20 Ekim 2011 Perşembe

PKK’nın askerî ve siyasi stratejisi / Kurtuluş TAYİZ / Taraf GAZETESİ

PKK, Silvan saldırısıyla birlikte yeni bir savaş dönemini de başlattı. Örgüt, her ne kadar Silvan’da “Biz saldırmadık, kendimizi savunduk” dese de Silvan, PKK’nın devreye koyduğu yeni askerî stratejisinin bir parçasıydı. Sonraki bir dizi kanlı baskın ile birlikte önceki gece Hakkâri’nin Çukurca ilçesinde sekiz koldan aynı anda yapılan ve 24 askerin hayatını kaybettiği PKK saldırısı da bunu doğruluyor.

Kürt meselesinde demokratik çözüm ve barış ihtimalini zora sokacak olan bu saldırıların arkasında dar bir “siyasi proje” bulunuyor.
Yıllarca Kürt meselesinde askerî seçeneğin bir çözüm olmadığı yazılıp çizildi. Asker, AKP hükümeti ve hatta binlerce oğlunu bu kanlı savaşa kurban veren Türk toplumu barışa ikna oldu. Kürt isyanını başlatan örgütün lideriyle görüşmeler başlatıldı; buna paralel olarak örgüt ile de masaya oturuldu. Bugüne kadar Kürt meselesi, devletin, bu sorunu asayiş ve güvenlik sorunu olarak algılamasından, çözüm için de “askerî” tedbirlere yönelmesinden kaynaklanıyordu. Devlet aklı, 40 bin insanın hayatına mal olan bir acı tecrübeyle demokratik çözüm seçeneğine evrilirken, bu kez de karşımıza, PKK engeli çıktı; eski devletin bir kopyası gibi, PKK da Kürt meselesini şiddetle çözmeye yöneldi.

Türk toplumu, demokratik kamuoyu devleti zar-zor askerî seçeneğin Kürt meselesinde bir çözüm yöntemi olamayacağına ikna etti.


Ama bu kez de Türkler ve Kürtler, PKK’yı barışa ikna etme gibi bir sorunla karşı karşıya. Hem de öyle sanılacağı gibi kolay bir iş de değil bu, neredeyse devleti ve AKP hükümetini ikna etmekten bile daha zor. Devletin askerî tedbirlerle, üstelik uluslararası desteği de arkasına alarak üstesinden gelemediği-çözemediği bu sorunu, PKK, tersinden, askerî saldırılarla çözeceğine inandı, bunun için de habire saldırıp duruyor.

Kuşkusuz bu saldırıların arkasında siyasi bir akıl var. Hatta ince elenmiş, sık dokunmuş hesaplar söz konusu. PKK’nın yeni stratejisi, yakın tarihin siyasi-askerî tecrübelerine de dayanıyor.

“Büyük savaş” olmadan, “zafer” elde edemeyeceklerine inandıklarından orduya, dolayısıyla mevcut hükümete “nihai” bir yenilgi yaşatmak istiyorlar.
Bu, tartışma götürmeyecek kadar “nihai” bir zafer olmalı. Askerî olarak örgütün “Srilanka modeli”yle ezilmeyeceğini kabul ettirmeli, siyasi olarak ise PKK’ya özerk bölgenin yollarını açmalı...

Bu hayali gerçekleştirebilecekleri tek yer Kuzey Irak dağları; “Büyük karşılaşma” için buradan gayrı bir yer, zemin yok. Askeri, polisi ve özellikle de Türk kamuoyunu bu kadar tahrik etmelerinin tek nedeni, işte bu, yani kara operasyonu.
Eski Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın büyük hevesle girip, Zap’ta büyük bir yenilgiyle gerisin geri kaçtığı o ünlü kara harekâtı, örgütün egosunu öyle bir okşadı ki, bugünkü “büyük savaş” ve “büyük zafer” hayalini tamamen buna borçluyuz.
Kandil, kış ortasında Kuzey Irak’a sürülen askerlerin onlarcasını kolayca öldürünce kaybettiği güvenini yeniden kazandı. “Zap zaferi”nden sonradır ki Kandil hem örgüt tabanı üzerinde hem de Türkiye’deki Kürt siyasi alanı üzerinde tekel oluşturabildi; hatta bu sayede Öcalan’dan bile bağımsız davranma yeteneği kazandı.
Bu tecrübeye duyduğu güvenle PKK, askeri Kuzey Irak’a çekmeye çalışıyor; “büyük savaş” için. Fakat; örgütün siyasi arkaplanı çok zayıf; çünkü tüm Kürtlerin özgürlüğü ve hakları için savaşmıyor; bütün bu kıyamet sadece örgütün dar siyasi amaçları için.
Şayet devlet ile PKK görüşmelerinde Güneydoğu altın tepsi içinde örgüte terk edilseydi bugün ne çatışma ve ne de savaş kalırdı. Ama bunun akıl alır bir yanı yok. Olsaydı, devleti temsil edenler “verelim kurtulalım” da diyebilirdi. Kürt meselesinde barış sorunu, Doğu ve Güneydoğu’yu PKK’ya, onun siyasi ve silahlı otoritesine teslim edilerek çözülmez. Ama PKK “barış”tan bölgenin tam, eksiksiz, meşru siyasi ve silahlı gücü olmayı anlıyor. Tüm Kürtlerin desteğine sahip olmadığı için de bunu devletin kendisine bir “antlaşma” ile vermesini bekliyor.
MİT-PKK arasındaki görüşme ve diyaloglarda ne anadilin, ne özerklik ve Öcalan’ın koşullarının, ne de PKK’ya siyaset hakkı tanınmasının devlet için engel olmadığı anlaşılıyor; aslında barış önündeki engel PKK’nın barıştan, temsil ettiğinden daha çok şey beklemesi ve dayatmasından kaynaklanıyor.
PKK’nın savaşı, işte bu temsil ettiğinden daha fazla şeyi zorla elde etmek için. Türkler ve Kürtler devleti, AKP’yi askerî seçeneğin çözüm olmadığına ikna edebildi, şimdi sıra PKK’yı buna ikna etmekte.