19 Ekim 2011 Çarşamba

19 Ekim'den 19 Ekim'e / Umur Talu

19 Ekim 2009’du. Yerel seçimler sonrasındaki atmosferle, Kandil ve Mahmur’dan gelen 34 kişi Habur’dan “Barış Grubu” olarak girmişti.
19 Ekim 2011. çok sayıda saldırıyla, en az 26 “şehit” (daha) bu topraklara düştü. (Bir gün önce, hem de zırhlı araçta mayının aldığı 5 polis, biri bebek, ikisi çocuk dört sivilden sonra)

Bu iki yılda ne oldu:
O gün “açılım”da olan hükümet, sonradan bundan vazgeçti ve seçimlere doğru “savaşçı” tona geçti. “Kürt sorunu yok, terör sorunu var”a kilitlendi. Saldırılar da bu atmosferi adeta meşru kıldı! çok sayıda BDP’li de dahil, yüzlerce kişi KCK tutuklusu oldu.
O “Barış Grubu”ndan 16 kişi bir süre önce hapis cezası aldı.

O gün “Türkiye’nin en iyi dostlarından” olan Suriye, bugün “düşman” ilan edildi; PKK içindeki Suriyeli ağırlığı ve Suriye etkisi “terörist saldırılar”a gaz verdi.
Suriye politikamız, Rusya ve İran’a da ters düştü.
Yine “iyi dost” İran, aşırı NATO kankalığımız ve İncirlik’teki nükleer başlıkların üstüne bir de füze kalkanına ev sahipliğimiz yüzünden soğudu.
Komşularla sıfır sorun derken, bölgede “her türlü savaş haleti-ruhiyesi”ne girmiş bir devlet ortaya çıktı.

Hükümet, çeşitli biçimlerde orduya hakim olmasının, Genelkurmay Başkanlığı’na Jandarma Komutanı’nın gelmesinin ardından daha “sınır ötesi”ci evreye geçti.
“Asker yerine polis” sloganıyla, yeniden “özel Harekatçı” günlerin sinyali verildi; çok sayıda sıradan polis de hedef haline getirildi.

PKK, Türkiye’de olan bitenler kadar; İran, Suriye ve (her daim) İsrail’in Türkiye ile gerilimlerinin müsait ve kışkırtan üstünde yeni (ve yine) 80-90’ların kanlı havasını buldu!

Siyaset, barış umudu, yeni Anayasa ile yeni bir dönem ufku hepsi bir kalemde boğuldu!
30 yıl daha dolmadan ölü sayısının yuvarlak rakamı 50000’e ulaştı!
Yeni tertip çocuklara, yeni mezun genç polislere; bu ülkenin tüm yoksullarına, bölgenin 30 yıl önce daha doğmamış gençlerine ölüm ve öldürme yolları ardına kadar açıldı!
Yurdun dört yanına sıra sıra dağılmış tabutlara; Türkçe, Kürtçe ağıtlara; evladına doyamamış analara; kanın kana karıştığı toprağın müebbede mahkum matemine bağrımız sonuna kadar açıldı.

Savaş barışı; nefret aklı; şiddet vicdanı; ölüm hayatı; hayal kırıklığı umudu; yoksul çocuklar bir ötekini bir kez daha yutuyor!
Hayatları, varlıkları aşağılanmış binlerce yoksul gencin mermisi bir ötekinin bedeninde...
İster devlette, ister örgütte; muktedirler, ağzı büyük laf yapanlar, şiddete tapanlar, her felakette haklılık taslayıp ölüm kusanlar, yine onların cesetleri üstünden konuşuyor işte!
Bebeklerin minik tabutlarına adeta basarak; demokrasi, barış, özgürlük, devlet, hak, hürriyet, adalet, intikam, kana kan gibi büyük laflar ediliyor işte!

Elbet teröre, cinayete, katliama, saldırıya adıyla hitap edelim; lanetleyelim.
Ama, bir devletin, bir hükümetin onca yalpasına, yanlışına, bu ülkeyi kandan çıkaramayışına ne diyelim!

Biz, kararmış ruhlarımızla, onca kaybımızla, kurban çocuklarımızla öyle küçüldük ki...
Bu devlet, bu hükümet, bu millet öyle ekonomik büyümeyle, dünyada ve bölgede büyüklükle filan övünemez!
Ayıptır, günahtır!

İsraf ve insaf!

İsraf: Bakan Egemen Bağış dedi ki, “Milli Güvenlik dersine, ülkeyi korumakla görevli subayların işi gücü bırakıp üniformasıyla girmesi israftır. Avrupa’da üniformalı ordu mensubunun ders verdiği bir örnek yoktur. Bu subaylar başka görev yapmalı.”

İnsaf: “İktidar, bir kanun değişikliğiyle, sınırlamayı kaldırıp Milli Güvenlik öğretmenlerinin 7 saati aşınca da ek ders ücreti almasını mümkün kıldı ve görevli subaylara ek katkı sağladı. O subaylar işi gücü bırakıp gelmiyor; Tayin Şubelerinden o derse öğretmen atanıyor, özellikle kentlerde başkaca işi olmuyor. Uygun subay bulunmayan küçük yerlerde, uzun yıllar yedek subay olmuş memurlar tayin edilirken, üniversite mezunu, hatta yüksek lisanslı olsa da mesela astsubaylar yanaştırılmıyor.”