21 Ekim 2011 Cuma

Kara harekâtı ama nasıl? / Bekir Çınar

Çarşamba günü yüksek sayıda verilen şehit sayısı sonucu basın 'sınır ötesi' harekâtın başladığını duyurdu.
 
Özellikle Cumhurbaşkanı'nın "Bize bu acıyı çektirenler misliyle çekeceklerdir. Bu saldırıların intikamı çok büyük olacaktır." ifadesiyle Türkiye'nin kararlı şekilde 'teröristle' mücadeleyi yeniden başlattığının haberini vermektedir. Sorulması gereken soru: Kara harekâtıyla ne tür sonuç alınabilir?

Bilindiği gibi daha önce de defalarca PKK'nın özellikle Kandil'deki kamplarına yönelik kara harekâtları yapıldı. Hem harekât esnasında hem de harekât sonrasında yapılan açıklamalar artık PKK terör örgütünün ciddi zarar gördüğü ve sona doğru yaklaştığı şeklinde idi. Sanırız beklenen kara harekâtında da benzer bir beklenti söz konusu. Eğer öyle olmasa neden milyonlarca dolar masraf açacak bir kara harekâtı yapılmak istensin?

Özellikle kara harekâtları, Amerika'nın öncülük ettiği, teröristle mücadele şekillerinden biri. Amerika askerî ve teknolojik gücünü kullanarak 1995 yılından beri bu yolla 'terörle mücadele' ediyor. Özellikle 9/11'den sonra hem Afganistan hem de Irak 'uluslararası terörle mücadele' çerçevesinde işgal edildi. Tabii Amerika bu yöntemi kullanırken sadece askerî ve teknolojik gücünü kullanmıyor. Aynı zamanda ilgili komutanın emrine hem Amerikan istihbarat birimlerinin hem de Amerika'nın diğer birimlerinin sürekli olarak bilgi aktarımı devam ederken aynı zamanda Amerikan yönetimi yapılan işleri çok yakından takip ediyor. Ek olarak Amerika ve Batı'da var olan birçok düşünce kuruluşu da Amerika'nın askerî başarısı için sürekli var olan bilgileri değerlendirerek yeni stratejiler ve planlar üretiyorlar. Amerika'nın bu işgallerinde Afganistan'da NATO, Irak'ta diğer ülkelerin yardım ve fiili desteğini de unutmamak gerekiyor.

Soru şu: Amerika hem Afganistan'da hem de Irak'ta 'terörle mücadelesinde' başarılı oldu mu? Yazılan onlarca rapora, yüzlerce yoruma ve değerlendirmeye bakılırsa terörle mücadelede askerlerin kullanılması 'sınırlı' bir başarı sağlıyor; sürekli ve kalıcı bir başarı değil. Sadece psikolojik bir üstünlük oluşturuluyor, sonrasında 'sivil' inisiyatif gerekli siyasal, sosyal ve ekonomik çalışmaları başlatarak elde edilen psikolojik başarının sürekli olmasına gayret ediyorlar.

Aynı soru Türkiye için sorulduğunda maalesef şimdiye kadar Türkiye'nin kara harekâtlarında arzulanan başarının sağlanamadığının altını çizelim. Şimdiye kadar Türkiye'nin terörle mücadeleyi teröristle mücadele boyutundan çıkaramadığı ve teröristle mücadeleyi de "tek başlı" yöneten, gerektiğinde sorumluluğunun gereği olarak hesap veren olmadı. Bütün dünyada eğer kaybolan askerse, onun en üst komutanları ya da savunma bakanları istifa ederken, ya da polis ise onun üst amirleri ve sorumlu bakanlar görevlerinden ayrılırken Türkiye'de 'sorumlu üst düzey' yetkililer 'hiçbir şey' olmamış gibi görevlerine devam etmektedirler. Başka bir ifadeyle Türkiye'de her birim (asker, polis, istihbarat) kendince 'teröristle mücadele' ediyorlar. Bu, yapılmaması gereken 'en kötü' teröristle mücadele şeklidir. Hem yasal kurumlarda rekabeti, masrafı hem de başarısızlığı artırır ki, başarısızlığın altında yatan bu tür uygulamadır.

Türkiye şimdiye kadar 'kara harekâtlarında' başarılı olamadı. Bundan sonra başarılı olmak istiyorsa, başta sürekli olarak teröristlerin eğitim ve yaşamlarını sürdürdükleri Türkiye'nin dışında ve içinde kalan bütün alanları tam olarak denetim altına alacak bir strateji ile işe başlamalıdır. Eğer hükümet kamuoyunun beklentisini bir kez daha boşa çıkarmak istemiyor ve kendilerinin başlattıkları 'demokratikleşme' projesini sonuçlandırmak istiyorsa aşağıda sıralayacağımız noktalara dikkat etmesi gerekiyor.

Harekât esnasında yapılacaklar
1. Kara harekâtının sınırlı bir başarı sağlayacağını ve dolayısıyla da arzulanan başarıyı getirmeyeceğini kamuoyuna açıklamalıdır; 2. Kara harekâtının bir savaş olmadığı, terörle mücadelede yöntemlerinden biri olduğu net olarak vurgulanmalıdır; 3. Bu yöntemin diğer mücadele yöntemlerinden vazgeçilmeden eşzamanlı olarak uygulandığı üzerinde durulmalıdır; 4. Kandil'de Türk ordusu uzun süre kalabilmelidir; 5. Terörle mücadele tek elden yürütülmeli, hem kara harekâtını yürütecek hem de diğer birimlerin koordinasyonunu sağlayacak kişilerin emir aldığı aynı kişi olmalıdır; 6. Teknoloji kullanımı en üst düzeye çıkarılmalı, örgütün medya desteği sınırlandırılmalıdır; 7. Kara harekâtı ve ilgili diğer haberler konusunda basının nasıl davranacağı denetlenmeli ve basının kendisi için haber değeri gördüğü her şey haber olarak yansıtılmamalıdır; 8. Özellikle 'şehit' haberleri ailelerine haber verilmeden evvel basında yer almamalıdır; 9. Kara harekâtı hakkında ilgili birim günlük ya da günde iki adet basın açıklaması yapmalı, bunun dışında basına bilgi verilmemelidir; 10. Kara harekâtının süresi, şekli, niteliği ve diğer hususları hakkında ilgililer 'ketum' davranmalıdır; 11. Bir taraftan kara harekâtı yapılırken diğer taraftan 'Pişmanlık' yasası çerçevesinde örgütten kaçanlara kucak açılmalı, ailelerin 'dağdakilerle' irtibatı sağlanarak örgütün çözülmesi sağlanmalıdır; teröristlerin de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduğu akıldan çıkarılmamalıdır; 12. Asıl amacın öldürmek ve yok etmek olmadığı, yakalamak ve adalete teslim etmek olduğu unutulmamalı, bu nedenle çatışmada ölenler ailelerine teslim edilmelidir; 13. Asıl amacın 'vatandaşların' dağdan indirilmesi olduğu vurgulanmalıdır; 14. Irak'ın ve bölgesel yönetimin yanlış ve yanlı anlamalarına imkân verilmemelidir.

Harekât sonrası yapılacaklar
1. Harekât sonrasında abartılı ifadelerden kaçınılmalı ve daha önce yapıldığı gibi artık 'PKK bitti', 'sona gelindi' 'kamplar yerle bir oldu' ifadeleri kullanılmamalıdır; 2. Bir yöntem olarak gerekli görüldüğü zaman hükümetin bu tür yöntemi kullanacağı ifade edilmelidir; 3. Mutlaka 'hata-başarı' muhasebesi yapılmalı, ona göre varsa eksiklikler giderilerek tekrar aynı yöntemin kullanılacağı vurgusu yapılmalıdır; 4. Terörle mücadeleden sorumlu birim görevine devam etmelidir.

Siyasal olarak yapılacaklar
1. Demokratikleşme hızlanarak devam ettirilmelidir; 2. Yeni bir anayasa bir an önce yapılmalıdır; 3. Kürt kökenli vatandaşların sürece yoğun olarak katılımı sağlanmalıdır; 4. BDP ve uzantıları olan STK'lar terörle aralarına mesafe koymadıkları sürece siyasal sürece dâhil edilmemelidirler; 5. Özellikle BDP'nin Kürt kökenlilerin yegâne siyasal temsilcileri olmadıkları vurgulanmalıdır, arzu ederlerse 'yasal çerçevede' vekilliklerini sürdürebilirler; 6. Ulusal ve uluslararası destek tam sağlanmalıdır; 7. Komşularımızla, NATO, BM ve AB gibi kuruluşlara neden kara harekâtı yapıldığı iyi anlatılmalıdır; 8. Sürekli olacak bir 'terörle mücadele' konsepti geliştirilmeli, akademisyenler ve uzmanlar sürekli olarak bu konsepte uygun stratejiler üretmeli, yeni plan ve projelerle terörle mücadeleyi sürdürmelidir.

Yukarıda sayılanlara ek olarak, Türkiye'nin terörün mali kaynaklarına yönelik bir an önce çalışma yapması zaruridir. Zira 11 Eylül'den sonra ABD'nin ve 7 Temmuz'dan sonra İngiltere'nin terörle mücadele yasalarında yaptığı değişiklikler terörün finans ve mali kaynaklarına yöneliktir. Maalesef Türkiye anlaşılmaz nedenlerden dolayı bu konuda oldukça ihmalkâr davranmaktadır. Bir başka konu ise, terör örgütü mensuplarının Türkiye içerisinde gerçekleştirmeyi planladıkları eylemler 'istihbarat' paylaşımıyla en aza indirilebilir ki, bu konuda anlaşılan arzulanan seviyede bir eşgüdüm ve paylaşım yapılamamaktadır.

Sonuç olarak, özellikle Arap Baharı'ndan sonra Başbakan'ın bu ülkeleri ziyaret etmesi Türkiye açısından ciddi bir kazanca dönüşürken, diğer taraftan muhtemel kara harekâtı ile Türkiye önemli bir problemini çözme konusunda inisiyatifi kendi eline alacak gibi gözüküyor. Tabii kara harekâtının yukarıda bir kısmını saydığımız şartlarda ele alınarak yapılması durumunda, bir taraftan PKK terörüne karşı psikolojik başarı sağlanmış ve bu yolla gücü sınırlandırılmış olacak, diğer taraftan da demokratikleşme engellemelere takılmamış olacaktır. Sanırız ancak bu yolla Türkiye bölgesel güç olma noktasında ciddi bir sıçrama gerçekleştirecektir.