1 Eylül 2010 Çarşamba

Amerika'da asker – sivil ilişkisi / Cemal Demir

Gözlemcilere göre ‘’görüntünün’’ aksine, sivil yönetimi aşağılamak Amerikan ordusunda yaygınlaşıyor ve Irak, Afganistan savaşı sürdükçe de durum daha da kötüleşiyor.

Işık Paşa göreve başladı. Nerdeyse her Genelkurmay başkanında olduğu gibi ‘’zor bir dönemde görevi devraldığı’’ söyleniyor. ‘’Kolay dönemde’’ görevi devralan bir genelkurmay başkanı hatırlamıyorum.

Türkiye’de sorun genel olarak ‘’Asker – AK Parti ilişkisi’’ çerçevesine indirgeniyor. Maalesef bunda ısrar edenler ya günlük ve yerel gündemden ötesini göremeyenler ya da tartışmanın özünü bilerek gözden kaçırmaya çalışan profesyoneller…

Genel olarak ‘’sivil – asker’’ ilişkisi konusu sadece Türkiye için değil dünya için de çok önemli bir tartışma. Dünyanın en güçlü ordusuna sahip ABD’de de çok önemli bir gündemdir ve ilgili çevreler bu konuyu her daim konuşmaya devam ediyor. Bu açıdan, TSK, bunun tartışılmasına tepki göstermeyi bırakıp, akademileriyle, beyin yapıcı kurumlarıyla bu tartışmaya katılmalıdır. Türkiye’nin sağlıklı bir asker – sivil ilişkisine ulaşması ülkenin bekası için hayatidir.

ABD’deki tartışmanın bizden farklı yanı, orduyu sivil siyasetin içine katmamak için çaba gösterenler, yazanlar çizenlerin genelde ordu mensupları ya da ordu ile ilişkili yazarlar olmasıdır. ‘Neoconlar’ ve silah-petrol endüstrisi gibi, ordunun sahip olduğu muazzam gücü ve krediyi, kendi siyasi bakışları, ideolojik dünya algıları ve çıkarları için kullanmaya çalışanlarsa orduyu daha müdahil olmaya zorluyor.

İlker Başbuğ’un bence en büyük hatası, ordu etrafındaki bütün tartışmayı, krizi getirip ‘’asker düşmanı medya ve çevrelere’’ bağlama kolaycılığı oldu. Koşaner Paşa’nın göreve başlarken benzer dar bakışlı söylemler kullanması da umarım komutanına saygı çerçvesinde değerlendirmelerdir. Çünkü, ordunun yaşadığı krizin AK Parti’yi de ‘’düşman medya’’yı da çok aşan yönleri var. Ordu adına konuşanların değişimi algılamamakta ısrarlı tavırları, hala 1990’lı yıllardaki dengelere hatta 1980’li yıllardaki sisteme dönülebileceğine inanabilmeleri çok şaşırtıcı… Koşaner Paşa’nın bu konuyu çok daha geniş perspektiften analiz ederek, karşımıza ‘’profesyonel’’ bir komutan olarak çıkıp, ülkemizin bu saçma sapan gerginlikten çıkmasına tarihi bir hizmet yapmasını diliyorum.

Ben bu çerçevede tartışmaya mütevazı bir katkı olur ümidiyle ABD’de ordu – sivil ilişkisi tartışmasının son durumuna dikkat çekmek istiyorum. Bizim orduda devir teslim töreninin gündeme girdiği günlerde ABD Savunma Bakanı Robert Gates 2011’de görevi bırakacağını açıkladı. Bu çok önemli karara ve ABD ordusunda subay olarak görev yapan Albay Matthew Moten’in Foreign Affairs dergisinin son sayısında yayınlanan ‘’Asker – politika ilişkilerini güçlendirmek’’ başlıklı çok önemli yazısına geleceğim ama önce özetler...

Bugünün askerinin ‘olmazsa olmaz’ görülen ana karakteristik özelliği ‘profesyonelliği’dir. Bu onu geçmiş yüzyılların ‘’savaşçı’’sından ayıran temel şeydir. Profesyonellik, doktorun, avukatın profesyonelliği gibidir. Profesyonel asker olaylara, ülkesine, toplumuna ideolojik ya da duygusal gözlükle bakmaz. Askerin, askerliğin gerektirdiği bir yaşam düzeni olur(sabah sporu, üniforma giymek vb) doğru ama ama personelin dünya görüşü, özel hayat tercihi, onu ilgilendirmez. Hele sivillerin nasıl yaşadığı ne içip içmediği ne giyip giymediğiyle ise hiç işi olmaz. Hastalarının dertlerinden çok onların ‘’kılık kıyafet yasağına uyup uymadıklarına’’ dikkat eden doktor ne kadar evrensel bir doktorsa, ‘’kadınlar etek altına pantolon giyiyor’’ diye yakınan ve görev süresini bu tür absürd konulara ayıran general de o kadar askerdir. Sırf üniforma giyiyor diye bu kişiye asker diyemeyiz.

Samuel Huntigton, ‘’Asker ve Devlet’’ adlı önemli makalesindeki yığınla saçmalığın arasında, askeri ya da sivil tüm yazarların ‘’asker aklı’’ konusunda hemfikir oldukları bir hususu aktarıyor. Asker aklı, ‘’disiplinedir, katıdır, kendi mantığına sıkı sıkıya bağlıdır’’. Görev yaptıkları yıllar içinde askeri iklimde şekillenen bu akılda, ‘’esnekliğe, hoşgörüye, sezgiye ya da duygulara’’ yer yoktur. Ancak, toplum, sosyal hayat, uluslararası ilişkiler ise, robotik bir düzende ilerlemez.

Her ne kadar ABD’de, ‘’liberalizm’’ dominant ideoloji olsa da, Amerikan Anayasası temel olarak tutucudur. Temellerine sıkı sıkıya bağlıdır. ‘’Devletin tüm iktidarının’’ bir tek gücün eline geçmesinden korkan anayasa yapıcılar, devlet gücünü mümkün olduğunca kontrol etmeye büyük özen gösterdiler.

Yapılış hikayesini geçen aylarda paylaştığım bu anayasanın yapılmasından birkaç yıl önce 1784 yılı Haziran ayında ABD ordusu Tümgeneral Henry Knox komutasındaki 700 kişiden oluşuyordu. Bundan 6 ay önce Özgürlük Savaşı resmen sona ermiş ve general Washington New York’ta askerlere veda ederek askerlik görevini bırakmıştı. Sözkonusu 1784 Haziran’ında Amerikan Kongresi, ‘’barış zamanında devlet içinde askeri bir gücün bulunmasını cumhuriyet özgürlüğü kavramıyla bağdaşmaz gördüğünü ve özgürlüklere tehdit olacak yıkıcı bir güce dönüşebileceği’’ uyarısında bulunuyordu.

Anayasa Kongresinin 55 üyesi, Anayasanın birinci maddesinin 6’ncı fıkrasını oy birliğiyle onayladı. Bu maddenin asıl amacı, hem asker hem de Kongre üyesi ya da hem asker hem de yargı üyesi olmayı yasaklamaktı.

George Washington 1796’da görevinden ayrılırken de devlet içindeki aşırı askeri yapılanmasının, Cumhuriyet özgürlüklerine oluşturacağı tehdit konusunda uyarıyordu.

Bundan yaklaşık 120 yıl sonra 1915 sonbaharında Savunma Bakanı Henry Breckinridge’i acil olarak Beyaz Saray’a çağıran Başkan Woodrow Wilson elindeki Baltimore Sun gazetesini sallayarak bakana bağırıp çağırıyordu. Gazetede, Genelkurmay Başkanlığının, Almanlarla savaşa hazırlandığı yazıyordu. Bakan, bu konudan haberi olmadığını söyleyince Wilson, ‘’Derhal araştır eğer bu gerçekse, Genelkurmay’daki bütün yetkilileri derhal görevden al ve sen de Washington’u terk et’’ emri verdi. ABD’de sivil yönetim ‘kendi başına buyruk hareket eden generallere’ asla müsamaha göstermedi.

Savaşlar, genelde asker – sivil iilişkilerindeki dengeleri bozar. Savaşlar, askerleri kahramana dönüştürür. Kahramanlaştıkça politikacıya dönüşürler. ABD’de halen devam eden 2 savaş da ülkede uzun yıllar sonra general sorunları başgöstermesine neden oluyor.

ABD’nin şu andaki en önemli savaş cephesi olan Afganistan’daki savaşı yöneten Orgeneral Stanley McChrystal, Rolling Stone dergisinde Obama yönetimi ile ilgili eleştirel sözleri nedeniyle derhal Washington’a çağrıldı ve görevinden alındı. Askerlik hayatı bitirildi ve emekli olmayı kabul ederek, orgeneral emekliliğini garantileyebildi. Kendi isteğiyle emekli olmasaydı ordudan atılacak ve rütbeleri geri alınacaktı. Bu olayı çok yakından takip ettim. Ülkenin en önemli askerlerinden biri görevden alındı ama en ufak bir kriz bile yaşanmadı.

Obama yönetiminin her hareketini her kararını her icraatını engellemek için akılalmaz bir siyaset yürüten Cumhuriyetçi Partililerin bu çok ama çok önemli yönetim tasarrufu ile ilgili hiçbir eleştiride bulunmamaları özellikle dikkat çekiciydi. Obama kararını, Amerikan anayasal sisteminin çizdiği asker – sivil ilişkisi sınırlarına dayanarak verdiğini söyledi ve hangi görüşten olursa olsun tüm siyaset bu kararı destekledi. Daha önemlisi ordudan da en ufak eleştiri ya da rahatsızlık belirtisi gelmedi.

Aslında, ABD’de ordu ile yönetim arasındaki ilişkiler iyi ‘’görünüyor’’. Bu görüntünün bir numaralı sorumlusu da Pentagon’un patronu olan Robert Gates. Robert Gates çok konuşmayan bir savunma bakanı. Dolayısıyla birçok kişi etkisiz bir bakan profili çizme yanlışlığına düşüyor. Oysa, Donald Rumsfeld dendiğinde herkesin aklına oldukça etkin bir savunma bakanı geliyor. Rumsfeld 6 yıllık görev süresi boyunca sadece bir müsteşarı, Ordu Müsteşarı Thomas White’ı o da kişisel uyumsuzlukları nedeniyle görevden aldı. Pentagon sistemi içinde ‘’flagg officer’’ denen 200 kadar general ve amiraldense tek birini bile görevden almadı.

Robert Gates ise 3,5 yıllık bakanlığında, 2 ordu müsteşarı, bir genelkurmay başkanı, bir hava kuvvetleri komutanı, bir merkez kuvvetler komutanını, Afganistan’daki savaşın 2 komutanını ve Amerikan GATA’sının komutanını, görev süreleri dolmadan görevlerinden aldı. Ancak buna rağmen Gates’in kredisi hem orduda hem de kamuoyunda Rumsfeld’den kat be kat daha fazla.

General McChrystal 2009 yılında ilk konuştuğunda, ‘’General Dili ve Edebiyatı’’ başlıklı bir mektupla ABD’de sivil – asker ilişkilerini mercek altına almıştım. O ilk konuşmasından sonra Obama ve Gates, McChrystal’a şiddetli şekilde uyarıda bulunarak askerlerin, devletin politikası noktasında konuşabileceği yerleri hatırlattılar. Savunma Bakanı Robert Gates, bir demokraside generallerin konuşma sınırını, “Başkan'a politikalarını oluştururken düşünce ve önerileri apaçık ama resmi mahremiyet içinde ve hiyerarşiye uyarak anlatmak, teamül değil mecburiyettir” şeklinde çizdi.

Ordunun en parlak generali McChrystal bu sınırı ikinci kez geçtiğinde ise affetmediler. Sadece görevinden almadılar, ordudan da uzaklaştırdılar. Bazıları McChrystal’ın, kariyerinin tamamının gözlerden uzaktaki özel kuvvetlerde geçmesi sebebiyle medya ile ilişkilerinde denge nasıl kurulur bilmemesine bağladılar. Ancak, McChrystal bu kadar da naiv bir komutan değildi. O sebeple de ‘’neden konuşmakta ısrar ettiği’’ hala tam cevabını bulamamış bir soru.

Mektubun başında Foreign Affairs’teki yazısından bahsettiğim Albay Matthew Moten de bazı uzman gözlemcilerin, ‘’McChrystal’ın davranışlarının gerisinde çok daha derin bir yön olduğu’’ düşüncesinde olduklarına dikkat çekiyor. Bu gözlemcilere göre ‘’görüntünün’’ aksine, sivil yönetimi aşağılamak Amerikan ordusunda yaygınlaşıyor ve Irak, Afganistan savaşı sürdükçe de durum daha da kötüleşiyor.

Apolitikliğini yitiren ordu halk desteğini kaybeder

Ancak Albay Moten, ‘’içeriden’’ biri olarak, beraber çalıştığı yüzlerce general arasında ‘’bu kanserin’’ yayıldığını gösterecek bir delil görmediğini söylüyor. Albay, McChrystal’ın sivil yönetimi aşağılayan sözlerini de bir ‘’asker – sivil ilişkisi krizi’’ olarak değil, bir ‘’askeri profesyonellik krizi’’ olarak yorumluyor. Ve şu çok önemli değerlendirmede bulunuyor: ‘’Askeri profesyonellikteki erozyon sadece asker – sivil ilişkilerini değil, askerin toplumdaki apolitik güç oluşuna dayalı güvenini de erozyona uğratan bir tehdittir’’. Albay’a göre, profesyonellikten uzaklaşan orduların, toplumdaki güvenli kurum olma pozisyonları da erir.

Amerikan Anayasası askeri işlerin kontrolünü Başkan ve Kongre arasında bölüştürerek, bunu bir ‘devlet’ meselesi haline getirmiş. Bununla beraber asker – sivil ilişkileri ‘’doğası gereği’’ her zaman bir ‘’tansiyon’’ taşır. Albay Matthew Moten’a göre, ‘’Bu tansiyon, yıkıcı da olabilir, yapıcı da…’’

Örneğin F. D. Roosvelet ile ordu komutanları İkinci Dünya Savaşı sırasında ciddi gerilimli ama sonuçta yapıcı bir ilişki yaşadılar. Askerler görüş farklılıklarını Başkan’ın yetkilerini hiçe saymadan sınırları içinde dile getirmeye özen gösterdiler. Kazanan ABD oldu.

Amerikan İç Savaşının ilk 3 yılında Abraham Lincoln Başkan ve George McClellan da Birlik Ordusunun komutanıydı. McClellan gerilimci ve inatçı bir karaktere sahipti. Kuzey güçleri art arda utanç verici yenilgiler alarak dağılma noktasına gelmişlerdi. Ta ki Lincoln, inatçı general McClellan’ı kovup yerine general Ulysses Grant’ı getirinceye kadar. Lincoln – Grant ikilisi 1 yılda iç savaşı bitirdiler. Lincoln 1865 yılında öldürülünce Başkan yardımcısı Andrew Johnson başkan oldu. Bu kez bu yetersiz ve eğitimsiz devlet adamı ile Grant arasında büyük bir gerilim başladı. Diğer politik aktörler bu ilişkinin bozukluğundan yararlanmaya kalkınca ortaya herkesin ittifakıyla ABD tarihinin en kötü başkanlık dönemi çıktı.

Amerikan generalleri bugün görev süreleri boyunca kesinlikle politik konularda açıklama yapmıyor. Ve şu anda Amerikan ordusu yüzde 86 gibi yüksek bir oranla ülkenin en güven duyulan kurumlarından biri. Bu güven yüzdesi Vietnam Savaşı sonrası yıllarda yüzde 60’lara kadar düşmüştü. Açıkçası çoğu Amerikan orgeneralleri konuştuğunda entelektüel seviyelerine, empati düzeylerine ve dikkatli söylemlerine hayran kalıyorum. Ülkedeki politik fay hatlarına mesafeleri, ordu içindeki ayrımcılık iddialarına karşı duyarlılıkları üst seviyede.

Ve Albay Moten diyor ki, ‘’askerler genel olarak ‘sivil kontrol’un önemine çok inanıyorlar’’ ve ekliyor: ‘’Subaylar daha ilk yemini ederek orduya katıldıkları andan itibaren, teğmenler bu ‘sorumluluğun’ teorik ve pratik alanları konusunda ve Amerikan Anayasasını korumak için yemin ettikleri konusunda eğitiliyor, akademilerindeki tarih derslerinde, ordunun sivil kontrolünde olmasının devletin güvenlik ve fonksiyonunun özü olduğu öğretiliyor.’’

Bu noktada Albay Moten, ordunun profesyonelliğini tehlikeye atacak bir gelişmeye dikkat çekiyor. Devam eden uzun savaşlar alt ve orta seviyede birçok subayın orduyu terketmesine neden oluyor. Albayın verdiği rakamlara göre bu subay kaybının neticesi olarak, Amerikan ordusundaki yüzbaşıların yüzde 100’ü binbaşılığa yükselmekte, binbaşıların ise yüzde 90’ı yarbay olmakta. Sadece 15 yıl önce bile bu oranlar yüzde 25 – 30 seviyesinde daha düşükmüş. Bu süreç devam ederse, bütün Amerikan ordusu subaylarının tamamı, kariyerlerinin ilk 20 yılı boyunca hiçbir liyakat ve rekabet engeline takılmadan yükselmiş olacak.

Albay Moten, orta seviye subayların katılabildiği ve subaylara daha büyük ve daha komplike güçleri yönetme tekniklerinin öğretildiği kurmay akademilerinde bile bugün savaşlar nedeniyle, derin ve kapsamlı bir eğitim yerine, onları bir sonraki savaş görevlerine hazırlamakla sınırlı hızlı bir eğitim verildiğine dikkat çekiyor.

Emekli general sorunu
Albay Moten’in dikkat çektiği bir diğer önemli konu da ‘’aktif’’ emekli subaylar. Moten’e göre ordunun, ‘’devlet politikasının apolitik enstrümanı olma’’ konumunda ciddi tahribat oluşmaya başladı. Ancak bunun sorumlusu olarak görevdeki subayları görmüyor.

Aslında Amerikan ordusu subayları arasında son 20 yıldır yapılan tüm anketler kahir ekseriyetin Cumhuriyetçi Partili olduğunu gösteriyor. Ancak, bu subayların görevleri boyunca politik görüşlerini görevlerine yansıttığına dair çok fazla belirti yok. Moten’in ordunun politik bir görüntü vermeye başladığına dair endişesini besleyenler ise ‘’emekli generaller’’. Moten, eski genelkurmay başkanı emekli amiral William Crowe’un 1992 başkanlık seçiminde Bill Clinton’u desteklemesinin barajın kapağını açtığı görüşünde.

2008 Başkanlık seçiminde yüzden fazla general ve amiral açıktan bir başkan adayını destekledi. Elbette emekli bir devlet memuru istediği politik lideri destekleyebilir. Ancak Moten’in dikkat çektiği endişesi de kulak ardı edilecek birşey değil. Deniz Piyadelerinin Komutanlığından emekli olduktan sadece birkaç ay sonra General Charles Krulak, 2000 başkanlık seçiminde George Bush’u hararetle destekledi. O günlerde bir üst düzey general Albay Moten’e, ‘’Seçimi kim kazanırsa artık bütün üst düzey komutanların politik otoriteye sadakatine şüphe ile bakmak için bir sebebi var artık’’ demiş.

Zaten Bush kazandıktan kısa bir süre sonra bazı Cumhuriyetçiler, Pentagon’da ‘’Clinton generalleri’’ bulunduğunu iddia etmeye başladı. Bunun üzerine Rumsfeld, ordudaki tüm 3 ve 4 yıldızlı komutanlıklara adayların tamamıyla bizzat mülakatlar yapmaya başladı. Bu o güne kadar görülmemiş uygulama, politizasyonu daha da artırdı.

2006 yılında emekli 6 üst düzey general kamuoyuna açık şekilde Bush’tan Rumsfeld’i görevden alması çağrısında bulundu. O yılın Kasım ayında da Bush, Rumsfeld’i alarak bugünkü bakan Gates’i atadı.

Bush yönetimi boyunca ekranda en çok gördüğümüz yorumcular ‘’emekli generaller’di. Nerdeyse spor programlarında bile emekli generaller yorumculuk yapıyordu. Bu generaller savaşı, sertliği savunuyordu. Ancak, çok sonra birçoğunun savaşlardan krizlerden para kazanan silah ve güvenlik taahhüt şirketlerine çalıştığı ortaya çıkacaktı. Kamuoyunu, şirketlerine para kazandıran şiddet politikaları konusunda ikna etmeye çalışmaları ordunun imajını ciddi şekilde sarstı.

Oysa, ABD’nin efsane genelkurmay başkanlarından Omar Bradley, 1959 yılında çok net bir uyarı yapmış:

‘’Birkaç hafta önce savaş zamanındaki kıymetli silah arkadaşlarımdan birinin televizyon yorumunu okudum. Buna ve diğer benzeri bazı yorumlara dayanarak diyorum, emekli bir generalin ülkesine yapacağı en iyi hizmet, dilini de üniformasıyla beraber dolaba kaldırması ve düşüncelerini ortaya saçmayıp depolamasıdır. Askeri görev birçok iyi şeyin yanısıra insana, coşkulu konuşmalar yapma inisiyatifi de kazandırır. Hep askeri konuşmaların sağduyu ile yapılmasını dilemişimdir. Yanlış anlaşılmasın, emekli general de olsa kimsenin seçtiği bir fikri ifade etme hakkına karşı değilim. Ancak emekli olduğu ünvana vurgu yapılarak konuştuğu zaman, söylediği herşeyin şahsi değil bu ünvanın temsil ettiği herşeye atfedilebileceği temkiniyle konuşmalı.’’

Ve Albay Moten bu tarihi uyarının üzerine diyor ki, ‘’Eğer emekli generaller ve subaylar, politik bir konuda konuşacaksa, ya da politik liderliği eleştirecekse, kendileriyle ordu arasına önce kati bir çizgi ve sınır çekmeliler. Söyledikleri herşeyin sadece kendi akıllarının ürünü olduğunu özenle vurgulamalılar. Bunu yapmazlarsa, Genelkurmay başkanı öne çıkıp emekli generallerin toplumda oluşturacağı bu algıyı engellemeli. Önce bunlarla özel olarak konuşarak, işe yaramazsa kamuoyuna açık şekilde. Şüphesiz bu herhangi bir politik partiye açıktan katılarak subaylık ünvanı yerine politik kimliğini giymiş askerler için geçerli değil.’’

Para, askeri bozar

Albay Moten son olarak, askerin profesyonelliğini tehdit eden bir unsur olarak ordunun ‘sivil’ problemine dikkat çekiyor. ABD’de Soğuk Savaş sonrası özellikle birçok askeri hizmet sivil taahhütlük şirketlerine yaptırılıyor. Her geçen gün birçok askeri işin özel şirketlere havale edilmesi, Kongre’nin ve yönetimin askeri faaliyetler üzerindeki denetimini de olumsuz etkiliyor. Halliburton, Blackwater, DynCorp, CACI gibi şirketlerin isimlerini saymam bile ABD’nin güvenlik politika ve icraatlarını yakından takip edenlere konunun vehametini göstermeye yeter.

1989 – 1993 yılları arasında Baba Bush’un Savunma Bakanı olan Dick Cheney, Bill Clinton Başkan seçilince Halliburton’un CEO’su oldu. Halliburton 1998 yılında Bush hanedanlığının kurucusu olan Prescott Bush’un bir dönem yönettiği Dresser Industries şirketiyle birleşti. Baba Bush da CIA başkanı olmadan önce bu Dresser Indusries’de çeşitli konumlarda çalışmıştı. Ve işte Bush – Cheney ikilisi 2000 yılında göreve geldiğinde ‘’sözde hiçbir bağları kalmayan’’ bu Halliburton, Savunma Bakanlığı’nın tüm ihalelerini kazanarak dev bir askeri müteahhitlik şirketine dönüştü.

2001 yılında bu şirketin Halliburton Energy Services adlı yan şirketlerinden biri Tahran’da ofis açtı. Sahipleri Amerikan halkına İran’ı düşman ülke tanıtırken, şirket İran’da bile ne kazanırım derdindeydi.

2003 Irak Savaşı sonrası Irak’taki her taşın altında Halliburton’un çıkması bayağı bir tartışma konusu oldu. ‘’War Inc’’ adlı filmde, Irak Savaşı ima edilerek, ‘’Tarihin ilk özel sektör savaşı olarak’’ nitelendirildi. Filmin en çok güldüğüm sahneleri ise, tankların bile üzerine reklam almalarıyla, ‘’embedded’’ gazetecilerin trajikomik haliydi.

İşte Cheney, 2000 yılında başkan yardımcısı olunca sözümona 36 milyon dolarlık bir emeklilik tazminatıyla şirketle tüm bağlarını kestiğimize inanmamızı istiyordu. Ancak, sadece 2004 yılında bile resmi rakamlara göre 398 bin dolar gelir almıştı. Gayrı resmisini bilmiyoruz.

Machiavelli, ‘Prens’te savaş ve askerlik alanında para kazanan müteahhitler bulunmasının bir devlette nelere yol açabileceğini çarpıcı şekilde anlatıyor. Irak ve ABD’de özel şirketlere bağlı Amerikalı sayısı, orduya bağlı Amerikalı sayısından fazla. Gerçi çoğu, temizlik, yemek gibi cephe gerisi hizmetlerde çalışıyor ama çok kritik alanlarda görev yapan güvenlik şirketleri de var. Albay Moten diyor ki, savaş alanında bu işin tüccarlarına izin veren ordular mesleki profesyonelliğin dışına çıkar.

USA Today gazetesine göre Amerikan ordusu son 8 yılda 158 emekli generali saati 200 – 340 dolar arasında değişen ücretlerle danışman olarak kiraladı. Bunların yüzde 80’i ise bahsettiğim bu müteahhit şirketlerle bağlantılı kişilerdi.

Türkiye için çok alakasız görünebilir ama mesela çoğu nedense NATO müteahhidi olan büyük futbol kulübü başkanlarıyla, takımın fanatik ‘’taraftarı’’ komutanların birbirine çok yakın olmaları, stadlarda özel localarda ağırlanmaları bence askeri profesyonelliğe aynı derecede uzak görüntüler. Sahalarımızda görmek istemediğimiz türden…

2008 yılında ABD Sayıştay’ı olan Genel Muhasebe İdaresi, 2006 yılı harcamaları üzerinde yaptığı denetimlerde 52 askeri taahhüt şirketinde çalışan 2435 emekli generalin, yasalara aykırı olarak şirketlerin ihale ve sözleşme departmanlarında görevlendirildiğini tespit etti. Yani, emekli komutan eski astının karşısına çıkarak ihale talep ediyor. Ne etiğe, ne iş ahlakına ne de hukuka uygun. Kaldı ki askeri profesyonelliğe… Bu şirketler bu emekli komutanları ticari yeteneklerine güvenerek işe almıyorlar tabii ki.. Ordu içindeki yetkili subaylarla tazeliğini sürdüren bağlarına binaen alınıyorlar.

Aklıma, Sümerbank içi boşaltılıp battıktan sonra yargılanma girişiminde bulunulan emekli orgeneral Muhittin Fisunoğlu’nun, ‘’Ben ne anlarım bu teknik işlerden, yapmışlar işte’’ mealindeki savunması geldi. Kara Kuvvetleri Komutanlığı seviyesine gelmiş bir kişi kendisinin banka yolsuzluklarının ayyuka çıktığı bir dönemde bir bankanın yönetim kuruluna neden seçilmiş olabileceğini sorgulamamış olması bana tuhaf gelmişti. 28 Şubat sürecinde, profesyonel olarak ‘’içi boşaltılıp’’ batırılan ve hesabı bütçeye havale edilen her bankanın enkazından bir orgeneralin çıktığı günlerdi. Neyse ki, Kıvrıkoğlu Paşa, generallerin bu tür işlere girmesini engelleyen bir karar almıştı.

ABD’ye döneyim. Albay Moten ABD Kongresine, generallerin emekli olduktan sonra askerle iş yapan şirketlerde 5 yıldan önce çalışamayacakları yönünde bir düzenleme yapmaları ve yine askeri taahhüt şirketleri ile ilişkisi olan generallerin de Savunma Bakanlığı bünyesinden hiçbir şekilde danışman olarak istihdam edilememelerinin sağlanması çağrısında bulunuyor.

Daha kötüsü var. Her geçen gün daha fazla sayıda askeri analiz ve araştırma, özel şirketlere yaptırılıyor. Yani, askerin doktrinini de şirketler belirliyor. Albay Moten, ‘’Kısa dönemli kazanımlarını uzun vadeli profesyonel sağlığına tercih eden ordular, profesyonelliklerin yavaş yavaş ölümünü de seçmiş olurlar’’ diye yazıyor. Her bakımdan ne kadar önemli bir uyarı…

‘’Her ne kadar bu şekilde hareket eden generaller azınlığı oluştursa da’’ diyor Albay ve ekliyor: ‘’Bu generallerin davranışları bütün ordunun kredisini kemiriyor. Meslekler, toplumun güven ve itimadını, uzun yıllar süren eğitim ve icraatla, bilgece ve etik şekilde görevlendirilmiş insan kaynaklarıyla kazanırlar. Eğer ordu toplumun güvenini yitirirse, verimli ve yapıcı asker – sivil ilişkisi için şart olan kişiler arası güveni tesis etmek de aşırı derecede zorlaşır’’.

Amerika’da şimdilik dakika ve skor böyle…