Medyamız,
görebildiğim kadarıyla, Hakkâri’nin Çukurca ilçesi merkezindeki güvenlik
birimleriyle sınırdaki askeri birliğe PKK’nın ağır silahlarla eş
zamanlı saldırı düzenlemesi ve 26 askerin şehit olup, 22 askerin de
yaralanmasından ziyade bunun ‘zamanlaması’ ile ilgili...
Bunun için
de sorgu ve suallerde saldırının ‘neden ve niçin’ yapıldığı öne çıkıyor,
yaptığı tahribat o sorgu ve sualin gölgesinde kalıyor...
Sabahtan akşama aynı minvaldeki sorular adeta ring yapıp duruyor:
Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül, ‘Başkomutan’ olarak bölgeye gitti ve sınır birliklerini
bizzat denetledi. Acaba saldırı buna bir cevap mı?
PKK’lıların
Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla Habur’dan giriş yapıp teslim oldukları
günün ikinci yıldönümüydü, saldırı bu nedenle gerçekleşmiş olabilir mi?
Dışişleri
Bakanı Ahmet Davutoğlu, hafta sonu kritik bir görüşme yaptı ve ilk kez
Suriyeli muhaliflerle resmi temasta bulundu, acaba bununla bağlantısı
var mı?
Baskına ‘neden’ arama soruları uzayıp gidiyor...
***
Hâlbuki sorulması gereken soru, baskının neden ve niçin olduğu değil...
Sorulması
gereken soru, sınırdaki bir tugayın ve güvenlik birimlerinin ağır
silahlarla nasıl bu kadar rahat saldırıya uğraması...
Bu kadar büyük bir can kaybı vermesi...
***
Gerçek
sorular sorulmayınca, neredeyse otuz yıldır izlemekten yorulduğumuz
‘kes, yapıştır’ nutuk ve demeçler tedavüle sürülüyor ve kamuoyu
oluşturmaya yönelik hiçbir işe yaramayan kanıksadığımız haberler
uçuruluyor:
‘Bölgede büyük bir operasyon başlatıldı’...
‘Sınır ötesi harekât’...
‘Uçaklarımız bombalıyor’...
Baskını
yiyip, askerlerimizi göz göre göre öldürttükten sonra sınır ötesi
harekâtın, kamp bombalamanın, geniş operasyonu başlatmanın hiçbir
kıymeti harbiyesi yok ki...
Esas yapılması gereken, tugaya kimsenin saldırmayı göze alamayacağı bir zindelik ve caydırıcılık refleksi kazandırmak...
Otuz
yılda buna sahip olamadığımız için şablon nutuk ve hamasi askeri
haberlerle bir sonraki baskın ve ölümleri bekliyor, adeta artarak
büyüyen can kaybını sıradanlaştırıyoruz...
***
Çukurca
21’inci Sınır Jandarma Tugay Komutanlığı, baskın vermeyi aklından
geçirenin dudağının uçuklayacağı bir güç ve dermanda olsa bunları mı
konuşuruz?
Hâlbuki bizde baskın verildiği gibi, saatlerce süren
çatışmalar yaşanıyor ve görülmedik ölçülerde askerimiz ölüp,
yaralanıyor...
Üstelik eski terminolojide de ısrar etmeye devam ediyoruz...
Olup biteni ‘terör’ olarak görme eğilimimiz devam ediyor...
Siz hiç askeri tugaya baskın veren, saatlerce çatışan, mangalarca asker öldüren ‘terör’ gördünüz mü?
Güneydoğudaki
‘düşük yoğunluklu savaşı’ hala ‘terör’ olarak tercüme edince de
ardındaki sosyal dinamiği ve olayın gerçek boyutlarını da bilerek
ıskalıyorsunuz, sorun bu nedenle de bir türlü çözülemiyor...
***
Dün sabah erkenden kalktım...
Bütün gazeteleri okudum...
Yazımı 2012 bütçesini yazmak üzere kurguladım...
Ne ki sabahın erken saatlerindeki gelen ilk telefonla alt üst oldum...
‘Keşke gerçek bir ordumuz olsa da çocuklarımızı kimse öldüremese’ diye düşündüm...
***
Bu büyük kemikleşmiş zafiyeti konuşmadıkça sorunun ‘güvenlik’ boyutunu da çözemeyeceğiz...
Sosyal ve siyasal yanını ise zaten çözemiyoruz...
Çözsek bugüne kadar 29 kalkışma olur muydu?
Sonuncusu neredeyse otuz yıldır sürdüğü gibi, sınır tugayı da hala kendini koruyamıyor...
Ve
çocuklarımızı yitirdiğimiz her baskının ardından hep aynı hamasi
şarkıyı dinleye dinleye gençleri kaybetmeye devam ediyoruz...