On üç can gitmiş. Ortada çok kötü bir tablo var, ama yine Genelkurmay’ın sorumluluğunu gerektirecek bir durum yok!
“Askere gönderdiğimiz çocuklar neden bu kadar çok ve bu kadar kolay ölüyorlar?” diye sormak “kötü niyetli” olmak demek.
Bazılarına kalsa “asker yorgun muydu?” bile dememeliyiz.
“Operasyona çıkan asker yorulduğunda; dağda pijamalarını giyip duble yatakta deliksiz bir uyku çekip, ne zaman dinlenip uyanırsa o zaman mı göreve devam eder?” diye yazabiliyor Genelkurmay’ın Milliyet temsilcisi gibi yazan Fikret Bila. Yoksul evlerinden yine feryatlar yükselirken, o güya “ironi” yapıyor!
Bila, konuştuğu “genelkurmay kaynakları”na, artık onlar her kim iseler, hiç zorluk çıkarmıyor. “Bugüne kadar benzer olaylarda da soruşturma açılmamış mıydı, Dağlıca, Aktütün ne oldu, onlardan bir şey çıktı mı, hem soruşturanı kim soruşturacak?” türünden sorulara yer yok onun gündeminde ve vicdanında...
“Show Tv” de gayet “iyi niyetli”. “Genelkurmay bu soruya en doğru yanıtı bulmak için soruşturmayı çok sıkı tutuyor” diye “haber” yaparak, çıkacak rapora daha şimdiden inanmaya hazır olduğunu gösteriyor.
***
Onlar sormuyor ama onlardan başka herkes soruyor. Çünkü yaşadığımız acılar, reformu geciktirmenin maliyetini bir tokat gibi suratımıza çarpıyor.
Zamanın gittikçe daha hızlı aktığı bir dünyada, ordunun reforma tabi tutulmasındaki gecikmenin bize maliyetinin her bakımdan gittikçe büyüdüğü bir ortamda, artık devasa sorunların üzerini örtmek mümkün değil.
Ortadaki ağır fatura, bu kurumun en temel işlevlerini yerine getirmede, en iyimser yaklaşımla yetersiz olduğunu artık kimsenin kolay kolay reddedemeyeceği açıklıkta gözler önüne seriyor.
Türkiye’nin devlet içinde devlet gibi kendine özgü bir iktidar alanına sahip olan, sık sık bu iktidar alanını sivil alana taşıran, sorgulanmayan, sürekli darbelerle, muhtıralarla ve darbe planlarıyla gündeme gelen bir kurumla bugünün dünyasında yoluna devam etmesi mümkün değil.
***“Geleceğin Türkiye’sinin ‘İç ve Dış Güvenlik Konsepti’ni oluşturmalısınız” diyor Namık Çınar dünkü Taraf’taki önemli yazısında. Ve ekliyor:
“Bu ise, ordu teşkilatının, harp silah ve araçlarının ve erinden en tepedeki generaline kadar tüm personelin, yaratılmış olan yeni konsept ve doktrine göre, A’dan Z’ye kadar her şeyiyle en baştan ele alınmaları demektir.”Bütün bir sistem yenilenirken bir kurumu dokunulmaz bırakmak akıl kârı da değil, mümkün de.
Sorunların üstünü marşla, bayrakla veya “höt-zöt”le örtmek de öyle.
Bugünün dünyasında, modern bir demokraside ordunun anayasal sistem içindeki yeri ve işlevi neyse, burada da o olacak.
Şimdi kurumsal reformun niteliğini somutlaştırmak gerek.
Geçen hafta Ankara’da Stratejik Düşünce Enstitüsü’ndeki toplantının konusu da buydu.
“DEMOKRATİK DEĞİŞİM SÜRECİNDE ASKER - SİVİL İLİŞKİLERİ: YAŞ 2011 SÜRECİ” başlıklı yuvarlak masa toplantısında, silahlı bürokrasinin reformuna ilişkin evrensel deneyimi izleyen uzmanlar, emekli askerler ve farklı disiplinlerden bilim insanları bir araya gelerek, konuyu bütün boyutlarıyla ele aldılar.
Masaya yatırılan sorunlar listesi uzundu. Özetleyerek alıyorum. İşte onlardan bazıları.
Askeri vesayetin kılcal damarlara kadar sızmış kolları hala duruyor.
Askeri eğitim müfredatı sorunlu ve demokrasiye aykırı bir müdahale mantığı bu atmosferde içselleştiriliyor.
Mevzuatta daima TSK’ya bir istisna var. DDK her tarafı denetliyor, ama TSK’yı hala denetleyemiyor.
Üst düzey askeri yapı, kendi ideolojik çerçevesini ve dünya görüşünü paylaşmayan subay kesime ayrımcılık uyguluyor.
“Milli Güvenlik Dersleri” sorunu hala devam ediyor.
Askeri yargı ve YAŞ Kararlarına yargı yolunun hala tamamen açılmamış olması sorunu devam ediyor.
Askeri bürokrasinin tabu olmaktan çıkması önemli bir gelişme. Ama hala o, yasama, yürütme ve yargı karşısında bir tür “bağımsızlığı” olan bir kurum.
Askeri vesayetin bir de mevzuat ötesi, “psikolojik vesayet” boyutu var. Bürokraside hala bu dönemin geçici bir rüya olduğunu düşünen, bu yüzden de sivil iradeye bağlı görünürken, öte taraftan bir yerlere tekmil veren bürokratlar var.
Sivil irade terfi sistemine müdahil değil.
General sayısı çok fazla ve Doğu Bloğunun artık mevcut olmadığı bir zamanda, hangi tehdide karşı bu kadar general olduğu sorusu cevap bekliyor…
***
Stratejik Düşünce Enstitüsü’ndeki tartışmada çözüm önerileri de ayrı bir başlık altında ele alındı..
Ordunun görev tanımının yeniden yapılması, onun ideolojik özne konumundan çıkarılması ve anayasal işlevleriyle ilgili olmayan siyasi kimlik ve faaliyetlerden arındırılması için hangi somut adımların atılması gerektiği çeşitli boyutlarıyla tespit edildi.
Bu toplantıdaki tartışmaların da katkısıyla hazırlanan ve çok daha kapsamlı ve ayrıntılı öneriler içeren bir rapor, Enstitü tarafından yakında kamuya açıklanacak.
***
Artık bu sorunla birlikte yaşamak zorunda değiliz.
Bugün artık ne 90’ların Doğan ve Bilgin gruplarının yaptığı gibi garnizon gazeteciliğine elverişli bir ortam var, ne de Silvan’daki felaketin üstünü örtecek kadar tek başına basın alanına hakim bir oligarşi medyası.
Fikret Bila türü “gazetecilik” de eski karanlık yılların gecikmiş bir hayaleti gibi.
Dünya değişiyor, Türkiye de alacakaranlık kuşağından çıkmaya, demokratikleşmeye çalışıyor.
Demokrasilerde kerameti kendinden menkul, halka hesap vermeyen, “hikmetinden sual olunmaz kurumlar” olmaz.
Hukuk devletinde başına buyruk, denetlenmeyen bir kurumun yeri yoktur. Orada kendisini eleştirdi diye sivil toplumu paylamaya kalkan asker veya sivil bir bürokratı derhal kapının önüne koyarlar. Eğer ortaya çıkan felakette kastı veya ihmali varsa, yargı önünde onun hesabını da ayrıca sorar.
Türkiye’de de olması gereken budur.