14 Haziran 2011 Salı

TSK yine darbe yapabilir mi / Serdar Kaya

Adam Przeworski, Michael E. Alvarez, Jose Antonio Cheibub ve Fernando Limongi tarafından yazılan ve dünyanın belki de en prestijli akademik yayınevi olan Cambridge University Press tarafından 2000 yılında yayımlanan “Demokrasi ve Kalkınma” (Democracy and Development) adlı kitap, günümüzde siyaset bilimi alanında şimdiden klasikleşmiş olan bir çalışma durumunda. Dünyanın farklı yerlerindeki çok sayıda saygın siyaset bilimi programının okuma listesinde bulunan kitap, ekonomi eksenli bir perspektife sahip. Kitap, bu çerçevede, kişi başına düşen milli gelir ile demokrasi arasındaki ilişkiyi inceliyor.
Kitabın analiz etmeye çalıştığı ilişki, bir yandan hızlı bir şekilde kalkınmaya çalışırken diğer yandan da demokrasisini sağlamlaştırmaya çalışan Türkiye için de önemli ipuçları içeriyor. Zira çok partili hayata geçtiği 1945 yılından bu yana demokrasisi bir türlü istikrara kavuşmayan Türkiye’de yeni bir askerî müdahale yaşanıp yaşanmayacağı sorusu, daha düne kadar sıklıkla (ve korkuyla) soruluyordu.

Demokrasi nedir? Diktatörlük nedir?

Demokrasi ve Kalkınma, benzeri her ciddi çalışma gibi, öncelikle, ele aldığı kavramları tanımlıyor. Kitabın belirlediği kriterlere göre, bir ülkenin demokrasi olarak nitelendirilebilmesi için şu üç şartın üçünün de gerçeklenmesi gerekiyor: (1) hükümetin başındaki kişi seçilmiş olacak, (2) milletvekilleri seçilmiş olacak ve (3) ülkede birden fazla parti olacak.

Diktatörlük için ise, şu dört şarttan herhangi bir tanesi tek başına yeterli: (1) hükümetin başındaki kişi seçilmemiş olacak, (2) milletvekilleri seçilmemiş olacak, (3) tek bir parti olacak ve/veya (4) hükümet değişimi olmayacak. (İsteyenler, bu kriterlerden hareketle, “Tek Parti Dönemi bir diktatörlük müydü”, ya da “Mustafa Kemal bir diktatör müydü” gibi soruların da cevabını arayabilirler.)
Kitap, bu iki kavramı bu şekilde tanımladıktan sonra, ülkelerin analizine geçiyor. 141 ülkenin 1950 ile 1990 yılları arasındaki rejimlerini ele alan analiz çerçevesinde, (1) demokrasiler, (2) diktatörlükler ve (3) bu ikisi arasında yaşanan geçişler tasnif ediliyor. Kitabın, ülke sayısı ve zaman aralığını bu denli geniş tutması, ortalama gelir seviyesi ile demokrasi arasında genellenebilir bir sonuca varmak istiyor olmasından ileri geliyor.

Sonuçlar

Demokrasi ve Kalkınma’nın vardığı sonuçlar, hem ilginç, hem de Türkiye’de demokrasinin geleceği adına epey ümit verici:

» Demokrasinin sağlamlığı ile ortalama gelir seviyesi arasında güçlü bir ilişki olduğunu ortaya koyan kitap, kişi başına düşen gelirin 1000 dolardan az olduğu ülkelerde, herhangi bir sene içerisinde demokrasinin sona erme olasılığını yüzde 12,1 olarak tesbit ediyor –ki bu da, bu gibi ülkelerde demokrasinin ömrünün sekiz yılı geçmesinin zor olduğu anlamına geliyor.

» Ortalama gelir seviyesinin 1000 ila 2000 dolar arasında olması durumunda bu oran yüzde 5,5’e düşüyor ve buna bağlı olarak demokrasinin maksimum ömrü de 18 yıla çıkıyor.

» Gelir seviyesi 4000 doların üzerine çıktığında ise, demokrasinin sona erme ihtimali sıfıra yaklaşıyor! Ortalama gelir seviyesinin 6055 doların üzerinde olduğu bir ülkede demokrasiden geriye dönüldüğü ise, bugüne dek görülmüş bir şey değil!
Bu sonuçlar, ortalama gelir seviyesi bundan sadece 10 yıl önce 2000’li rakamlara kadar düşen, ancak artık 10.000 doların üzerine çıkmış bulunan Türkiye’de demokrasiye yeniden ara verilmesinin imkânsız olduğu anlamına gelmese de, tarihin henüz böyle bir şeyi kaydetmediğini ve TSK’nın Türkiye’de yeni bir darbe yapması durumunda bunun bir ilke tekabül edeceğini ortaya çıkarıyor. Dolayısıyla, Türkiye’de yeni bir darbe yaşanıp yaşanmayacağı konusunda kesin bir fikre varmak her ne kadar müneccimlik olsa da, en azından şu kadarını rahatlıkla söyleyebilmek mümkün: Türkiye’de yeni bir darbe yaşanması durumunda, halkın darbeye vereceği karşılık, Özal öncesi dönemin dışa kapalı Türkiye halkının Kenan Evren’e verdiği karşılıktan çok daha farklı olacaktır. Çünkü, bazı kesimler değişmemeyi erdem saysalar da, Türkiye artık aynı Türkiye değil.

Sonsöz
Dikkat edilecek olursa, Demokrasi ve Kalkınma, diktatörlükten demokrasiye geçişi değil, varolan bir demokrasinin kesintiye uğraması ihtimalini ele alıyor –ki kitabı Türkiye açısından özellikle önemli kılan da zaten bu. Ancak kitapta başka ilginç detaylar da mevcut. Mesela kitabın bulgularına göre, varlıklı demokrasiler gibi, varlıklı diktatörlükler de uzun süre yaşayabiliyorlar. Bu bulguyu okuyunca, aklıma hemen Serbest Fırka deneyimi ve sadece üç ay yaşayabilmiş olan bu partinin 1930 yılında İzmir’de düzenlediği miting geldi. İbretlik hadiselerle dolu olan bu miting, Tek Parti Dönemi’ni (1925-1945) gerçekten anlamak isteyenler için mutlaka bilinmesi gereken bir vaka durumundadır. Partinin ve mitingin hikâyesini şuradan okuyabilirsiniz: http://j.mp/1930mitingi