1 Ekim 2010 Cuma

Genelkurmay Başkanı'nın sükûtu... / Hüseyin Gülerce

Genelkurmay Başkanı Org. Işık Koşaner'in eski komutanlardan farklı olarak, konuşmamayı tercih ettiği görülüyor.

Hüsnü zanla bakıp, bunu suskunluk olarak değil, sükûtun mesajı olarak anlamayı deneyeceğim. Bu sükût, önümüzdeki dönemle ilgili kuvvetli işaretler de veriyor. Şahsen ben şöyle değerlendiriyorum:

Silahlı Kuvvetler, içinden geçtiğimiz süreçte, taraf konumunda olmanın, kendilerini yıprattığını kabul ediyor. Ergenekon davası, beklenmeyen gelişmeleri, gözaltı ve tutuklamaları getirdi. Emekli kuvvet komutanlarına, görevdeki yüksek rütbeli muvazzaf generallere kadar dayanan yargı süreci, o kadar hızlı cereyan etti ki, Genelkurmay Karargâhı, kendisinden beklenen performansı sergileyemedi. Önceki Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, zaman zaman agresif, anlamsız, aceleci tepkiler verdi. Yargıya müdahale eden tavırlar sergiledi. Ve çok konuştu. Her konuşması, Silahlı Kuvvetler'i tartışmanın içine daha çok çekti. Adeta demokratikleşmenin, yargının sağlıklı işlemesinin karşısında direnen bir kurum imajı doğdu.

Sayın Koşaner, anlamlı sükûtu ile bu imajın değişmesinde çok olumlu bir süreci başlatabilir. Ancak kabul etmeliyiz ki, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yıpranmasını önleyecek bu yeni süreçte, herkesin ayrı ayrı sorumluluğu var.

Sayın Koşaner sükût ediyor ama bunu, yapılanları sineye çekmek olarak anlamamalıyız. Verilen mesaj şudur: Devlet içindeki hukuk dışı yapıların temizlenmesinde, TSK da üzerine düşeni yapmaya hazırdır. Suçluların yanında olunmayacaktır. Kendini devlet yerine, kanun yerine koymuş kim varsa, cinayet işlemiş, işletmiş, Güneydoğu'da kaçakçılık, uyuşturucu ticareti, menfaat temini, akla gelen ne suç varsa, bunlara kim bulaşmışsa cezasını çeksin... Ancak, terörle mücadelede hayatını ortaya koymuş, aylarca çoluk çocuğundan uzakta, dağlarda postallarıyla yatmış kalkmış, vatan demiş, bayrak demiş, şeref demiş kahramanlarla oynanmasın. Servetini izah edemeyecek adamlarla, devlet malına el uzatmamış gerçek komutanlar karıştırılmasın... Bütün orduyu töhmet altına alan toptancı yaklaşımlardan uzak durulsun. Bu ordu; bu millete, bu devlete lâzım.

Eğer böyle ise, anladığım gibi ise, yeni Genelkurmay Karargâhı, herkese bir çağrı yapmış oluyor. Bu çağrı, referandumdan çıkan "evet"in getirdiği demokratikleşme rüzgârı ile daha da önem taşıyor. Hükümet, özellikle Sayın Başbakan, yeni kucaklayıcı ve hoşgörülü üslubu ile bu çağrıya en hızlı ve güzel cevabı vermiş oldu. CHP'de Sayın Kılıçdaroğlu'nun, parti zihniyetine ters çıkışları da umut verici...

Şimdi sırada yargı ve medyanın yeni dönemdeki sorumluluğu var. Yargıya farklı iki açıdan bakılınca şunları söyleyebiliriz: Birincisi, bilhassa yüksek yargıda maalesef, ideolojik odakların demokratikleşmeye ve adaletin tecellisine karşı dirençleri devam ediyor. Cihaner davasının Yargıtay'a taşınması bunun son örneğidir. Ergenekon davasıyla ilgili haber ve yazılarından dolayı gazetecilerin, yazarların hakkında açılan davaların sayısı bini aştı. Bu, basın özgürlüğüne karşı bir tehdittir. İkincisi, Ergenekon davasıyla ilgili olarak, uzayıp giden duruşmalar, artık vicdanları isyan noktasına getirmiştir. Geç gelen adalet, adalet değildir. Ergenekon davası ciddiyetini ve önemini kaybetmemelidir. İki yıldan fazladır tutuklu olan, durumu netleşmemiş insanların varlığı, kaygı ve endişe doğurmaktadır. Medyanın sorumluluğuna gelince. Referandumdan çıkan evet, merkez medyayı sakinleştirmiş gibi görünüyor. Ayakları yere daha bir sağlıklı basıyor. Eğer rol yapmıyorlarsa, bu iyiye alamet sayılabilir...

Yeni dönemde, demokratikleşmeyi ve Ergenekon davasını önemseyen medyaya da kanaatimce şöyle bir sorumluluk düşüyor: Biz de üslubumuzu yumuşatmalıyız. Sertliğe sertlikle cevap vermemeliyiz. Kendimize yakışanı yapmak noktasında daha fazla hassasiyet göstermeliyiz.