24 Ekim 2011 Pazartesi

KARA HAREKÂTI: AK MI KARA MI? / Önder Aytaç


Şimdilerde şöyle bir moda var; eğer hükümete derhal bir kara harekatı öneriyorsanız siz kamuoyun en vatansever ve akıllı kesimisiniz, eğer önermiyorsanız, o zaman da vatan haini olma ihtimaliniz oldukça yüksek.
Artık terörle de teröristle de, dünyanın değişen koşullarına uygun konseptlerde savaşmak zorundasınız. Çünkü onlarda değişiyor. Onlar da hem kendilerini, hem de savaş şekillerini yeniliyorlar. Dikkat ettiniz mi? Bir yere saldırıp, çekildikten hemen sonra, olay yerine intikal eden yardım birlikleri, hemen teröristlerin peşine düşmüyorlar. Düşmüyorlar çünkü; teröristler kaçarlarken, gittikleri güzergâhı bir de tuzaklıyor, mayın döşüyor ya da pusu kuruyorlar.
Sizi ise şimdi; üstelik bir de onun hâkim olduğu, her an dolaştığı, her metrekaresini karış karış bildiği topraklara, üstelik de binlerce askerle birlikte oralara gireceksiniz. Yani samanlıkta iğne arayacaksınız ve üstelik de, peşinizde her an, hangi kayalığın dibinde, hangi ağacın kavuğunda ya da hangi mağaranın en kuytu köşesinde olduğunu bilmediğiniz bir sürü düşmanla karşılaşacaksınız.
Bir diğer anlatımla, hangi yol güzergâhında mayınlar döşeli, nerede bubi tuzakları bizim askerlerimizi bekliyor, bi-le-me-ye-cek-si-nizzzz. Ayrıca hiç denemediğimiz bir şey mi bu kara harekâtı? Yapılan kaçıncı harekât olacak bu? Madem bu kadar etkili bir silahtı; niye şimdiye kadar kalıcı ve anlamlı bir sonuç vermedi? Üç yıl önce yaptığımız harekâtı hatırlayın; karda-kışta, sınır dışına çıkan askerlerimiz, hükümete bile haber verilmeden apar-topar geri çekilmediler mi?
Efendim, İran Kandil’e girmiş! İyi de Kandil dediğiniz yer zaten İran’ın topraklarında. Üstelik girmişte ne yapmış? PKK’yi yok mu etmiş? Hayır, sadece sizinle savaşması için onu bir güzel ikna etmiş. Dışişleri Bakanı Türkiye’ye gelmiş; ‘efeniiim, biz yağğalarsak Karayılan’u, neçün vermezmişik Türk gardaşlarımıza?’ Verecek kadar enayi olmadığını gösterdin sayın bakan. Ama bu yalanına inanacak kadar da aptal belleme bari bizi. Kaç bin yıllık Pers İmparatorluğu’nun mirasçıları, dünyaya “acem oyunları” diye; fesat, fitne ve hokkabazlıkları ile ün salmamışlar mı? Şimdi de karşımıza geçmiş; samimi, masum ve dost pozlarında nasıl da yalanlar söylüyor. Ama ona da çok kızmaya hakkımız yok, uluslar arası ilişkilerde nasıl olsa dostluklar olmaz. Olursa ancak kazan-kazan-kazandır çerçevesinde çıkarlar olur, değil mi?
Neyse, takıldık ya Acemlere, hızımızı alamadık. Biz yeniden dönelim kara harekâtına. Allah’a şükür, orada korktuğumuz olmadı. Çünkü Genelkurmay Başkanının açıklamalarına göre, öyle sınır ötesine binlerce asker yığmıyoruz. Sadece nokta operasyonları ile teröristlerin tespit edildikleri yerlere indirme harekâtı ile darbe vuruluyor. Ayrıca bu manevraların büyük çoğunluğu da zaten yine sınırlarımız içinde gerçekleşiyor.
Aslında sınırlarımızı güvence altına almadan, 26 kez değil 50 kez sınır dışına harekat düzenlesen ne olur? Şu Kandil’e “bayrak dikme” hikayesine gelince de bu durum bence; cahilliğin dik alası. Yani siz Kandile gidince ne olacak? Orada birilerinin sizi köşklerinde beklediğini ve o köşklerini başlarına yıkıp, geri döneceğinizi mi sanıyorsunuz? Oraya gittiğinizde, sizin için kurulmuş binlerce tuzağın dışında hiçbir şey bulamayacaksınız. Belki lojistik desteklerini yok edersiniz ama bunun için zaten oraya gitmenize de gerek yok ki. Orayı her gün bombalayan uçaklarınız ne işe yarıyor o zaman? Üstelik sınırlarımız çok mu güvenlikli?
Sınırlarımız yahu. Sınırlarımız diyorum size!.. Hani uçaksavarların, havan toplarının katır yükleriyle serbestçe içeri sızdığı bizim sınırlarımız. Bazen çoban sanıyoruz sınırdan geçen binlerce katırı sürenleri, bazen köylü genç kızları zannediyoruz. Abartmadım, evet “binlerce katır” dedim. Hem de neredeyse her gece. İsterseniz, ne demek istediğimizi sorun sınırda görev yapan binlerce Anadolu insanımız olan bizim çocuklarımız Mehmetçiklere!.. Her gece, İran sınırlarından binlerce katır, kaçak benzin taşır bizim sınırlarımızın içine. Üstelik bu kaçakçılar, sınırın her iki tarafında bekleyen PKK’ye ve en az PKK kadar hırsız olan ve sınırın berisinde bekleyen jandarma-asker-polis-koruculardan oluşan bizimkilere, komisyonlarını da öderler elbette. İşte yüzlerce katırdan oluşan her gelen partinin içinde, iki katır da silah taşısa yada atom bombasını soksa sınırlarımızdan içeri birileri, ne fark edilir ki?
Kime kızalım biz şimdi? Benzin bu kadar pahalı olunca, uyuşturucu gibi özel muamelesi görmesine sebep olan idarecilerimize mi? Yoksa açlıktan her türlü tehlikeli işi meslek edinmiş kaçakçılara mı? ya da bu işlerden her zaman komisyonunu alanlara mı?..
Ama yok, en çok da kendi kendimize kızmaya hakkımız var, değil mi? Sınırın her iki tarafında da, bazen av, bazen de avcı olan, fakir Anadolu çocuklarının ölümlerini, sadece zafer ya da yenilgi olarak gören ve bu canların kaybını da bir türlü önemsemeyen; kıt, ilkel, sığ ve insani duygulardan uzak değerlendirmelerimize kızalım, değil mi?