12 Ağustos 2015 Çarşamba

Türkiye'de bir iç savaş çıkar mı? / PROF. DR. GÖKHAN BACIK*

Cengiz Çandar, 5 Ağustos 2015 tarihli köşe yazısında “İç savaşlara doğru nasıl yol alındığını sanıyorsunuz?” diye sormuş. 

8 Ağustos 2015 günü HDP'li Ayhan Bilgen “geri dönüşü olmayan bir iç savaş tehlikesi” olduğunu iddia etmiş. 20 Temmuz 2015'te Yeni Şafak'ta Leyla İpekçi “İç savaş için uğraşanlar içimizdeki pimi çekti.” demiş. 28 Temmuz 2015'te Cumhuriyet'te yazan Işıl Özgentürk'e göre ülkemizde “endişeli pek çok insanın aklına iç savaş ihtimali” düşmekte.

Her kesimden insanlar (üstelik bunların büyük bir kısmı birbiri ile mücadele ediyor) Türkiye'de bir iç savaş ihtimalini konuşmaya başlamış görünüyor. Bir ülke için elitlerinin iç savaş ihtimalini bile konuşuyor olması “siyasi ve sosyal olarak bir iflas” anlamına gelir. İç savaş ihtimalinin konuşulabiliyor bile olması hepimiz için toptan bir iflas anlamına geliyor. Bir ülkenin vatandaşı için ise bundan daha ürkütücü bir “şey” olamaz. Bir ülkede artık ucundan bile olsa iç savaş ihtimalleri konuşuluyorsa sözün bittiği yere doğru gidiliyor demektir.
Peki sadece elitler mi? Bundan birkaç hafta önce Marmara Denizi'ni geçmek için bindiğim feribotta karşımda oturan iki vatandaş benim siyaset bilimci olduğumu öğrenince bana “Türkiye bir iç savaşa doğru mu gidiyor?” diye sordu. Bu başıma ilk defa geliyordu. Doğrusu çok şaşırmıştım. Genelde “Hocam Suriye ne olur?”, “Kürt sorunu ne olur?” gibi sorulara alışık biri olarak ilk defa böyle bir soru ile karşı karşıyaydım. İç savaş dedikodusu demek ki elitlerin tartışması olmaktan çıkmış feribotta seyahat eden vatandaşın gündelik konuşma konusu haline gelmekte.

Türkiye, Türkiye gibi şiddet üretir
Zaman zaman “Türkiye, Pakistanlaşıyor” veya “Türkiye, Malezyalılaşıyor” gibi tartışmalar ortaya çıkıyor. Bu önermeler toptan olarak ne doğru ne yanlıştır. Gerçekten de bugün Türkiye'nin Suriye sınırı “bir tür Pakistanlaşmıştır”. Ancak öte yandan Türkiye'nin kendi sosyal gerçeklikleri vardır ve Pakistan gibi olmaz. Ancak bu, Türkiye'de kaos olmaz anlamına gelmiyor.

Türkiye kendi tarihsel ve toplumsal dinamiklerine uygun kaos ve şiddet üretiyor. Biraz tarih okuyunca hem Osmanlı hem Cumhuriyet döneminin kendine özgü hatırı sayılır bir karmaşa ve şiddet üretme tecrübesi olduğu görülür. “Türkiye Pakistanlaşmaz”. Evet bu doğru ancak Türkiye bal gibi kendince bir şiddet sarmalına girebilir.
Türkiye tarzı kaos ve şiddetin Osmanlı'dan beri süregelen bazı özelliklerini burada hemen hatırlayalım:
1. Bu coğrafyada etnik ve mezhepsel gerilim hâlâ hallolmamıştır ve bu tip gerilimler Türk tipi sosyal kaosa yol açar.
2. Türkiye tipi kaosta devlet bir sorun çözücü değil elinde sopa, sorunun bir parçasıdır. Anadolu'da Osmanlı döneminde yaşanan Celali isyanlarından beri bu böyledir. Türkiye tipi sosyal kaosta “devletle ilgili bir zümre” her zaman sorunun ana kaynağıdır.
3. Sosyal karmaşanın dış politik boyutu var ise “Anadolu ahalisi” ortak bir çizgide buluşamaz. Etnik, mezhepsel ve diğer faktörler “Anadolu ahalisini” sözü geçen dış politik konuda farklı yerlere savurur. Osmanlı-İran münasebetleri de böyle olmuştur günümüz Türkiye-Suriye ilişkileri de böyledir.
Kısacası, Türkiye'nin kendi tarihsel kodlarına uygun bir şiddet üretme kapasitesi olduğunu kabul etmek gerekiyor. O nedenle “Türkiye Pakistan gibi olmaz” diyerek kendimizi rahatlatmak yerine Türkiye'nin Türkiye gibi şiddet üretmesinin önüne nasıl geçilir onu ele almak gerekiyor.
Türkiye'de alametler
Türkiye'de bugün iç siyasi dil medeni sınırları tüketmek üzeredir. Bir iç savaşın en büyük alameti maalesef budur. Bu ne demek? Bu şu demek: Bazı gruplar diğer grupları “yok edilmesi lazım gelen” olarak görüyor. “Bunların kökünü kazıyalım” düşüncesi yerleşiyor.
Hal böyle olunca medya, siyaset ve gündelik dil adım adım şiddet diline yaklaşıyor. Bugünkü siyasi ve medya dili teorik olarak iç savaşa hazırlık döneminde gibidir. Bu dilden vazgeçilmez ise “bu dil ile anlaşamayız”, aksine bu dil bizi daha kötü bir aşamaya götürür.
İkinci büyük alamet bazı siyasi akımların varlığını sürdürmek için tabanlarını radikalize etmek zorunda olmalarıdır. Bu en az dil sorunu kadar vahimdir. Liderin tabanını aşırılaştırması eroin bağımlılığı gibidir. Bu siyaseti izleyen lider her geçen gün daha fazla doz aşırılık istemek zorundadır. Türkiye'de pek çok alanda bu yaşanıyor. Lider, tabanından diğerlerinden nefret etmesini ister. Bu iç savaşın ön cepheleşmesidir. “Yeter ki ülke cepheleşmesin de gerekirse ben kaybedeyim” diyen lider çıkmadan da bu sorun çözülmez.
Ateşle oynamak
Halide Edip Adıvar, Milli Mücadele dönemini “Türk'ün ateşle imtihanı” olarak nitelemişti. Sanırım şimdi Türkler “ateşle oynama devrinde”. Alenen toplum olarak ateşle oynuyoruz. Üstelik karşımızda siyasi yollarla mı yoksa düşük yoğunluklu bir savaşla mı çözeceğimiz belli olmayan bir Kürt sorunu var.
Hem elitler hem sokak düzeyinde “iç savaş çıkar mı?” sorusunun tartışılması bile yeteri kadar alarm vericidir. Bu toplumsal alarm zillerini duyup tedbir alacak ferasette bir siyasi yaklaşım gelişmez ise durum daha vahim hale gelir.
“Türkiye Pakistan” olmaz bu doğru. Ama Türkiye Norveç de olamıyor. Bazen “ne olmadığımız değil ne olamadığımızın hesabını” yapmak lazım. Pek çok açılardan Norveç olamıyoruz, İsveç olamıyoruz, İngiltere olamıyoruz, Almanya olamıyoruz...
“Türkiye'de bir iç savaş çıkar mı?” sorusunu tartışma evresine girdik. Bunun cevabını zaman gösterir. Kimse geleceği bilemez. Ancak olup bitenlerin bu soruya olumlu cevap verilecek şartları olgunlaştırdığına hiç şüphe yok.