Bedelli ile başlayan, tek tip askerlikle devam eden tartışma zorunlu askerliğin sorgulanmasına dönmüş durumda. Subay eşlerine elli kuruşa fön çeken kuaför tayfasını çıkarınca geriye kalan asker sayısının yedi yüz bin olmadığı hesaplanıyor. Bu hafta tartışmaya katkı olması için, insanı seven bir sivil hastalıkları uzmanı olarak insani bir pencere aralayacak, muhtemel sorularınızla da konuyu açacağım.
Kundak bebekler ve askerler
Zorunlu askerlik bu çağın insanına uygun bir şey değil.
Eskiden bebekler kundaklanırdı. Bir bebek altı ay boyunca hazırolda dururdu. Bu pozisyonundan kurtulmak için yapabildiği tek şey bezini bir güzel doldurmaktı. İşte bezi çözülüp yeniden bağlanacağı süre içerisinde elini kolunu oynatır sonra yeniden kundak marifetiyle esas duruşa geçirilirdi.
Büyüdüğü evde dayak cennetten çıkmaydı. Büyüklerin yanında konuşulmazdı. Okula giden çocuklar için anne-baba ile öğretmen arasında şöyle bir diyalog geçerdi: “Eti senin kemiği benim.” Bu felsefenin hâkim olduğu okulda siyah önlük giyilirdi.
Sınıflarda kitaplar açılır, “Neden” diye sorulmadan okunur ve ezberlenirdi.
Almanya’daki akrabalarla yılda bir mektuplaşmak, ayda bir kez telefonda konuşmak çok sıkıfıkı olmak demekti.
Peki ya şimdi...
Bebekler artık kundaklanmıyor. Hayata gözlerini açtıkları andan itibaren ellerini kollarını sallayabiliyorlar.
Dayak desen kalktı. Çocuğuna elini kaldıran baba “Bana vuramazsın, benim haklarım var” cevabını alıyor şamar gibi.
Okullarda kıyafetler renklendi. Öğretmenlerin ters bir sözü bile türüne göre şiddet, ayrımcılık ya da taciz davası konusu oluyor. Gazetelerde okuyoruz.
Almanya’daki akrabalarla Skype’tan MSN’den her akşam görüntülü konuşuluyor. Çocuğuna cep telefonundan bir an için ulaşamayan anne-baba panik oluyor. Herkes her gelişmeden ânında haberdar. Facebook’ta gelen arkadaşlık tekliflerine onay vermeyi geciktirdiğin kişilerle ilişkin bozuluyor.
Katı disiplinin, tek tipin, dayağın olmadığı, her an herkese ve her bilgiye erişimin sıradan hale geldiği bir hayattan; onbeş ay, bir yıl, beş ay ya da yirmi bir gün askerlik hayatına geçmek her şeyden önce eşyanın tabiatına aykırı.
Paintball yapan kadın
Soru: Askerlikte her erkek savaşmayı öğrenir. Savaşmayı bilmezsen savaş olduğunda topraklarını koruyabilir misin?
Cevap: Bir yıl askerlik yapan bir adam beş yıl sonra öğrendiklerinin ne kadarını hatırlar? Şehrimize düşman saldırdığında beş yıl önce askerlik yapmış bir erkek mi daha iyi savaşır, yoksa her ay şube olarak paintball oynayan bankacı bir kadın mı? Ne dersiniz?
Savaşçı millet
Soru: Türkler asker millettir, savaşçı millettir. Türkleri askerlikten kopartamazsın.
Cevap: Sürekli ereksiyon halinde olmak bir hastalık olduğu gibi; asker millet, savaşçı millet olmak, yani her an savaşmaya hazır eli tetikte beklemek de normal bir durum değildir. Ne mutlu bize ki Türkler asker ya da savaşçı değildir. Hiçbir millet değildir çünkü.
Kendi canı, sevdiklerinin canı, malı tehlikede olan her millet savaçıya dönüşür. Bir tavuğun civcivlerine kötülük yapmaya kalktığınızda, korkak olarak nam yapmış o hayvancağız bile alçaktan iniş yapan kartal gibi üzerinize atılır.
Davul zurna ve terlik istirahati
Soru: Bizde askerler davul zurna ile uğurlanır. Asker babası sigarasını şişinerek içer. Anne gözyaşlarını başka bir gururla döker.
Cevap: Davul zurna ile uğurlanan askerler terlik istirahati almak için sonra sıraya girer. Şafak saymak için türlü türlü ritüeller üretilmiştir. Askerden dönenler ne kadar rahat askerlik yaptıklarıyla övünürler. İşte o cümlelerden bazıları: “Paşanın postasıydım, makam şöförüydüm, yazıcıydım, içtimaya bir kere bile çıkmadım, bir kere bile nöbet tutmadım, vb.”
Anne-babanın gururu daha çok çocuğunun büyümüş olduğunu ilk kez anlamasındandır.
Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon
Ana Bilim Dalı Başkanı, Ruh ve Sivil Hastalıkları Mütehassısı