18 Temmuz 2011 Pazartesi

Terörle mücadele ordunun elinden alınıp polise verilmeli

USAK Kurucusu ve Çanakkale Üniversitesi Rektörü Prof. Sedat Laçiner, 30 yıllık terörle mücadelede en büyük hatanın meseleyi TSK’ya bırakmak olduğu görüşünde: “Terörle mücadele bir uzmanlık işidir. Evinizde musluk bozulunca bir acemiye mi tamir ettiriyorsunuz, yoksa bu işi bilen birine mi? Bu iş musluk tamirinden daha mı önemsiz ve basit ki, acemi gençleri sürüyoruz PKK’nın önüne? Zaten yasalarımıza göre terörle mücadeleden sorumlu kurum TSK değildir, kolluk güçleridir. Yani şehirde polis, dağda, bayırda jandarma!..”

Benim aklımdaydı aslında bir röportaj yapmak. PKK iki asker ve bir sağlık görevlisini kaçırıp, ardından da ‘Bu eylemler sürecek’ diye bir bildiri yayımlayınca, Prof. Sedat Laçiner’den bir randevu almaya karar vermiştim. Sonra “Gerisi gelecek mi acaba? Bir bekleyeyim” deyip aramadım. Ta ki perşembe günü öğle saatlerinde hiç beklenmedik bir haberle sarsılıncaya kadar... Diyarbakır Silvan’dan gelen 13 şehit haberini alır almaz sarıldım telefona... Ulaşmak kolay olmadı, benim gibi doğru ismin Laçiner olduğunu düşünen pek çok meslektaşım vardı. “Biraz uzunca konuşabilir miyiz?” soruma, “Buyrun gelin üniversiteye, ben Çanakkale’deyim” cevabını verdi.

“Niye Çanakkale?” derseniz, Prof. Sedat Laçiner, üç ay önce var olan unvanlarına bir yenisini daha ekledi de ondan... 39 yaşında Türkiye’nin en genç rektörü oldu; Çanakkale 18 Mart Üniversitesi’nin başında ve öğretim üyesi olarak ders vermeyi sürdürüyor... Yaşına bakmayın; ülkemizdeki sayılı uluslararası ilişkiler, güvenlik ve Ortadoğu uzmanlarından. Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu’nun (USAK) kurucu başkanlığını ve aynı kurumun genel koordinatörlüğünü yaptı. Ortadoğu Araştırmaları Merkezi (ODAM) Başkanlığı bir diğer göreviydi. Aynı zamanda Davos Economic Forum tarafından verilen ‘2006 Genç Küresel Lider’ unvanının da sahibi.

Şehitler vesilesiyle bir araya geldik. Tam makamının karşısında ise Gelibolu Yarımadası’nın üzerinde koskoca, beyaz taşlardan yapılmış bir Mehmetçik, elinde Türk bayrağı, altında ‘Dur Yolcu, bilmeden gelip bastığın bu toprak, bir devrin battığı yerdir’ dizesi yazıyor. Şehit toprağında konuştuk bu üzücü olayı ve getireceklerini, daha doğrusu böyle devam ederse Türkiye’nin geleceğinden götüreceklerini... Konu böylesine can alıcı olduğundan çok uzun bir söyleşi oldu. Bu sebeple birkaç gün boyunca sizlerle paylaşacağız Laçiner’in görüşlerini...

İnşallah yanılırım ama...

Birkaç temel ve çarpıcı saptamasından sonra söz onda... Söyleşimizdeki en önemli tespiti, halen pek çok kişi tarafından radikal bir görüş olarak anlaşılacak türden; “Terörle mücadele ordunun elinden alınmalı, içinde mutlaka polisin yer aldığı ayrı bir silahlı yapılanma oluşturulmalı. Askeri yapılar hantal yapılardır. Üstelik bizde asker bu mücadeleyi uzmanlarla değil, gencecik acemi askerlerle yapıyor. Terörle mücadele bir uzmanlık işidir. Evinizde musluk bozulunca bir acemiye mi tamir ettiriyorsunuz, yoksa bu işi bilen birine mi? Bu iş musluk tamirinden daha mı önemsiz ve basit ki, acemi gençleri sürüyoruz PKK’nın önüne? Zaten yasalarımıza göre terörle mücadeleden sorumlu kurum TSK değildir, kolluk güçleridir. Yani şehirde polis, dağda, bayırda jandarma...”

Bir eleştirisi de var, özellikle üçüncü dönemine giren AK Parti Hükümeti’ne... “AKP’nin en başarısız olduğu, en az dokunduğu, hatta hiç dokunmadığı alan silahlı mücadele. Hükümet zaman zaman naifliğe de çalan iyi niyetle ‘Biz bu işin silahlı mücadele kısmına çok dokunmadan idare edecek şekilde demokratik açılıma devam edelim, ordu ne yapıyorsa yapsın, biz de PKK’yı ikna edebilir miyiz bakalım’ diyor. Bunun mümkün olmadığı kanaatindeyim” diyor. Sonra hepimiz gibi bir temennide bulunuyor, “İnşallah yanılırım” diye...

Diyarbakır’da 13 askerimizin şehit edilmesini nasıl yorumluyorsunuz? Tam da demokratik açılım ve yeni anayasa çalışmaları gündemdeyken neden şimdi?

Her şeyden önce bu bir sabotaj eylemi olarak değerlendirilebilir. Bundan önce iki asker, bir sağlık görevlisi kaçırıldı ve PKK’dan yapılan açıklama; “Biz bu eylemlere devam edeceğiz” şeklinde oldu. Yani, “Kazayla oldu, yanlışlıkla oldu, 2-3 kişi kaçırdık ama bir daha olmayacak” değil de, “Devam edeceğiz bu kaçırma eylemlerine” dediler. Bu bir kararlılık göstergesidir. Ardından da 13 askerin şehit olduğu, bilinçli, programlı bir eylem gerçekleştirildi... Orada ortaya çıktı ki önce keşif yapılmış, ardından pusuya yatılmış ve saldırı gerçekleşmiş... Dağa ve sahaya baktığımız zaman da PKK’nın hareketlendiğini görüyoruz. Belli yerlerde kurtarılmış bölgeler oluşturmaya çalışıyorlar.

Mesela?

Yüksekova, Hakkari, Şırnak... Oralardan başlayıp Diyarbakır’a gelmek gibi bir hedefleri de var.

PKK kurtarılmış bölgeler oluşturmaya çalışıyor

Nasıl böyle bir sonuca varıyorsunuz?

Bu bölgelerde yoğunlaşıyorlar. Hakkari’de hiçbir gruba yaşama hakkı tanımıyorlar. Sivil toplum kuruluşu da olsa dershane de olsa... Kürt olmalarına rağmen çeşitli cemaatlere bağlı yapıları bölgeden çıkardılar... Hakkari’yi, “Ya PKK’nın gölgesinde yaşayacaksınız ya da yaşayamayacaksınız” gibi bir yere çevirdiler. Yüksekova tamamen böyle oldu. Sadece güvenlik güçleri kendilerini koruyabiliyor.

Hakkari’de geçen yıl cami imamının öldürülmesi bunun bir adımı mıydı?

Evet. İmamı öldürdüler. Daha öncesinde de çeşitli gruplara ait yurtları, dershaneleri kapattırdılar.

Gülen Cemaati’ne mi aitti bu yurtlar?

Sadece Gülen Cemaati’ne değil, başka gruplar da vardı.

Daha çok muhafazakâr gruplara aitti ama değil mi?

Evet. Süleymancılar gibi... PKK kendisi dışında hiçbir yapı istemiyor. Şu an korucu ailelerini tek tek devletten ayırıp PKK saflarına çevirmeye çalışıyorlar. Ve şöyle bir propaganda yayıyorlar; “Yeni bir döneme giriliyor, devlet artık buradan çekiliyor, bizimle iyi geçinmezseniz yok olursunuz.” Demokratik açılımı tam tersi ile anlatıyorlar yani. Devlet de eskiden yanlış yapıyordu ama...

Nasıl?

Eskiden, 90’lı yıllarda ne yapıyordu? Eziyet ederek, silah gücüyle, yasadışı yöntemlerle insanları yanına çekmeye çalışıyordu... O yöntemlerden vazgeçildi. Ama o yöntemlerin yerine yasal yöntemler istenildiği ölçüde konulamadı. Yani Hakkari’de sokakta “Ben PKK’ya karşıyım” demek mümkün değil artık, canınızdan olursunuz. Devlet vatandaşını koruyamıyor. En büyük sıkıntı burada güvenlik alanında karşımıza çıkıyor. Eskiden belli yerlerde “PKK’lıyım” demek zordu, bugün “PKK’ya, teröre karşıyım” demek çok zor.

Devlet Hakkari’de, Yüksekova’da vatandaşını koruyamıyor

Diyarbakır’da değil ama?

Diyarbakır’da bile kısmen öyle. Ortada örgütlü bir suç şebekesi var ve bu şebeke ülke demokratikleştikçe, yasal boşlukları istismar ederek insanlar üzerinde şiddet, baskı uyguluyor. Diğer tarafta da tam organize olamayan, vatandaşını koruyamayan bir devlet var. Milletvekili bile olsanız eviniz taşlanıyor, arabanızın önü kesiliyor, kundaklanıyor ve sonuçta bir şey çıkmıyor oradan. Çünkü devletin bu olayları kimin yaptığını bilmesi önemli değil; devletin kimin yaptığını bilmesi ve kanıtlaması, yakalaması, yargılaması ve cezalandırması gerekiyor. Devlet memurları orada bunu kimin yaptığını biliyor ama kanıtlayamıyor çünkü şahitlerin hepsi sindirilmiş vaziyette. Kanıtlasa, yakalamada zorluklar var. Yakalasa, yargılamak uzun sürüyor. Yargılasa, hapse atsa, ondan sonra çeşitli yasal boşluklardan yararlanarak dışarı çıkıyor suçlular.

AK Parti’nin en başarısız olduğu alan silahlı mücadele!

Diyarbakır’da Kürt işadamı Raif Türk’le konuşmuştum. “Bu ülkeye tek bayrak yeter” demişti. PKK madenini bastı, adamlarını kaçırdı, bayağı bir zarar gördü...

Bugün devletin yanında olmanın bedeli var Güneydoğu’da maalesef. Oysa Türkiye çok değişti. Sadece Güneydoğu meselesinde değil, her konuda. Ama Güneydoğu meselesinde, terör meselesinde, Kürt meselesinde, ki üçü birbirinden farklı konulardır büyük oranda, Türkiye bir kere konuya bakışını değiştirdi, Kürt kelimesinin kullanılamadığı bir Türkiye’den bugün sabah akşam en çok telaffuz edilen kelimenin Kürt olduğu bir Türkiye’ye gelindi. Ülkenin Cumhurbaşkanı, “Türkiye’nin en büyük sorunu Kürt sorunudur” dedi. Ülkenin Başbakanı, “Asimilasyon ve inkar politikaları bitti” dedi. Bu ne demektir? “Asimilasyon ve inkar politikaları vardı” demektir. Bunu kim söylüyor? Başbakan söylüyor. Bir kere konuşma dilini değiştirdi devlet.

İkincisi de çok bariz bir demokratikleşme var. Siyasette de var, hukuk dilinde de var. Bazı aksaklıklar olmuyor mu oluyor, eksiklikler yok mu, var. Ama çok radikal, devasa bir değişim var karşımızda. Yasalar değişiyor, daha fazla değişeceğine dair de söz var, vaat var. Bu Meclis’ten beklenen de o. Üçüncüsü, sosyal politikalar çok değişti ve değişiyor. Güneydoğu bölgesinde neredeyse yardım almayan ev kalmadı. Özürlü çocuk, okumayan kız, çalışmayan baba, herkes yardım alıyor... O bölgeye milyarlarca liralık para akıyor. Ekonomik politikalarda çok büyük bir gelişme var. Bölgeye inanılmaz yatırımlar yapıldığını görüyorsunuz. Güneydoğu’daki karayolları Çanakkale’den daha iyi. Her ile bir havaalanı açıldı, yollar çift hale getirildi... Bodrum’da ne yatırım yapılıyorsa Mardin’de de o yapılıyor. Çok büyük bir ilerleme var. Devlet açısından baktığınızda değişim çok ümit verici. Kürtçe televizyon, üniversitelerde Kürtçe bölümlerin açılması, valiliklerin 7 gün 24 saat Kürtçe dilinde şikayet telefonu uygulaması... O kadar çok ki atılan adım ve atılacak adımları düşündüğünüzde devlet cephesine baktığınızda ilerleme büyük.

Aslında seçimlerde ortaya çıkan tablo da AK Parti’nin bu politikalarının bir sonucu değil mi? Tamam BDP de milletvekili sayısını artırdı ama AK Parti de büyük başarı elde etti Doğu ve Güneydoğu’da... Bu da aslında AK Parti’nin Kürt vatandaşlara ulaştığını göstermiyor mu?

Gösteriyor. Çünkü artık geçmişteki hatalardan dolayı devlet adeta özür diliyor ve geçmişte hata yapanları da cezalandırıyor. Ergenekon davalarında olsun, diğer davalarda olsun, faili meçhullerin sorumlularını, bunlar üst düzey askerler bile olsa, mahkemeye götürüyor. Çok büyük bir değişim bu. Ama bunun karşılığında PKK’nın değişmediğini görüyoruz. Zaten bir şey kolay kolay kendiliğinden de değişmiyor. Devletin onu değişime zorlaması gerekiyor. Biz başından beri söylüyoruz, bunun için ekonomik, sosyal, siyasal, hukuksal önlemler gerekiyor. Terörle mücadelenin sadece yüzde 10’u silahlı mücadeledir, geri kalan yüzde 90’ı silahsızdır. Terörle mücadeleyi geçmişte Türkiye teröristle mücadele ile karıştırmıştı. Ama son 10 yıllık döneme baktığımız zaman bu sefer terörle mücadelenin silahsız kısmında yoğunlaşıldığını, demokratik açılımda yoğunlaşıldığını ama silahlı mücadele kısmında ciddi sıkıntıların devam ettiğini görüyoruz. Silahlı mücadele kısmını yüzde 10 bile olsa ihmal edemezsiniz. Çünkü ortada elinde silah olan bir tane adam olsa, İstanbul’da Taksim’in ortasında sağa sola ateş etse tek başına bütün İstanbul’u terörize eder. Taksim’de herkes zengin olsa, herkes adaletli bir ortamda olduğunu düşünse, huzur olsa, her şey yolunda gitse bir adamın silahla etrafı rehin alabildiğini görürsünüz. Şimdi de böyle oluyor.

O zaman terörle mücadelede iktidarın da hataları var, öyle mi?

Silahlı mücadele kısmında devlet vahim hatalardan vazgeçti, işkence gibi, ama 30 yıllık eski silahlı mücadele yapısı, yöntemleriyle, araçlarıyla, kurumlarıyla bir milim değişmeden duruyor. Belki AK Parti’nin en başarısız olduğu, en az dokunduğu, hiç dokunmadığı alan burası.

Terörle mücadelede eskiyi yıktık ama yenisini inşa edemedik

AK Parti nasıl dokunabilirdi silahlı mücadele alanına? Ne yapabilirdi?

Bir kere terörle mücadeleden sorumlu olan kurum, yasalarımıza göre TSK değil, kolluk güçleridir. Yani şehirde polis, dağda, bayırda da jandarma! Jandarma da zaten ‘Kır polisi’ demek. Kır polisi olduğu için orada görevli. Ama bizde jandarma polis gibi çalışmıyor, asker gibi çalışıyor. İkincisi, yasalarımız diyor ki ihtiyaç halinde valinin talebiyle askerden de destek alınabilir. Ama geçmiş 30 yıla bakıyoruz, terörle mücadele askerin ana sorumluluğuna dönmüş fiili olarak. Jandarma, İçişleri Bakanlığı’na bağlı değil, polis de kıyıda köşede duruyor terörle mücadelede. Hiçbir gelişmiş devlette böyle değildir. Üstelik de asker teröristle mücadeleyi uzmanlarla yapmıyor. Bir yüzbaşı, bir binbaşı teröristle mücadele uzmanı değildir. Teröristle mücadele bir uzmanlık işidir. Evinizde musluk bozulunca bir acemiye, “Ben boş zamanımda musluk tamir ederim” diyen birine mi gidiyorsunuz? Hayır, profesyonelce bu işi yapan birine gidiyorsunuz. Bu iş musluk tamirinden daha mı önemsiz, daha mı kolay, daha mı basit? Sonuçta bir adam geliyor, zorunlu askerlik yapacak, 3 ay acemi eğitimi alıyor. “Sağa dön, sola dön, yere yat, ayağa kalk!.. Tamam sen artık asker oldun” deniyor, eline bir silah veriliyor ve Güneydoğu’ya gönderiliyor.

Berberlik, çaycılık yapan gencecik çocuklar PKK’nın önüne sürülüyor demişsiniz...

Berber, kasap, çaycı neyse... Sizden, benden terör uzmanı olmaz, onu söylemeye çalışıyorum. Sonuçta dünyanın en tehlikeli noktalarına, dağların tepesine, Aktütün gibi, Dağlıca gibi yerlere gidiyor bu çocuklar, ellerinde silahlarla. Hepsinin kafasında annesi, nişanlısı, yavuklusu... Karanlık basınca onları da korku basıyor. Çoğu yerde kedi-köpek yüzünden bütün şarjörü boşaltan askerler var. Arkadaşlarının hayatını tehlikeye sokanlar var. Hele bir de baskın yedikleri zamanki hallerini düşünün! Psikolojik yönden hazır olmaları lazım. O nasıl olacak? Profesyonel askerle olacak.

Peki, 30 yıllık problem bu. Neden acaba bugüne kadar bunlar yapılmadı?

Onu bilemem. Ben neyin olması gerektiğini söylüyorum. Bir kere uzmanlık şart. İkincisi, yanlış kurumlarla terörist mücadelesi yapıyoruz. Bunun için başlı başına terörden sorumlu bir birimin olması lazım. Bu birim polisin içinde olabilir. İngiliz sistemindeki gibi özel bir branş kurulabilir... Özel terör kurumu oluşturursunuz, bunu polisin içine veya askerin içine veya hepsinin üzerine koyarsınız. Buna birimler bağlarsınız veya MİT’e bağlarsınız veya bağımsız bir şey yaparsınız. O kimlerle çalışacağını seçer. Polisten adam alır, askerden adam alır, birtakım timler oluşturur. Ama bizde polis ve istihbarat meselenin tamamen dışında kalmış durumda. Oysa Amerika veya İngiltere teröristle mücadelesini kendi ülkesinde askerle yapmaz. Başka bir ülkede ise Afganistan gibi askerle yapar. Çünkü o zaman geniş alanları bombalayabiliyorsunuz. 50 kişiyi öldürüyorsunuz kimse bir şey demiyor. Ama orada bile tipik bir orduya sahip değildir Amerika. Duron’ları vardır, yukarıdan gözetleme yapar, Amerika’dan, binlerce kilometre öteden, uydudan destek alır, yerde teröristi görür, yukarıdan vurur. Ha, o zaman da çok hatalar olabiliyor tabii... O bazen terörist çıkar, bazen düğün alayı çıkar, ama yapacak bir şey yok. Afganistan’da böyle bir şey yapabilirsiniz. Ama İngiltere, İrlanda’da asla böyle bir şey yapmaz.

Demokratik açılım teröriste yarıyor!

Polis neden daha iyi yapar terörle mücadeleyi?

Trafik polisi daha iyi yapamaz, narkotikçi de daha iyi yapamaz elbette. Bu esneklik gerektiren bir iş. Polis daha esnektir jandarmaya göre. Jandarma da daha esnek olmalıdır. Çünkü askeri yapılar hantaldır. Orada emir komuta zinciri içinde mesele çözülür. Bir operasyon yapacağınız zaman Diyarbakır’a sorarsınız, Diyarbakır kara kuvvetleri komutanına sorar, kara kuvvetleri komutanı genelkurmaya sorar... Oradan oraya, oradan oraya inanılmaz bir hantallık içerisinde meseleler yürür.

Nitekim bu hantallığın vahim sonuçlarını defalarca yaşadık...

Evet. Bir operasyona çıkıldığında başında bir operasyon tim komutanı vardır. Orada emir komuta zinciri işler, bir takımdan bahsetmek kolay değildir. Arkasındakiler acemi askerdir. Bunları eğitirsiniz, belli bir seviyeye getirirsiniz, tam uzman oldukları zaman terhis olurlar. Ondan sonra onlar gider, yerlerine sıfırdan acemi askerler gelir. Normalde İngiliz yasalarına baktığınızda, Afganistan’da şurada burada teröriste karşı görev yapacak olan askerlerin, güvenlik görevlilerinin 16-17 ay eğitim aldıklarını, ondan sonra sahaya çıkarıldıklarını görüyoruz. Bizde ise tam meseleyi öğrendikleri zaman terhis oluyor askere giden çocuklar.

Polis işin içinde olsa nasıl olur?

Yatırım yaparsanız ve yetkileri genişletirseniz, jandarmayı İçişleri Bakanlığı’na polis gibi bağlarsanız, yani birisi şehir polisi, birisi de kır polisi haline dönerse çok etkili sonuçlar alırsınız. Ama bunun ötesinde teröristle mücadele edecek efektif bir yapının olması lazım... Yani gerekirse ağır silahı olan, hızlı silahı olan, helikopteri olan, indirme bindirme kabiliyeti olan, çok özel insanlardan oluşan ama hepsi profesyonel bir yapınızın olması lazım. Bu yapı terörün sonunu getirmek için değil, teröristle mücadele kısmı zaman kazanmak içindir. Yani şu anda biri size sürekli ateş ediyor. Bu etkili yapı ateşi durdurur, teröristi dağda oyalar, siz de şehirde reformlarınızı yaparsınız. Teröristin şehre inmesini engellersiniz. Şehirde hukuki reformlar yapılır, siyasal adımlar atılır, ekonomi düzeltilir, teröristin istismar edebileceği alanlar kapatılır. Ama diğer tarafta da sizin güvenlik güçleriniz teröristin bütün herkesi terörize etmesine mani olur. Bizde ne olduğunu ben size söyleyeyim; dağdaki terörist KCK olarak şehre indi, belinde silahı şu anda terörle siyaset yapıyor. Şimdi o Meclis’e de taşınıyor. Bir yandan da biz demokratik açılım yapıyoruz ve bu demokratik açılımın bir kısmı teröristin de işine yarıyor.

Bunu yapmayalım mı?

Hayır, yapmak zorundayız. Bunun kaçarı yok. Ülke bölünürmüş bölünmezmiş, bunlar önemli şeyler değil... Evvela insan hakları var, hukukun üstünlüğü var. Yani bir adam anadilinde konuşacak, bu Allah’ın emri. Bu bölünmeye yol açar mı? Hayır, yol açmaz. Ankara ne kadar güçlü, ne kadar zayıf, işte odur bölünmenin ya da birleşik olmanın kriteri. Ama biz şunu yapamadık; yasadışı yöntemlerimizin yerine yasal, demokratik sınırlar içerisinde güvenlik önlemlerini geliştiremedik. Eskiyi yıktık, yenisini inşa edemedik teröristle mücadele alanında.