Şimdilerde
şöyle bir moda var; eğer hükümete derhal bir kara harekatı öneriyorsanız siz
kamuoyun en vatansever ve akıllı kesimisiniz, eğer önermiyorsanız, o zaman da vatan
haini olma ihtimaliniz oldukça yüksek.
Artık
terörle de teröristle de, dünyanın değişen koşullarına uygun konseptlerde
savaşmak zorundasınız. Çünkü onlarda değişiyor. Onlar da hem kendilerini, hem
de savaş şekillerini yeniliyorlar. Dikkat ettiniz mi? Bir yere saldırıp,
çekildikten hemen sonra, olay yerine intikal eden yardım birlikleri, hemen
teröristlerin peşine düşmüyorlar. Düşmüyorlar çünkü; teröristler kaçarlarken, gittikleri
güzergâhı bir de tuzaklıyor, mayın döşüyor ya da pusu kuruyorlar.
Sizi
ise şimdi; üstelik bir de onun hâkim olduğu, her an dolaştığı, her
metrekaresini karış karış bildiği topraklara, üstelik de binlerce askerle birlikte
oralara gireceksiniz. Yani samanlıkta iğne arayacaksınız ve üstelik de, peşinizde
her an, hangi kayalığın dibinde, hangi ağacın kavuğunda ya da hangi mağaranın
en kuytu köşesinde olduğunu bilmediğiniz bir sürü düşmanla karşılaşacaksınız.
Bir
diğer anlatımla, hangi yol güzergâhında mayınlar döşeli, nerede bubi tuzakları bizim
askerlerimizi bekliyor, bi-le-me-ye-cek-si-nizzzz. Ayrıca hiç denemediğimiz bir
şey mi bu kara harekâtı? Yapılan kaçıncı harekât olacak bu? Madem bu kadar
etkili bir silahtı; niye şimdiye kadar kalıcı ve anlamlı bir sonuç vermedi? Üç
yıl önce yaptığımız harekâtı hatırlayın; karda-kışta, sınır dışına çıkan
askerlerimiz, hükümete bile haber verilmeden apar-topar geri çekilmediler mi?
Efendim,
İran Kandil’e girmiş! İyi de Kandil dediğiniz yer zaten İran’ın topraklarında.
Üstelik girmişte ne yapmış? PKK’yi yok mu etmiş? Hayır, sadece sizinle
savaşması için onu bir güzel ikna etmiş. Dışişleri Bakanı Türkiye’ye gelmiş; ‘efeniiim,
biz yağğalarsak Karayılan’u, neçün vermezmişik Türk gardaşlarımıza?’ Verecek
kadar enayi olmadığını gösterdin sayın bakan. Ama bu yalanına inanacak kadar da
aptal belleme bari bizi. Kaç bin yıllık Pers İmparatorluğu’nun mirasçıları,
dünyaya “acem oyunları” diye; fesat, fitne ve hokkabazlıkları ile ün salmamışlar
mı? Şimdi de karşımıza geçmiş; samimi, masum ve dost pozlarında nasıl da yalanlar
söylüyor. Ama ona da çok kızmaya hakkımız yok, uluslar arası ilişkilerde nasıl
olsa dostluklar olmaz. Olursa ancak kazan-kazan-kazandır çerçevesinde çıkarlar
olur, değil mi?
Neyse,
takıldık ya Acemlere, hızımızı alamadık. Biz yeniden dönelim kara harekâtına. Allah’a
şükür, orada korktuğumuz olmadı. Çünkü Genelkurmay Başkanının açıklamalarına
göre, öyle sınır ötesine binlerce asker yığmıyoruz. Sadece nokta operasyonları
ile teröristlerin tespit edildikleri yerlere indirme harekâtı ile darbe
vuruluyor. Ayrıca bu manevraların büyük çoğunluğu da zaten yine sınırlarımız
içinde gerçekleşiyor.
Aslında
sınırlarımızı güvence altına almadan, 26 kez değil 50 kez sınır dışına harekat
düzenlesen ne olur? Şu Kandil’e “bayrak dikme” hikayesine gelince de bu durum
bence; cahilliğin dik alası. Yani siz Kandile gidince ne olacak? Orada
birilerinin sizi köşklerinde beklediğini ve o köşklerini başlarına yıkıp, geri
döneceğinizi mi sanıyorsunuz? Oraya gittiğinizde, sizin için kurulmuş binlerce
tuzağın dışında hiçbir şey bulamayacaksınız. Belki lojistik desteklerini yok
edersiniz ama bunun için zaten oraya gitmenize de gerek yok ki. Orayı her gün
bombalayan uçaklarınız ne işe yarıyor o zaman? Üstelik sınırlarımız çok mu
güvenlikli?
Sınırlarımız
yahu. Sınırlarımız diyorum size!.. Hani uçaksavarların, havan toplarının katır
yükleriyle serbestçe içeri sızdığı bizim sınırlarımız. Bazen çoban sanıyoruz
sınırdan geçen binlerce katırı sürenleri, bazen köylü genç kızları zannediyoruz.
Abartmadım, evet “binlerce katır” dedim. Hem de neredeyse her gece. İsterseniz,
ne demek istediğimizi sorun sınırda görev yapan binlerce Anadolu insanımız olan
bizim çocuklarımız Mehmetçiklere!.. Her gece, İran sınırlarından binlerce katır,
kaçak benzin taşır bizim sınırlarımızın içine. Üstelik bu kaçakçılar, sınırın
her iki tarafında bekleyen PKK’ye ve en az PKK kadar hırsız olan ve sınırın
berisinde bekleyen jandarma-asker-polis-koruculardan oluşan bizimkilere,
komisyonlarını da öderler elbette. İşte yüzlerce katırdan oluşan her gelen
partinin içinde, iki katır da silah taşısa yada atom bombasını soksa
sınırlarımızdan içeri birileri, ne fark edilir ki?
Kime
kızalım biz şimdi? Benzin bu kadar pahalı olunca, uyuşturucu gibi özel muamelesi
görmesine sebep olan idarecilerimize mi? Yoksa açlıktan her türlü tehlikeli işi
meslek edinmiş kaçakçılara mı? ya da bu işlerden her zaman komisyonunu alanlara
mı?..
Ama
yok, en çok da kendi kendimize kızmaya hakkımız var, değil mi? Sınırın her iki
tarafında da, bazen av, bazen de avcı olan, fakir Anadolu çocuklarının
ölümlerini, sadece zafer ya da yenilgi olarak gören ve bu canların kaybını da bir
türlü önemsemeyen; kıt, ilkel, sığ ve insani duygulardan uzak
değerlendirmelerimize kızalım, değil mi?