3 Eylül 2010 Cuma

‘Aslan Paşa’nın ‘iyi’ sivilleri... / Alper Görmüş

Taraf’ın 30 ağustos tarihli sayısında Mehmet Baransu imzasıyla yayımlanan “Aslan Paşa’nın suçlu kulakları” başlıklı manşet haberde benim ilgimi en çok, “Aslan Paşa”nın, “suçlu kulaklar”ı hükümetten gizleme konusundaki mahareti çekti... Çünkü ben, Orgeneral Aslan Güner’in, yine Genelkurmay İstihbarat Başkanı iken hazırladığı çok önemli bir belgeyi (TSK’ya “dost” sivil toplum kuruluşları belgesi) zamanın Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ten gizlediği konusunda çok ciddi şüphelere sahibim. Bu şüphemi daha önce dile getirmiştim, şimdi bu yeni vaka ile birlikte şüphelerim daha da büyüdü...

Önce taze habere kısaca bir göz atalım, ardından da Aslan Güner’in eski vakasını hatırlayıp iki gelişmeyi karşılaştıralım.

Taze haber, özet haliyle şöyle:
“(Şu anda Genelkurmay İkinci Başkanlığı görevini yürüten Orgeneral Aslan Güner’in) İstihbarat Başkanlığı görevini yürüttüğü sırada skandal bir olaya imza attığı ortaya çıktı. ‘PKK’lıları dinleyeceğiz’ gerekçesiyle İsrail’den Genelkurmay Elektronik Sistemleri (GES) Komutanlığı’na alınan sistemle, kamuoyunun yakından tanıdığı isimler dinlenmiş. 3 Temmuz 2005’te yürürlüğe giren Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB) Kanunu’na göre dinlemeleri sadece MİT, Emniyet ve Jandarma yapabiliyor. GES Komutanlığı’nın dinleme yetkisi olmadığı gibi dinleme amaçlı malzeme alım yetkisi de yok. TİB Kanunu’ndaki bu maddeyi bilen Aslan Güner, yasadışı dinleme yapabilmek için beş yıl önceki bir genelgeyi gerekçe göstermiş. Savunma Sanayii İcra Kurulu’nun 2002 yılındaki kararını gerekçe gösteren Güner’in, kurulda bulunan Başbakan ve Milli Savunma Bakanı’ndan da bu alımı gizlediği öğrenildi.”

Güner dinlememiş ama...
Baransu’nun haberine göre, Aslan Güner talebini 2007’de, üyeleri arasında Başbakan ve Milli Savunma Bakanı’nın da bulunduğu Savunma Sanayii İcra Kurulu’nun (SSİK) gündemine getirdi. Güner, yurtiçindeki telefon görüşmeleriyle ilgili olarak 2005’te çıkartılan yasayı bildiği için, talebinin “yurtdışına ve uydudan görüşmelere” yönelik olduğunu bildirdi. Başbakan ve Milli Savunma Bakanı’nın, teklifin bu haliyle TİB Kanunu’na aykırı olmadığını düşünerek talebe onay verdiği ve böylece aldatıldıkları anlaşılıyor.

Genelkurmay Başkanlığı’nın çarşamba günü yaptığı açıklamada, alımın “yasal ve belgeli” olduğu söyleniyor ama hükümet üyelerinin o tarihte neye onay verdikleri açıklanmıyor.
Oysa bu onaydan sonra yine Aslan Güner’in talimatıyla, sistem cep telefonlarını, hatta kriptolu cep telefonlarını da dinleyebilecek şekilde donatılıyor.

Cumhuriyet gazetesi çarşamba günü (1 eylül) dinleme cihazının, Güner’in İstihbarat Başkanlığı görevinden ayrıldığı (Ağustos 2007) tarihten sonra Türk Silahlı Kuvvetleri envanterine girdiğini (Mayıs 2008) hatırlatarak “Güner dinlemedi” manşetini atmıştı. Güner de, Genelkurmay soruşturmasının açıldığı gün, cihazın başına oturup da dinlemediğini, dinleyen varsa hesabını vereceğini belirtmişti.

Fakat bu türden savunmalar, TİB Kanunu’ndaki açık hükme rağmen “cep telefonlarının (da) dinlenebileceği bir cihazın satın alınması” emrini veren bir askerin sorumluluğunu ortadan kaldırmaz.
Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, olayın adli yargı tarafından (da) soruşturulacağını söyledi. Konuya ilişkin gelişmeleri önümüzdeki günlerde hep birlikte takip edeceğiz.

Şimdi gelelim, eski vakaya...

Nokta, o belge için basıldı...
Nokta’nın 23. sayısının piyasaya çıktığı 5 Nisan 2007’de Radikal’den Neşe Düzel’le, bir önceki sayıda yayımladığımız “Darbe Günlükleri”ni konuşmak üzere buluşmuştuk.

Söyleşinin ortasında yazıişleri müdürümüz Haşim Akman aradı. Genelkurmay’dan bir askerî savcı dergiye telefon etmiş, bulamayınca bir numara bırakmış, kendisini aramamı rica etmişti.

Aradım. Ben, Darbe Günlükleri’yle ilgili olarak bir şeyler soracak diye düşünüyordum ama öyle değilmiş. Savcı, o gün piyasaya çıkan sayıdaki kapak haberinde kullandığımız belgenin aslını, Genelkurmay’ın iç soruşturmasında kullanılmak üzere kendilerine verip veremeyeceğimizi soruyordu. Veremeyeceğimizi söyledim.

Sonraki gelişmeler, Genelkurmay Askerî Savcılığı’nın benden aldığı cevap üzerine askerî mahkemeye müracaat edip dergide bir arama ve el koyma kararı çıkardığını gösterdi. Çünkü o telefon görüşmesinden bir hafta sonra, 13 Nisan 2007’de Nokta basıldı ve hepinizin bildiği şeyler yaşandı.

Savcının benden istediği belge, Genelkurmay karargâhında hazırlanmıştı. Altında “Aslan Güner, Korgeneral, İstihbarat Başkanı” imzası bulunan belgede, “Toplumsal Gelişime Destek Faaliyetleri” çerçevesinde işbirliği yapılacak sivil toplum kuruluşlarına ihtiyaç duyulduğu belirtiliyor, TSK ile müşterek hareket edebilecek sivil toplum kuruluşları listeleniyordu.

Belgeyi yayımladık, fakat sivil toplum kuruluşlarının listelendiği ek’i, “Kendilerini bu çerçevede değerlendirmeyebilecek, böyle bir tanımlamayı ‘sivillik’le bağdaştırmayabilecek sivil toplum kuruluşlarını tek yanlı bir değerlendirmenin mağduru durumuna sokmamak için” yayımlamadık.

Daha sonra bu tutumumuzu eleştirenler, bizi “haberin yarısını vermekle” suçlayanlar oldu. Geçerken belirteyim: Bugün bir yayın organının yayın yönetmenliğini yapsam ve benzer bir durumla karşılaşsam yine aynı şeyi yapardım.

Belgenin tarihinin (Eylül 2004) önemi
Belgenin üzerindeki “Eylül 2004” tarihi iki bakımdan çok önemliydi.

Birincisi: Belge, Darbe Günlükleri’nde dört komutanın planladığı doğrudan darbeden kesin bir biçimde vazgeçildiği döneme rastlıyordu. Bir başka deyişle, sivil siyasete müdahalenin ‘sivil’ güçler kullanılarak ve böylece görünürde meşruiyet alanı içinde kalınarak gerçekleştirilmesinin kararlaştırıldığı bir döneme (işin bu yanı Darbe Günlükleri’nde çok netti)...

Nokta’da bu belgeyi yayımladığımızda Cumhuriyet Mitingleri’nin hazırlıkları dörtnala ilerliyordu ve Tandoğan’daki ilk mitinge bir hafta kadar bir süre kalmıştı. Zaten biz de gerek Darbe Günlükleri’ndeki “Ordu çok yıprandı, biraz da siviller elini taşın altına koysun” sızlanmalarına, gerekse de yayımladığımız belgedeki “Dost STK arayışları”na dikkat çekerek Cumhuriyet Mitingleri’nin “sivil”liğini sorgulayan bir sayı yapmıştık.

Bu sorgulamayla hedefe tam isabet kaydettiğimizi Tandoğan’daki mitingde anladık: Nokta’nın o sayısı o mitingde yakıldı!

Demek ki Eylül 2004 tarihli bu belge, birinci olarak 2003-2004’teki darbe girişimleriyle 2007’deki “sivil kesimleri harekete geçirerek darbe ortamı oluşturmak” çabası arasındaki bağı ortaya koyması bakımından önemliydi.

Gözden kaçmasın: Bütün bu dönem boyunca Aslan Güner Genelkurmay İstihbarat Başkanı’ydı.

Hilmi Özkök bu belgeyi onaylar mı?
Belgenin tarihi, şu nedenle de önemliydi: Eylül 2004’te Genelkurmay Başkanlığı koltuğunda Hilmi Özkök oturuyordu. Zaten belge Nokta’ya ilk ulaştığında en çok buna hayret etmiştim. “Nasıl olur” demiştim, “Hilmi Özkök gibi bir genelkurmay başkanı, orduyu siyasetin içine bu derecede sokacak bir girişime nasıl onay verir?”

Daha önce yazdığım birkaç yazıda konu izin verdiği hatta zorladığı için kendi kendime yine bu soruyu sormuş, kafamdaki çelişkiyi, “Bu belgeyi hazırlayanlar, onu Hilmi Özkök’ten gizlemiş olmalılar”a sığınarak ancak bir ölçüde halledebilmiştim.

Şimdi, o belgenin altında imzası bulunan Aslan Güner’in 2007’deki girişimini Başbakan ve Milli Savunma Bakanı’ndan nasıl “kaçırdığını” öğrenince, eski belgeyle ilgili kuşkum neredeyse kanaat haline geldi.

Şimdi diyorum ki, Aslan Güner’in, hazırladığı belgeyi ve ardından giriştiği “sivil toplumla ilişkiler hamlesi”ni dönemin genelkurmay başkanından “kaçırmış” olması çok büyük bir ihtimaldir.

Bir tarih çakışmasına dikkatinizi çekerek bitireceğim:
Aslan Güner, “cihaz” talebini SSİK’e Şubat 2007’de getirmiş ve cihazın Mart 2007’de TSK’ya kazandırılması arzusunu dile getirmiş. Nokta ise Güner’in imzasının bulunduğu “Dost STK’larla işbirliği” belgesini Nisan 2007’de yayımladı.

Şimdi dönüp baktığımda, haberin Güner’i çok kızdırmış olduğunu düşünüyorum. O zamanlar çok tuhaf görünen bir gözü karalıkla Nokta’nın basılması kararında işin bu yanının ne kadar etkili olduğunu bilmiyorum.

Şimdi ben Aslan Güner’in o zamanki rütbesinin korgeneral, görev yerinin Genelkurmay karargâhı, görevinin istihbarat başkanlığı olduğunu hatırlatsam, birileri de bana “askerî yargının bağımsız olduğunu” hatırlatacak...

O nedenle en iyisi işin bu yanına hiç girmemek...