15 Temmuz 2011 Cuma

Başlarım sizin... / Ertuğrul Özkök


Anlar vardır.

İnsanın, “Başlarım sizin” diye başlamak istediği.
Başlarım sizin “Şununuzdan” diye başlayıp, “Şuyunuzdan” diye bitirmek istediği;
Avaz avaz haykırmak, yakasına yapışacak birilerini bulmak istediği;
Kimseyi bulamazsa, kendi yakasına yapışıp, “Başlarım senin de şuyundan” diye öfkesini çıkaracağı birilerini aradığı anlar.

Kimdir o yakasına yapışmak istediğiniz adam...
Veya adamlar...
Nedir suratına haykırmak istediğiniz şey...
Önemi var mı?
Bir surat işte.
Çiz yuvarlak bir şekil, koy içine iki göz, iki kaş, bir burun, bir de ağız ekle.
Adını koyamazsan, koyacak bir ad bulamazsan, veya bulup da koyamazsan...
İki kaş, iki göz...
Lacivert bir takım elbise, bir kravat...
Daha ne çizeceksin ki, bırak anlayan anlasın.
Anlatamayan da anlatsın.
Anlamayan zaten o yuvarlak suratın içinden sana bakan iki gözdür.

Öyle bir günümde, öyle bir anımdayım işte.
Önümde 13 genç beden.
Kafam musalla taşına dönmüş.
Kulağımda bitmeyen bir salaa...
Kendi salamı kendim veriyorum.
Tüküreceğim suratı, yakasına yapışacağım sureti bilmiyorum.
Göremiyorum.
Ama kapağı kapanmış tabutun içindeki o çocuğun masum suretini, o delikanlı bedeni görüyorum.
Adıyla, sanıyla, cismiyle, künyesiyle karşımda.
Yatmıyor, dimdik ayakta...
Öteki; hani o göz yerinde iki delik, ağız yerinde kapanmış bir fermuar taşıyanı...
Bugün, işte bugün saklanacak delik arayanı;
Arayıp ta bulamayanı;

İşte öyle bir günü yaşıyorum.
Birikmiş duyguların, günlerdir haykırılamamış öfkelerin; göğüs kafesine sıkıştırılmış basınçların; otosansürlenmiş her şeyin;
Birikip de, “Artık topunuzun” diye fırlayacağı anlar.
Heyhat;
Kime sardırayım; kimi yakasından tutup suratına avaz avaz bağırayım?
Yıllardır bu sorunları sürüm sürüm süründürenlerin mi;
Bizleri çağırıp çağırıp dağdan güya barış mesajları verip, arkasından kalleşçe pusulara yatanların mı;
İmralı’da “Barış konseyi” kurup, daha tükürüğün mürekkebi kurumadan, mürekkebi kana çevirenlerin mi;
Yoksa hepimizi dev aynasına çevirip, kendi suratımıza mı;

13 çocuk...
13 hane,
13 anne, 13 baba, kimbilir kaç evlat, kardeş; akraba,
Kaç eş; sevgili; henüz sevgili olmamış da süzülmüş gözlerde kalan yavuklu;
Mahalleden kim bilir kaç arkadaş;
Kaç mahalle takımının orta saha oyuncusu, sol beki,
Ve kaç milyon yasa bürünmüş vatan insanı.
Ne diyeyim...
Desem ne olur.
Daha başlamadan bitmiş bir yaz.
“Bakarsın güzel geçer bu yaz” diye koskoca bir toplum, hep birlikte yazdığımız o güzelim şarkı.
Bu yaz artık güzel geçemez arkadaş.
O 13 beden orada yatarken, altımızdaki her şezlong, milyonlarca gönülde musalla taşına dönüşecek.

An’lar vardır; öfke dediğin şey, en sakinimizin içinde bile rehin kalamaz.
Yapışmak isteriz; yapışacak bir yaka ararız.
Tükürülecek bir surat; yumruklayacak bir duvar ararız.
İşte öyle anlarda; içinize inşa ettiğiniz bentler yıkılır; diktiğiniz duvarlar berhava olur.
O öfke var ya, o öfke;
Hani yıllardır içinize hapsettiğiniz...
Kan kusup, kızılcık şerbetine çevirdiğiniz;
İşte o öfke muhatabını arar.
Kimdir, bu 13 bedenin mesulü?
Boşver arkadaş, sorma...
Öfkeni tasarruflu kullan; Bir dahakini, bir dahakini, ötekileri de düşün.
Yarın gelecek bedenlere, öbürgün okuyacağın salalara; içine kuracağın musalla taşlarına...
Tasarruf et ki, çocuklar için yapışacağın yakalar için gücün kalsın.
Bugün sadece o çocuklara, o analara, babalara, kardeşlere, eşlere seslen.
De ki; çocuklarımızı içimize defnediyoruz.
Sırf uzağa gitmemesi için. Sırf unutmamak için.
Sırf içimizde patladı patlayacak volkanın homurtusunu duyması için.