19 Ekim 2011 Çarşamba

Dağlıca'daki sis perdesi aralanırken... / Mustafa Ünal

Ne olduğunu aslında tam bilmiyoruz.
Daha o gün bir tuhaflık olduğu belliydi. Cevaplanması gereken bir yığın soru... Hepsi de boşlukta kaldı. Hatırlayın o günleri, birileri gerçeği ortaya çıkarmak isterken, bir başkaları üzerine şal örtmekle meşguldü. Bazı bilgi kırıntıları bile 'garip bir duruma' işaret ediyordu.
O sabah Türkiye, gece olup bitenlerden habersiz referandum heyecanıyla uyandı. Cumhurbaşkanını halkın seçmesi oylanacaktı. Bu son dönemin en önemli reformlarından biriydi.
Cumhurbaşkanlığı seçimi her defasında 'Çankaya savaşlarına' dönüşüyor, siyasi alan siyaset dışı odakların işgaline uğruyordu. 27 Nisan muhtırası, 367 krizinin gölgesinde toplanan Meclis, Abdullah Gül'ün aday olduğu seçimden sonuç alamadı. Ülke erken seçime sürüklendi. Kördüğümü halkın iradesi çözdü.
Cumhurbaşkanını direkt halkın seçmesi en doğru yoldu. Meclis'ten geçti, halka gitti. Ancak Türkiye, sabah Dağlıca'dan gelen haberle sarsıldı. Karakol, baskına uğramıştı. Bilanço çok ağırdı. 12 şehit, onlarca yaralı, teröristler tarafından alıp götürülen Mehmetçikler vardı.
Bir terör saldırısı mıydı, yoksa birileri referandum oyunu geceden mi kullanmıştı? Yoksa başka seçenek mi söz konusuydu? Bir karakol baskını, ilk kez bütün yönleriyle sorgulanmaya başlandı. Bu kez kahramanlık öyküleriyle geçiştirilmedi. Sorular daha fısıltı şeklinde değil, yüksek sesle soruluyordu.
O gece ne yaşanmıştı? Bir ihmal mi söz konusuydu? Ağır silahları günler öncesinden karakolun çevresine taşıyan teröristler neden fark edilemedi? Burada Taraf Gazetesi'nin hakkını teslim etmek gerekir. Gözü kara şekilde olayın üzerine gitti. O güne kadar bilindiği halde çeşitli nedenlerden dolayı konuşulamayan kimi gerçekleri cesaretle kamuoyuna duyurdu.
'Dağlıca biliniyordu' manşetini attı. Yetkililerin öncesinden istihbarat bilgisine sahip olduğunu belgeleriyle açıkladı. Şamil Tayyar'ın yazılarını hatırlıyorum. Yazdıklarıyla o gece yaşananların perdesini bir nebze araladı.
Dağlıca kâbus dolu bir gece olarak unutulmaya yüz tutmuşken Karakol Komutanı Yarbay Onur Dirik, sahneye çıktı. Önceki gün Zaman'da yayımlanan açıklamalarını okumuş olmalısınız. Çok önemli şeyler söyledi. Söyledikleriyle Dağlıca dosyasını yeniden açtı.
Şu açıklamayı okur musunuz: "Oluşturduğumuz özel birlikle PKK saldırısından 4 saat öncesinde operasyon planlamıştık. Ancak üst komutanlar bu operasyonu iptal ederek bölüğü teröristlerin bulunduğu bölgenin tam tersi istikamete yönlendirdi."
Kim o üst komutanlar? İstihbarata, çevredeki hareketliliğe rağmen karakol neden zayıf düşürüldü? "Taburun muharebe etkinliği zaman içinde törpülendi. Ve sanki saldırıya karşı güçsüz hale getirilmek istendi." diyen, dışarıdan biri değil, Karakol Komutanı Dirik. "Kamuoyuna yansıyanlar buzdağının görünen yüzü." yine onun sözü.
Daha buzdağının altı var yani. Bunları bilmek de kamuoyunun hakkı. Bir iddiaydı, karakolun üzerinde görünen insansız hava aracının doğruluğunu teyit etti. Dirik'in açıklamaları, göz ardı edilecek türden değil. Bu, illegal yollardan elde edilmiş ses kaydı da değil. Buna rağmen gerekli yankıyı bulduğu da söylenemez.
Neden mi konuştu? Birçok sebebi olabilir. İnsan psikolojisinin gereği olayın üzerine yıkılacağını gördüğü için konuşmuş olabilir. Vicdanı da ihmal etmemek gerekir. Bu kadar ağır bir tablo karşısında vicdanın sessiz kalması mümkün değil. O vicdan geceleri uyutmaz. Konuşunca rahatlayabilir ancak.
Sebebi ne olursa olsun Dirik'in söyledikleri çok önemli. Gazete sayfalarında unutulup gidecek sözler değil. Dağlıca nereden mi çıktı? Karakol komutanının açıklamaları o dosyayı tekrar açtı. İki gün sonra o kâbus gecenin yıldönümü. Olayın üzerinden tam dört yıl geçmiş.
O gece Dağlıca'da ne oldu? Sis perdesi giderek aralanıyor. İyi de oluyor.