20 Ekim 2011 Perşembe

Şimdi ben anneme ne söyleyeceğim / Yıldıray OĞUR / Taraf Gazetesi


“Eski ve değersizleşmiş bir devir olan Soğuk Savaş’ın yıllardır geçerli kalıntılarından biri, toplumun geniş bir kesiminin, cinayet yoluyla siyasi eylemi makul görmesiydi. Oysa bugün artık, eskiden böyle düşünenler dâhil kimsenin kafası bu konuda karışık değil. Bu fikir yenilgiye uğradı; küreselleşmenin insan haklarının evrenselleşmesine yaptığı çok olumlu katkıya rağmen, diğer bölgelerde nispeten daha az gerilese bile, en azından Avrupa’da mağlup oldu. ETA’nın büyük yenilgisi budur: Örgütün destekleyicileri pratikte görüp anladılar ki, bugün artık Avrupa’da şiddet yoluyla ya da tehdidiyle siyasi avantaj sağlamak mümkün değil.”
Dün Yasemin Çongar’ın köşesinde yer verdiği El Pais Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı Lluis Bassets’in “Barış ve Bedelleri” yazısından bir alıntı bu.

San Sebastian’da toplanan konferans geçen hafta ETA’ya “silah bırak” çağrısı yaptı. İspanya her an ETA’dan gelebilecek bir silah bırakma çağrısını bekliyor. El Pais liberal-sol çizgide bir gazete ve askerî darbelere karşı direnmiş bağımsız ve muhalif bir geleneği var. Gazetenin yorum sayfalarını da yöneten Bassets de bu çizgide bir isim. ETA’ya sonunda silah bıraktıran üç alandaki yenilgisi oldu diyor Bassets: Askerî, siyasi ve ahlaki yenilgi...

Türkiye 30 yıldır askerî alanda PKK’yı yenmeye çalışıyor. Gelinen durum ortada.
AKP iktidarıyla birlikte siyasi alanda PKK’yı silah bırakmaya zorlayacak adımlar atılmaya başlandı. Bizim açılım olarak kremasını gördüğümüz politika çerçevesinde önce PKK ile hem de Habur ve Reşadiye gibi kırılmalardan sonra bile süren beş yıla yakın bir görüşme trafiği yaşandı. O çöktü, savaş yeniden başladı. Dünkü gibi çok acı günler yalandıktan sonra bu kez de Öcalan’la doğrudan görüşmelerle müzakere süreci devam etti.

Ama hem askerî hem de siyasi alandaki tüm bu mücadelelere, masadan yükselen kıkırtı seslerini bile duyduğumuz o görüşmelere rağmen PKK silahlı mücadelede ısrar ediyor.
Bunun bugüne kadar üzerinde en az konuşulmuş sebebi şu: PKK silahlı mücadele konusunda ahlaken yenilgiye uğratılamadı. Daha doğrusu silahın hükmünün geçtiği konusunda PKK ikna edilemedi. Ahlaken bunun yanlış olduğu konusunda Kürt ve Türk kamuoyunda ortak bir ahlaki ilke benimsenemedi.
PKK, öyle entelektüel meclislerinde söylendiği gibi zorunlu olarak ve devletin baskısına karşı, meşru müdafaa için silahlı mücadeleye başlamış bir örgüt değil. PKK, 1970’lerin Türkiye’sinde pek çok Türk devrimci silahlı grup gibi kendisi siyaseten tercih ederek eline silah almış bir örgüt. Böyle olduğu içinde 1984’e kadar PKK’nın kurşunlarının hedefi devlet değil, “işbirlikçi, feodal, revizyonist unsurlar” oldu. Yani rakip Kürt örgütler, bölgede iyi örgütlü TKP’li Kürt devrimciler, ağalar oldu...

1980 darbesi, Diyarbakır Cezaevi PKK’nın silahlı mücadelesini meşrulaştırdı. PKK ama yine de savaşında ahlaki meşruiyet aramadı hiç. PKK’nın silahlı mücadele çizgisi hep Öcalan’ın Kürdistan’da Zorun Rolü aldı kitapçığındaki çerçevede sürdü.
1987’de Mardin’in Ömerli İlçesi Pınarcık Köyü’nde 16’sı çocuk, altısı kadın 30 sivil köylünün öldürüldüğü saldırı en büyüğü olmak üzere o yıl birkaç ay içinde Mardin, Siirt, Hakkâri’de peş peşe yaşanan köy baskınlarında yüzlerce sivili öldürenin JİTEM olduğunu sananlar geçen aylarda Murat Karayılan’ın Bir Savaşın Anatomisi kitabındaki itirafla hayalkırıklığını uğramış olabilirler. Örgüt içinde zaman zaman bu silahlı mücadele stratejisinin terk edilmesini savunan isimler de örgütün en kıdemli yöneticilerden Mehmet Şener’e yapıldığı gibi öldürüldü. 2004’te yeniden savaş kararına karşı çıkan Osman Öcalan, Nizamettin Taş gibi üst düzey komutanlar yüzlerce militanla birilikte örgütü terk bile ettiler.
1998 ateşkesinden itibaren örgütü silahsızlandırmak için girişimlerde bulunan Öcalan da İmralı’ya düştükten sonra bu çabalarında silahlı örgütlerde her zaman güçlü olan radikal kanatlara sözünü dinletemedi.
PKK’nın silahlı mücadelesini, 90’lar boyunca devletin şimdi hepsi mahkemelik olan rutin ve ahlak dışı politikaları meşrulaştırdı. Bir Kürtçe televizyon açmayı bile başaramayan Ankara PKK’nın asker alma şubesi gibi çalıştı.
Ama tüm bu yıllar boyunca PKK’nın silahı Kürtlerin hiçbir işine de yaramadı. Kürtleri silahıyla koruduğunu söyleyen PKK, ne tek bir faili meçhul cinayeti durdurabildi ne de köy yakmalarını engelledi. Tam tersine PKK adam öldürmeyi sürdürdükçe OHAL normal hâl haline geldi, Özel Harekâtçıların bıyıkları uzadı. Kürt mücadelesi dünyadaki meşruiyetini kaybetti. PKK, Segelone Royal’ın Leyla Zana’nın avukatlığını yaptığı günlerden, tüm dünyanın terör listesinde olan, liderlerinin Esad için savaşmaktan bahsettiği Ortadoğu’da soğuk savaştan kalma bir tedhiş örgütüne döndü.

Bu yıllar boyunca ODTÜ’lü bir öğrenci olarak Kürt meselesinde önce aklını karıştırmayı başardığım, açılımdan sonra da “Kürtlerin sorunları var bunlar çözülmeli” konusunda ikna ettiğim hatta son zamanlarda “İnsanlar ölmeyecekse Öcalan’la görüşülsün” noktasına getirdiğim annem aradı dün... Artık ona söyleyecek hiçbir şeyim kalmamıştı.