25 Ekim 2011 Salı

Tek eksik ‘Sakallı Nureddin Paşa’ / Ayşe HÜR / Taraf GAZETESİ



 Müjdeler olsun. 26. sınırötesi harekât başladı. Madem devletimiz 90 yıllık Kürt Meselesi’ni (onlara göre PKK veya terör meselesi elbette) orduya havale etti, o halde ordumuzun başına bir de ‘Sakallı Nureddin Paşa’ bulalım, böylece hem gelenek devam etsin, hem ordumuz başarıdan başarıya koşsun, hem ordunun yetmediği yerlerde ‘Nureddin Paşa yöntemleri’ ile meseleyi halletsin. Neden böyle düşündüğümü yazıyı okuduğunuzda anlayacağınızı düşünüyorum.

Parlak askerî sicil

Önce kahramanımızın Cumhuriyet öncesi kısa künyesini verelim:1873 yılında Bursa’da doğan Mehmed Nureddin Bey 1893 yılında teğmen rütbesiyle askerlik hayatına başlamıştı. Nurettin Bey sırasıyla 1897’de Osmanlı-Yunan Savaşı’na gönüllü olarak katıldı, 1898’de II. Abdülhamid’in yaverliğine atandı, 1902’de Makedonya’da Bulgar çetecileri takip etmekle görevlendirildi, 1909’da 31 Mart Olayı’nı bastırmak için Hareket Ordusu’yla İstanbul’a geldi, 1911’de Yemen’de çıkan Zeydî İmam Yahya İsyanı’nı bastırmakla görevlendirildi. Buradaki başarısından sonra 9. Kolordu Komutanlığı’na tayin edildi. 1913’te II. Balkan Savaşı’nın son yıllarına katıldı ve Edirne’nin geri alınışında bulundu.
Birinci Dünya Savaşı sırasında Albay rütbesiyle Irak ve Havalisi Umum Komutanı olarak atandı. Ayrıca Basra ve Bağdat Valilikleri de ek göreviydi. Sakal bırakmaya ve ‘Sakallı’ diye anılmaya bu yıllarda başladı. Selman-ı Pak ve Kut’ül-Amare muharebeleri sırasında kararlarını beğenmediği için Goltz Paşa’ya ve Enver Paşa’ya sert cevap mektupları yazdı. Sonunda Enver Paşa’nın isteğiyle Goltz Paşa tarafından görevinden alındı, kısa süre Kafkas Cephesi’nde görev yaptıktan sonra, Ekim 1916’da Muğla ve Antalya Havalisi Komutanlığı’na atandı.

Urla Rumları

‘Sakallı Nureddin’, 1 Mart 1918’de Mirliva (Tuğ-Tüm General/Paşa) oldu. Ocak 1919’da Aydın (İzmir) Vali Vekilliği ve 17. Kolordu Komutanlığı, sonra İzmir Valiliği ve İzmir Havalisi Bölge Komutanlığı’na tayin oldu. Bölge azınlıklarına karşı o kadar gaddarca politikalar izledi ki, gayrımüslimler ve İtilaf Devletleri Nureddin Paşa’nın görevden alınması için İstanbul hükümetine baskı yaptılar. Sonunda Nurettin Paşa İzmir Valiliği ve Bölge Komutanlığı’ndan alındı, İstanbul’da sadece adı olan 25. Kolordu Komutanlığı emrine atandı ancak kendisine bir görev verilmedi.
 

Sıra Lo diyenlerde

İstanbul’dan ümidini kesince Haziran 1920’de Anadolu’ya geçen Nureddin Paşa, ayağının tozuyla Mustafa Kemal’e Hilafet, Bolşeviklik ve İtilaf Devletleri’ne yönelik politikaları konusundaki görüşlerini sorma cüretinde bulundu. Mustafa Kemal bunun üzerine Paşa’yı İsmet Bey’e havale etti, o da kendisini Konya Valiliği’ne atadı. Ancak Paşa bu görevi pasif buldu ve küserek damadı Hüseyin Paşa’nın bulunduğu Taşköprü’ye gitti. Neyse kısa sürede affedildi ve aralık ayında Sivas’ta bulunan 3. Ordu’ya bağlı 3. Kolordu’nun yerine kurulan Merkez Ordusu’nun başına atandı. Karahisar-ı Şarki (Şebinkarahisar), Erzincan ve Dersim’i kapsayan Elazığ Livası’nda faaliyet gösterecek bu ordunun en önemli işi 1921 baharında başlayan Koçgiri İsyanı’nı kanlı biçimde bastırmak olacaktı. Nureddin Paşa’nın görevine başlarken sarf ettiği şu söz tarihe geçti: “Zo diyenleri ortadan kaldırdık, şimdi sıra Lo diyenlerde...” Paşa kibarca 1915’de Ermenilere reva görüleni, Kürtlere reva gördüğünü söylüyordu anlayacağınız.
Hikâyesini bir başka hafta anlatmayı planladığım Topal Osman’ın 47. Müfrezesi’nin de yardımıyla Nureddin Paşa kısa sürede görevini başardı. 500 asiyi ‘temizledi’, iki bin kişiyi sürdü. Hükümet isyanın bastırılmasını yeterli görüyordu ama Nureddin Paşa bölgeye yönelik sert tedbirlerin devam etmesinden yanaydı. Özellikle Dersimli Kızılbaş aşiretlerin “bir daha ayağa kalkamayacak şekilde dağıtılmasında ve Anadolu’nun değişik yerlerine serpiştirilmesinde” ısrarlıydı. Ancak Meclis bu teklifi reddetti ve mesele küllenmeye bırakıldı.


Pontusçuları temizliyor

Nureddin Paşa’nın yeni görevi, Karadeniz havalisindeki Rumları (ve yolu üzerindeki Ermenileri ve Kürtleri) yola getirmekti. (Pontusluların suçu neydi derseniz, 14 Mart 2010 tarihli “Pontus’un gayrı resmî tarihi”, yazıma bakabilirsiniz.) ‘Sakallı Nureddin Paşa’ya bağlı kuvvetler bir yandan Rum köylerine baskınlar yaparak çetecileri imha ederken, bir yandan da TBMM’de kabul edilen bir kararname ile Muğla, Aydın, Burdur ve Silifke livalarındaki 18-50 yaş arasındaki Hıristiyanlar ile Karadeniz havalisindeki eli 15-50 yaş arasındaki Hıristiyanların Sivas, Elazığ, Ergani, Malatya, Maraş’a tehcir edilmeleri emredilmişti. Ama Nureddin Paşa’ya bağlı birlikler bölgede öyle katliamlar yaptılar ki, sonunda Karadeniz ve Doğu vilayetlerinin milletvekilleri isyan etti. Erzurum Milletvekili Hüseyin Avni (Ulaş) ve 106 arkadaşının imzaladığı dilekçe Dâhiliye Vekâleti’nce haklı görülünce Nureddin Paşa 4 Kasım 1921’de Merkez Ordusu Komutanlığı’ndan alındı ve Ankara’ya çağrıldı.


Mustafa Kemal’in kalkanı

Ancak, Nureddin Paşa hakkında yapılan gizli oturumlarda, Paşa’nın Kürtlere, Ermenilere ve Rumlara karşı acımasızlığı değil, mıntıkasında bir çeşit ‘aile hükümeti’ kurması tartışıldı. Nureddin Paşa’yı milletvekillerinin gazabından Mustafa Kemal kurtardı, Genelkurmay Başkanı’nın kendisini yargılaması koşuluyla Meclis soruşturmasından vazgeçilmesini sağladı. Fevzi (Çakmak) Paşa tahmin edileceği gibi Nureddin Paşa’yı cezalandırmadı sadece askerlik görevine son verdi. Çünkü bu gaddar asker, o güne dek devletin pek çok kirli işini başarıyla halletmişti.
Tekrar Taşköprü’deki damadının yanına giden Nureddin Paşa’nın yıldızı, 6-11 Ocak 1921’de I. İnönü Muharebesi’ndeki başarısı(!) yüzünden (bu konuya da bir başka yazıda değineceğim) albaylıktan paşalığa terfi ettirilen İsmet (İnönü) Bey’in 1. ve 2. Ordu olarak ikiye ayrılan Garp (Batı) Cephesi Orduları’nın başına getirilmesi üzerine doğan boşlukta yeniden parladı. İsmet Bey’in yerine 1. Ordu’nun başına getirilmek istenen Ali İhsan (Sabis) Paşa, Ali Fuad (Cebesoy) Paşa ve Refet (Bele) Paşa, sırayla, kendilerinden kıdemsiz olan İsmet Bey’in emrinde çalışmak istemedikleri için görevi kabul etmeyince Mustafa Kemal bu göreve ‘açıktaki’ Nureddin Paşa’yı atamıştı. Paşa da Taşköprü’de kızaktan kurtulmak için olsa gerek, itiraz etmeden kabul etmişti.


Büyük Taarruz’u sahipleniyor

Paşa görevine 1 Temmuz 1922’de başladı. Mustafa Kemal’in Yunan ordusuna yönelik taarruz planına ilk başta sadece Nureddin Paşa destek verdi. Ama daha sonra ikili arasında görüş ayrılıkları belirmeye başladı. İsmet Bey de Nureddin Paşa’ya hak veriyordu. 26 Ağustos 1922 günü başlayan Büyük Taarruz sırasındaki bazı başarıları Nureddin Paşa’yı iyice cüretkâr hale getirdi ve Mustafa Kemal’in kararlarını daha çok eleştirmeye başladı. Büyük Taarruz’un başarı ile sonuçlanması üzerine TBMM “Bu muharebe bizzat Başkumandan tarafından idare edildiğinden dolayı” “Başkumandanlık Meydan Muharebesi” adı verilmesini teklif edince Nureddin Paşa’nın keyfi kaçtı. Çünkü bu zaferde kendi katkısının daha büyük olduğunu düşünüyordu. Ancak yapacak şey yoktu. Nureddin Paşa’ya Uşak, Alaşehir, Nazilli istikametine kaçmakta olan Yunan askerlerini ve yol üzerindeki Rumları ‘tepeleme’ görevi verilmişti. Paşa bu görevi de hakkıyla yaptı. 9 Eylül günü İzmir’e giren ve şehrin gayrımüslim ahalisini, mecazî anlamda değil kelimenin gerçek anlamıyla “denize döken” birliklerin komutanı Nureddin Paşa’ydı.

Hrisostomos’u linç ettiriyor

10 Eylül 1922’de İzmir’e gelen Mustafa Kemal’e tekmili Nurettin Paşa verdi. Önlerindeki masada değerli taşlarla süslenmiş bir kılıç duruyordu. Bu kılıç, İzmir’e girecek ilk süvari komutanına verilmek üzere Buhara Cumhuriyeti tarafından gönderilen üç kılıçtan biriydi. Nurettin Paşa’nın daveti üzerine, işgal yıllarında doğal olarak Yunanlılarla işbirliği yapan İzmir Rum Metropoliti Hrisostomos, yanında Belediye Meclisi Üyesi Klimadoğlu, Çürükçüoğlu Nikolaki, Sarraf Yanko ve Timoleon Efendi ile birlikte Vilâyet Konağı’na gelmişti. Aslında Metropolit İzmir’in geri alınmasından önce pekâlâ kaçabilirdi ancak kaçmamıştı. Anlaşılan fazla iyimserdi.
Mustafa Kemal, Nureddin Paşa’ya “Senin dostundur! Git görüş, ben görüşmek istemem” demişti. Nureddin Paşa Hrisostomos’a elini uzatmadığı gibi hakaret etti. Ardından İkiçeşmelik Karakolu’na götürülerek sorgulanmasını emretti. Bir süre sonra Hrisostomos’un halk tarafından linç edildiği haberi geldi. Linçin en yakın tanıdığı hikâyesini bu sayfalarda (3 Nisan 2011) anlattığım Cellât Ali’nin 1973 yılında Yeni Asır gazetesinde yayımlanan hatıratında linç emrini Nureddin Paşa’nın verdiği söylendikten sonra olay şöyle anlatılıyordu: “Papaz, muhafızların himayesinde bulunduğu hücreden çıkarıldı ve idam hükmünün yerine getirileceği Namazgâh yönüne yürümeye başlandı. Biz giderken peşimizdeki kalabalık da her dakika artıyor ve tehlikeli bir durum meydana geliyordu (...) Jandarmalar ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Galeyana gelenleri yatıştırmaya çalışıyorlardı. Fakat nasıl olduysa oldu ve papaz kaşla göz arasında kayboluverdi. ‘Ey ahali ne oluyor? Bu yaptığınız doğru değil. Zaten ona kanun(?) cezasını vermiş’ demeye kalmadan Hrisostomos parça parça edildi ve cesedi de bir kenara atıldı. Kafasına vurulan ilk sopayla kanlar içinde kalmıştı. Ölürken Latince bir özdeyişi tekrar tekrar mırıldandığı duyuldu: ‘Credo quia absurdum’...”
‘İnanıyorum, çünkü saçma’ anlamına gelen bu son sözleri Cellât Ali mi söylemiş yoksa gazeteci mi eklemiş belli değildi ama daha sonra olanları düşününce deyim cuk oturmuştu.


Güzelim İzmir yanıyor

İstirdat’ın (yani İzmir’in geri alınışının) dördüncü günü, yani 13 eylülde İzmir’in en mamur, en güzel, en zengin mahallelerini yani Ermeni Mahallesi, Çalgıcıbaşı, Aya Dimitri, Aya Katerina, Aya Nikola, Sur Takya, Hacı Franko mahallelerini alevler sardı. 18 eylülde söndürülebilen yangında yaklaşık 2,6 milyon metrekarelik bir alan, 25 bin ev, işyeri, kilise, hastane, fabrika, depo, otel ve lokanta yok olmuştu. Şehirde her nasılsa kalmış gayrımüslim ahali bu yangında yanarak ya da yangından kaçarken denizde boğularak ölmüştü. Böylece şehir gayrımüslim ahalisinden bir anlamda ‘kendiliğinden kurtulmuştu’.
29 Kasım 1922’de TBMM’de yapılan gizli celsede “yangını kimin çıkardığı (Ermeniler mi, Yunanlılar mı, Türkler mi?)” konusu nedense konuşulmadı ama Afyon Karahisar Mebusu Mehmet Şükrü Bey’e göre “Nureddin Paşa [gayrımüslimlerden kalan] kasaları bomba ile açtırmış ve [içlerindeki] paraları almıştı”. Yangın sırasında şehirde olan Falih Rıfkı (Atay) ve Fevzi (Çakmak) Paşa’ya (ve bana göre) yangının arkasında Nureddin Paşa vardı. (Neden böyle düşündüğümü 14 Eylül 2009 tarihli “1922’de güzelim İzmir’e kimler kıydı” başlıklı yazımda uzun uzun anlattım, merak edenler bakabilir.)

Ali Kemal’i linç ettiriyor

Eylül ayının son günlerini Urla’daki Rumları tepeleyerek geçiren Nureddin Paşa 11 Ekim 1922’de imzalanan Mudanya Mütarekesi sırasında Ordu’nun terhis edilmesine karşı çıkınca neredeyse Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanmasını tehlikeye düşürecekti. İstanbul’a karşı harekete geçmesi planlanan orduların başına geçirilerek İzmit’e gönderilen Paşa’nın son marifeti, Mütareke Dönemi’nde Damat Ferit Paşa kabinelerinde Maarif ve Dâhiliye Nazırı olarak hizmet vermiş, Milli Mücadele sırasında Anadolu hareketine ve Mustafa Kemal’e sert muhalefet yapmış, gazeteci Ali Kemal’i linç ettirmek oldu.
Bu olayı da daha önce anlattım “Resmî tarihin ünlü haini: Ali Kemal”, 11 Nisan 2008) anlattım ama kısaca tekrarlayayım: Hakkında TBMM tarafından 1 Kasım 1922’de çıkarılmış yakalama kararı olan Ali Kemal, İstanbul Polis Müdür Muavini Sadi Bey ve dört polisi tarafından berber koltuğunda derdest edilip Samatya kıyısına yanaşan bir motorla 6 Kasım 1922’de İzmit’e götürülmüştü. Kısa bir sorgulamadan sonra Nureddin Paşa, Haberalma Şube Başkanı Rahmi (Apak) Bey’e “Şimdi sokaktan birkaç yüz kişi bulup Büyük Kapı’nın önünde toplayacaksın. [Bunlar] kapıdan çıkarken Ali Kemal’i linç etsinler!.. Öldürsünler!..” demişti. Rahmi Bey’in deyimiyle “Ahali bir kara bulut gibi” çullanmıştı Ali Kemal’e. Saldırılardan kurtulmak için İstiklal Mahkemesi Savcısı Necip Ali (Küçüka) Bey’e sarılmış olan Ali Kemal’in böğrüne bir de bıçak sokulmuş, taş ve sopalarla kafası ezilmişti. Saldırgan güruh, Ali Kemal’i donuna kadar soymuş, parmağındaki yüzüğü, altın saatini ve paralarını almayı da ihmal etmemişti. Ardından ayaklarına bir ip bağlayarak sokaklarda dolaştırmışlardı. Parçalanmış cenazesi bir çöp arabasıyla bilinmeyen bir yere gömülmüştü.


Güya İsmet Paşa kızmış

O gün, Lozan Konferansı’na gitmek üzere trenle İzmit’ten geçen İsmet İnönü görsün diye, Nurettin Paşa istasyonun yakınındaki küçük tünelin üstüne bir sehpa kurdurmuş ve Ali Kemal’in ölü vücudunu astırmıştı. Falih Rıfkı’ya göre “İsmet Paşa, meşalelerle aydınlanan korkunç sehpayı uzaktan görünce yüzünü asmış, başını eğmiş ve hiç bakmayarak binaya girmiş, orada Nureddin Paşa’ya söylemediğini bırakmamıştı”. Kızmıştı da ne olmuştu derseniz hiçbir şey. Nureddin Paşa’nın görevi ancak 1 Eylül 1923’te Batı Cephesi Karargâhı’nın lağvedilmesi üzerine bitmişti.
Bunun üzerine memleketi Bursa’ya giden Nureddtin Paşa, 1923 yılındaki seçimlere katılmak istedi. Ancak bizzat Mustafa Kemal’in oluşturduğu listede adı yoktu. Koçgiri ve Karadeniz’deki katliamları gibi hizmetleri yüzünden değildi bu aforoz, Mustafa Kemal’in liderliğini sorgulaması yüzündendi. Ama Paşa inatçıydı, Mustafa Kemal’in kendisine komplo kurduğunu düşündüğü asker-milletvekillerinden istifasını istemesi üzerine 2. Kolordu Kumandanı Ali Hikmet (Ayerdem) Bey’den boşalan sandalye için bağımsız adaylığını koydu. Paşa kapağında “İzmir Fatihi, Karahisar ve Dumlupınar Muharebeleri Galibi, Gazi Nureddin Paşa Hazretlerinin Tercüme-i Hâli” yazan 19 sayfalık bir de broşür bastırmıştı ki bu unvanların ‘resmi tarih’ tezlerini nasıl altüst ettiğini görmemek imkânsızdı.


Askerlik mi milletvekilliği mi?

Ama Paşa imkânsızı başarmış, 1 Kasım 1924’te (daha sonra CHP olacak) Halk Fırkası’nın (HF) adayı Dr. Emin Bey’e karşı 236 ikinci seçmen oyu alarak (o yıllarda halk doğrudan seçemiyordu, ikinci seçmenler seçiyordu) Bursa’dan milletvekili seçilmişti. Hepsi de merkezden atanmış ikinci seçmenlerin bu tavrı Ankara’da epey konuşulmuştu. Ama demokrasilerde çare tükenmezdi! 19 Aralık 1924’te kabul edilen “Askerlik ile Mebusluğun birarada yürütülmeyeceğini” öngören kanun imdada yetişti. Nureddin Paşa’nın milletvekili seçilirken asker olması bahane edilerek milletvekilliği onaylanmadı. Hâlbuki, kanun III. Dönem’den yani 1927’den itibaren uygulanacaktı ve Mustafa Kemal başta olmak üzere pek çok milletvekili askerlikten henüz istifa etmedikleri halde TBMM’ye seçilebilmişlerdi.


Bir kez konuşabildi

Elbette hukukun değil Mustafa Kemal’in dediği oldu. Bunun üzerine Nureddin Paşa askerlikten istifa etti ancak yedi açık milletvekilliği için 5 Şubat 1925’te yapılan ara seçimlerde tekrar bağımsız aday oldu. Halk Fırkası Nureddin Paşa’yı seçtirmemek için Bursa’da özel çalışma yaptığı halde başarılı olamadı, Nureddin Paşa Dr. Emin Bey’i bu sefer 296 oy alarak mağlup etti ve TBMM’ye girdi. Girdi ama Halk Fırkası üyeleri ağzını açmasına izin vermediler. Sadece 28 Kasım 1925’te kabul edilen Şapka İktisası (Giyilmesi) Hakkındaki Kanun’un 1924 Anayasası’na aykırı olduğunu söyleyebildi. Konuşması HF’li milletvekilleri tarafından büyük tepki ile karşılandı. HF’nin örgütlemesiyle Nureddin Paşa aleyhine 76 protesto telgrafı gönderildi. Gazetelerde “Bu irticacı paşanın Meclis’te işi ne” diye soruldu. Bir sonraki dönemde (1927) milletvekili seçilemeyen Nureddin Paşa, 18 Şubat 1932 tarihinde İstanbul’da vefat etti.


Nutuk’ta ‘karakter katliamı’

Mustafa Kemal’in 15-20 Ekim 1927’de CHF Kurultayı’nda okuduğu Nutuk’ta tam 31 sayfada Nureddin Paşa’nın adı geçiyordu. Bunlardan 16 sayfa külliyen Nureddin Paşa’yı yerine dibine batırmaya ayrılmıştı. Neler demiyordu ki Mustafa Kemal? Babası İbrahim Paşa’nın II. Abdülhamid’e hizmet etmesini kınamakla başlıyor, Nureddin Paşa’nın 1909’da 31 Mart Olayı’na müdahale eden Hareket Ordusu’nda görev aldığının yalan olduğunu, Yemen’deki İmam Yahya İsyanı’nda hiçbir rolünün olmadığını, Salman-ı Pak’ta İngilizler tarafından kovalandığını, 1920’de Taşköprü’de bastırdığı kartvizitine yazdığı “Kutü’l-Amare Muhasırı” unvanını hiç hak etmediğini, soyunun Kerbela Şehidi İmam Hüseyin’e uzandığını söylemesinin ne kadar ayıp olduğunu, Büyük Taarruz’da en az payı olan kişi olduğunu (iddiasına göre savaş boyunca dürbünden bakmayı tercih etmişti) ve daha nice kusurunu sayıp döküyordu. (Bu polemikçi üslup sonradan mahcubiyet yaratmış olmalı ki, Nutuk’un 1929’da yapılan Fransızca baskısından bu bölümler çıkarılacaktı.)
İlginçtir Mustafa Kemal’in değinmediği sadece üç konu vardı: Hrisostomos’un linç edilmesi, İzmir Yangını ve Ali Kemal’in linç edilmesi. İki ihtimal vardı: Mustafa Kemal ya Nureddin Paşa’nın bu eylemlerini onaylamıştı ya da Nureddin Paşa’yı bunlardan sorumlu tutmamıştı! Artık hangisi olduğuna siz karar verin.


12 Eylülcülerin gözbebeği

Nureddin Paşa’nın bayrağını küçük damadı Abdullah Alpdoğan Paşa teslim almış ve 1935’te Tunceli Genel Valiliği sırasında göndere çekmişti. Atatürkçülük şampiyonu 12 Eylülcülerin 6 Kasım 1981 tarihli “Devlet Mezarlığı’na gömülmeleri öngörülen kişiler” listesindeki üçüncü ismin (İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak’tan sonra) Mustafa Kemal’in Nutuk’ta yerin dibine batırdığı Nureddin Paşa olması gayet ironikti. İleriki yıllarda hem Atatürkçü olup hem de “Keşke Nureddin Paşa’ya engel olunmasaydı da Kürt Meselesi o zamandan kökünden halledilseydi” diye hayıflananlar oldu.
Şimdi başa dönüyorum, askerlik konusundaki başarıları şüpheli de olsa (herhalde Mustafa Kemal yalan söyleyecek değil), ‘Sakallı Nureddin Paşa’nın Ermeni, Rum ve Kürt meselelerindeki ‘başarısı’ göz kamaştırıcı değil mi? Kuzey Irak’a sefere giden ordunun başında böyle bir paşamız olsa fena mı olur? Kürt Meselesi hallolmasa bile geride epey tedip, tehcir, tepeleme, katliam, linç hikâyesi kalır ki, doğrusu bundan memnun olacak çok kişi var etrafta...
***

ÖZET KAYNAKÇA:
 Necati Fahri Taş, Nureddin Paşa ve Tarihi Gerçekler, Nehir Yayınları, 1997Atatürk, Söylev (Nutuk), II. Cilt, TDK Yayınları, 1965, s. 532-547; Mete Tunçay,Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetimi’nin Kurulması (1923-1931), Tarih Vakfı Yayınları, 2005, s. 124-127; Orhan Karaveli, Ali Kemal, Doğan Kitap, 2009.