi, subaylık sınavında mülakata takıldı. Kendisini babasız büyütmüş
annesinin cenazesine gidemedi.
Harp
Okulu istedim, “Vatana hizmet sadece asker olmakla yapılmıyor” dedi. 35’inde
tansiyon hastasıydı, 42’de kalp krizi geçirdi.
Devlet
memuru oldum. İlk atamam Siirt. Tereddütsüz gittim. Eşimle teğmen iken Siirt’te
tanıştım. (Astsubay kızı olarak subayı kapıvermiştim kimine göre!) Babamın “askere
kız vermem” demesine rağmen evlenme teklifini kabul ettim. Şu anda babam eşimi
o kadar seviyor ki.
Yüzbaşı
Murat ile o kadar ayrı kaldık ki. Hamilelikleri yalnız geçirdim, eşim birinin
doğumunda bulunamadı. Tek ben değildim bunları yaşayan. Operasyona çıkarken “dua
et eksiksiz dönelim” derdi. Geçen sene 9 ay üs bölgelerinde görev yaptı. Rütbeyi
değil, silah arkadaşının nefes alıp almadığını düşünüyorsun derdi.
Bir
uzman eşi erken doğum için yatırıldı. Eşimi aradım, yollayabilir misin
kocasını, yaşadıklarımızı yaşamasın, diye. Helikopter istemiş. üstlerle gerilim
pahası. Lojmanda oturmayan birinin çocuğu rahatsızlandı. Hastaneye götürdüm.
Misafirhanede yer sıkıntısı olduğu için çıkarılan uzman çavuş eşine evimin
anahtarını verdim
Hep
bahsettiğiniz ezilenleri biliyordum ben. çok eleştirildim bu yüzden. Bir
komutana, “(3+1) lojman yapacağınıza (1+1) de olsa ev yapılsın, Güneydoğuda
herkes güvenli yerde kalsın” dedim, çok konuşuyor oldum.
Sayın
Talu, 13 Ekim yazınızdaki yüzbaşının eşiyim. Mayında ayaklarını kaybeden uzman çavuşunu
sırtında helikoptere bindiren “işkenceci yüzbaşı”nın eşi!
Biz
ortadaydık, ne en üst, ne en alt. O kadar ortada ki; kaybedecek çok şeyi
olanlarca infaz kararımız verildi. Neden mi? Sizin kelimelerinizle belirteyim:
Yanlışa itirazı, kurulu düzene boyun eğmeyi reddedişi, hak arayışı yüzünden
ezilen, biçilen, kazınmak istenenlerden. Emirlere uyuyordu sadece. İtaatsizlik
onun gibi disiplinli subayda söz konusu olmazdı.
Taraf’taki
haberle hayatımız değişti. O uzmanın ilk problemi değildi. Her şeye rağmen
hukuka saygılıyız. Haberle zaten baskı oluşmuştu. O uzman neden olaydan üç ay
sonra medyaya başvurdu da o zamana kadar kanuni yola başvurmadı?
Eşim,
tek amacının kendisine, bölüğe zarar vermesini engellemek olduğunu baştan beri
söylüyor. (Kendine jilet atması gibi.) Domuz bağından hiç bahsedilmedi. Eşimin
göz kulak ol diye teslim ettiği personel “gördüğü lüzum üzerine”, eşimin emri,
bilgisi dışında tekrar bağladığını mahkemede belirtti.
Daha
önce belirttiğiniz gibi “kimi komutan, çok tecrübeli, yanlışı gören, gösteren
ast istemedi” belki. Günah keçisi bulundu.
Yargıtay’daki
sürece neden baskı yapılmak istenmekte? Bizim gibi ortadakilerin haklarını
nerede araması gerekir?
Eşim
hala o uzman çavuşa kızamadığını söylüyor; hala nasıl böyle diyebildiğine anlam
veremiyorum. Onu kullananlara kızıyor.
Asuman
Başak Arı”