9 Ocak 2012 Pazartesi

İmza ve ordu / Ahmet ALTAN


Emekli Orgeneral İlker Başbuğ, ordunun hükümeti devirmek için açtığı internet siteleriyle ilgili emri kendisinin vermediğini söyleyip, “Benim adıma imza yeri açmışlar ama o belgeyi ben imzalamadım, benim imzam yok o siteler için verilen emirde” dedi mahkemede.

O belgeyi, Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Hasan Iğsız’ın imzaladığını belirtti.
Dün Iğsız’ın avukatıyla görüştü arkadaşlarımız.
Orgeneral Iğsız adına konuşan avukatı yeni bir açıklama getirdi:
“Orgeneral Iğsız, o belgeyi komutana arz edilsin diye imzaladığını, belgeyi komutana götürmenin kendi görevi olmadığını, görevi olan birimin bunu yapmadığını söylüyor”dedi.
Anlayacağınız, Genelkurmay yasadışı bir iş yapıyor.

Bunun için bir belge hazırlıyor.
O belgeyi İkinci Başkan “Genelkurmay Başkanı’na da imzalatın” diye imzalıyor ama belgeyi“komutana” götürmekle görevli olanlar götürmüyorlar, onun yerine siteleri açıyorlar.
Genelkurmay Başkanı, sitelerin açıldığını bilmiyor.
İkinci Başkan, emri “komutanının” imzalamadığını bilmiyor.
Bu iki orgeneral Türkiye Cumhuriyeti Genelkurmay Başkanlığı karargâhının en üst düzeydeki iki yöneticisi.

İkisinin yaptığı açıklamalardan çıkarttığımız sonuç, karargâhlarına hâkim olamadıkları, isteyenin istediğini orada yapabildiği.
Bu açıklamaları, “suçu” daha düşük rütbeli birinin üstüne yıkmak için mi yapıyorlar yoksa gerçekten“karargâh” denen yer böyle kim kime dum duma bir yer mi bilmiyorum.
İki ihtimal de birbirinden beter.

İkisi de askerliğe de, ciddiyete yakışmayan ihtimaller.
Sadece bu tek olay bile ordunun durumunu göstermeye yetiyor.
Fazlasıyla siyasete bulaşmış, disiplinini kaybetmiş bir yapı bizim ordu.
Bunun baştan aşağı değişmesi gerekiyor.
Ama o da ciddi bir çaba ve kalıcı çözümler gerektiriyor.
Hükümet ise böyle bir çabayı gösterecek gibi durmuyor.

Baksanıza, çok demokrat, disiplinli, sivil otoriteye saygılı denen son Genelkurmay Başkanı Orgeneral Özel bir demeç verdi.
Söyledikleri arasında iki tanesi özellikle dikkat çekici, hatta irkilticiydi.

Birincisi, “anadilde eğitime karşı olduğunu” açıkladı.
Kimse de “anadilde eğitimden sana ne” demedi. Eğitimle, Genelkurmay Başkanı’nın ne ilişkisi var?
Eğitimin nasıl yapılacağından Genelkurmay Başkanı’na ne?

Eğitimle ilgileneceğine “Uludere” ile ilgilensin, sorumluları bulsun, açıklasın.
Onunla eğitimin bir alakası yok.
İkincisi de, “askerler ne karışır” diyen Milli Savunma Bakanı’nın gelip kendisinden özür dilediğini söylemesi.
Milli Savunma Bakanı neden Genelkurmay Başkanı’ndan özür diliyor?
Askerlerin her şeye karışacağına mı inanıyor?

Kalabalıklar önünde gerçek bir demokrat ve bakan gibi durup, gizlide generallerin eteklerini öpmek de ne anlama geliyor?
Genelkurmay Başkanı da bunu niye açıklıyor?
Bu da “demokrasiye saygılı” Genelkurmay Başkanımız.
“Askerî vesayet bitti” deniyor.
Askerî vesayetin bitmesi, bir genelkurmay başkanının “anadilde eğitim” gibi çok hassas bir sosyal ve siyasi konuda ağzını bile açmaması, bakanların da gidip gizlice onlardan özür dilememesi demek.
Ama görüntü pek öyle değil.

Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün yapısının baştan aşağıya değişmesi, 12 Eylül’den kalan bütün yasaların ve yönetmeliklerin iptal edilmesi, yepyeni bir anayasa yapılması gerekiyor.
Aksi takdirde biz bu saçmalıkları ve felaketleri yaşar dururuz.

Karargâhına sahip olmayan generallerle, dört saatte Uludere’den doğru dürüst bir istihbarat alamayan bir orduyla bizim başımız dertten kurtulmaz.
Bu Cumhuriyet sakat.
Arada bir yerinden kalkıp iki adım atması, onu sağlam yapmıyor, o iki adımdan sonra gene çöküyor.

Devlet şeffaf olacak her şeyden önce.
İlişkiler net olarak belirlenecek.
Ordunun tavrı “komutandan komutana” değişmeyecek.
Generaller sivillerin işlerine karışmayacak.
Bir hata yapıldığında sorumlular hemen belirlenecek.
Hasan Iğsız, imzaladığı bir emrin İlker Başbuğ’a gidip gitmediğini bilmiyor, Uludere için verilen emirler de böyle elden ele dolaşırken bu felaket yaşandıysa hiç şaşmamak lazım.

Yapısı bu çünkü.
Ama bu yapı neticede bu ülkenin geleceğini sarsıntıya uğratıyor.