2 Eylül 2010 Perşembe

Hafıza-i beşer nisyan ile malûl olmamalı / Ahmet Selim

27 Mayıs öncesinde halk galeyan halindeymiş, bunu gören üniversite gençliği de halkın galeyanına tercüman olarak eylem yapmış, darbeciler de bu halk isyanını başarıya ulaştırmış!

Bu kadar uydurma bir şey olur mu? Halkın ne ilgisi vardı 28 Nisan'la, 555 K. ile 27 Mayıs'la? 27 Mayıs'ı hazırlayan kışkırtan, CHP teşkilatı idi. Üniversite eylemleri de onların eseriydi. 27 Mayıs'ta, milletin seçtiği ve desteklemeye devam ettiği bir iktidar, millî irade iptal olunarak alaşağı edilmiştir. 27 Mayıs'tan sonra da, darbenin sorumlusu olarak gördüğü CHP'ye değil, DP'nin devamı durumunda olan partilere oy vermiştir.

Suphi Karaman'a göre idam hükmü veren Yassıada Mahkemesi hukuka uygun olarak teşekkül eden adil bir mahkeme imiş, verdiği kararların hukukîliği tartışılamazmış, ama 12 Mart'tan sonra kurulan mahkemeler hukukî değil siyasî mahkemelermiş!

Şu kadar yıl sonra bile bunları hiç sıkıntı duymadan laf diye söylüyorlar.
27 Mayıs bir "aydınlanma" hareketi imiş! Demokrasinin temellerini atmışlar. Dinamitlemişler değil de atmışlar!

Şu rahatlıklarına ve heyecanlarına bakınız. Sabaha kadar şevkle konuşuyorlar, telefonlarla bağlanıyorlar, meş'um cinayetleri yarım asır sonra bile haklı buluyorlar ve kendilerine laf anlatmaya çalışanlara çullanmakta beis görmüyorlar.

Ne değişmiş? Hiçbir şey. Aynı kafa, aynı ruh.
Güya birinde biraz farklılık var. Fakat "1971, 1968'i bitirdi" diyerek, silahlı eylemleri sahiplenmiyor. Yalnız "1968 ile 1971 arasında Marks-Lenin orak-çekiç falan yoktu. Biz Atatürkçüydük sadece. Aksini ispatlayan olursa ben hainliği kabullenirim." derken yanıldı. Onların hepsi 1971'den önce de vardı. Her şeyi arkadaşları yazdı, kayıtlarda da vardır. Ben sadece kendi hatırladığımı söyleyeyim: Mesela İktisat Fakültesi'nin binasında Guevara'nın resmi duvar boyu asılıydı.

Demokrasiyle hiçbir alakaları yoktu. MDD'yi ve cuntacılıklarını anlamak için Hasan Cemal'i okumak yeter. Daha da öncesinde; üniversite, Aydemir cuntasıyla dirsek temasındaydı. İhtilâfları "şiddeti alttan mı fışkırtsak tepeden mi indirsek?" noktasındaydı. Ne demokrasisi!

Yakın geçmişle ilgili değerlendirme kabulleri; hâlâ gerçek dışılıklara, iftiralara, saptırmalara, uydurmalara, samimiyetsizliklere dayanmaya devam ediyor.

Yazıldı; her şeyi, yapanlar bizzat kendileri yazdı. Okunmamıştır belki diyerek biz de toplayıp derinleştirerek defalarca yazdık. Hiç faydası yok. Tarafsız görünenler bile, yakın geçmişle ilgili analizler yaparken "yalan"a dayanmaya devam ediyor. Bunları referandum öncesinde hatırlamakta büyük faydalar var.

... 14 Mayıs, bir büyük demokrasi hareketidir; 1950-1960 arası, ekonomik kalkınmanın bir altın dönemidir; 27 Mayıs'la 14 Mayıs katledilmiştir ve Besim Tibuk'un dediği gibi de, bugün hangi belalı ufunetli mesele varsa, hepsinin kökü 27 Mayıs'a uzanır.

68'liler 27 Mayıs'ı 9 Mart'la tamamlayacaklardı, başaramadılar. Ama millete de yapacaklarını yaptılar.

Tarık Zafer Tunaya, Mustafa Gürkan'a şu vasiyette bulunmuş: "Ben öldükten sonra, kabrime iki adet gül getirip bırakırsın. Birini GAP bitince, diğerini Avrupa Birliği'ne girdiğimizde." Ne kadar geç, ne kadar yetersiz, ne kadar anlamsız algılamalar bunlar Gürkan kardeşim.

1950'den bu yana 52 yıl geçmiş. Bu 52 yılı doğru anlayıp değerlendirmeden bundan sonrası da görülemez. Bu 50 yılda, belki Batı'nın 2-3 asırda yaşadıklarının yoğunlaştırılmış birikimi var. Birikimsiz demokrasi olmaz. Tahlil bile yapamazsınız.

... Şu hatırayı da nakledeyim: Menderes, 14 Mayıs'tan sonra, Bayar'ın yanına gidip "Efendim, hocamızın başvekalete tensibini zât-ı âlinize arz etmeye geldim" der. "Hocamız" dediği Fuat Köprülü'dür, Celâl Bayar gülümseyerek şu cevabı verir: "Başvekil siz olacaksınız Adnan Bey!" Tevâzuyla geldi, vecdile hizmet etti, çok sevildi ve asıldı. Yaşanan vahim kırılmanın başlangıç noktasında onun kanı var. Demokrasi bundan dolayı herkesin çadır kurar gibi parti kurduğu bir tükenmişliği yarım asır sonra bile aşamıyor. Referandum öncesinde bunları hatırlamakta büyük faydalar var.