20 Haziran 2011 Pazartesi

Askerlik ve Yunanistan / Ahmet Altan

Türkiye’deki herhangi bir erkek, askerde erlerin dövüldüğünü duyduğunda şaşırır mı?
Şaşırmaz.
Subayların erleri dövdüğünü bilmeyen kimse var mıdır?
Yoktur.
Peki, bu olay gazetelere haber olur mu?
Hayır.
Olmaz, çünkü bu ülkedeki herkes askerlerin dayak yemesini hayatın “doğal” bir parçası gibi görmüş, öyle kabul etmiştir.
Hatta neredeyse bunu övünerek anlatan insanlar vardır, “Sonra yüzbaşım, bana bir çaktı, kepim kafamdan uçtu” diye “güzel hatıralarını” nakleden epeyce adama rastlarsınız.
Dayak yemenin, hırpalanmanın, aşağılanmanın böylesine “doğal” karşılanması, bu ülkede yaşayan herkesin kafadan çatlak olmasından değil elbette, “devlet tarafından aşağılanmanın” hiç sorgulanmadan kabul görmesi gerektiğini öğreten eğitim sisteminden ve bunu kanunlarla pekiştiren hukuk düzeninden.
Hiç unutmayın ki bu ülkede “askerlikten soğutmak” diye dünyanın en acayip yasa maddelerinden biri var.
Ve siz, “Askerleri dövüyorlar” dediğinizde, sizi de bu maddeden yakalayıp içeri atarak, bir temiz sopa da size çekebilirler.
Biz şimdi şimdi “hasta” olduğumuzu fark etmeye başlıyoruz, “askerî vesayet” denen “ucube” hayatımızdan çekildikçe, altında saklı olan gerçekler de ortaya çıkıyor.
O gerçekleri gördükçe zihniyet de değişiyor.
Sadece sivillerin değil askerlerin de zihniyeti değişiyor, onların içinde de askerliği sorgusuz sualsiz bir vahşet olmaktan çıkartmayı amaçlayan insanlar var, askerliği “saygıdeğer” kılmak görevinin öncelikle askerlere ait olduğunu bilen insanlar bunlar.
Bugün manşetimizde Askeri İdare Mahkemesi’nin verdiği bir kararı okuyacaksınız.
Mahkeme, kararını açıklarken, dayak yedikten sonra intihar eden askerin akrabalarının avukatının sözlerine geniş bir yer veriyor, subayların iyi eğitim görmediğini söylüyor, bu intiharda dayak atan subayı da kusurlu buluyor ve intihar eden erin ailesine tazminat verilmesine hükmediyor.
Ayrıca, Askerî Başsavcılık da tazminat ödenmesini talep ediyor.
Bu, önemli bir gelişme.
Türkiye’de “intihar eden” er sayısının fazlalığını düşündüğünüzde, bu tür bir kararın önemini de fark edebilirsiniz.
Böyle kararlar çoğaldığında dayak azalır.

“İnsan onuru” denen bir şey olduğu, kışlanın kapısından girilirken o onurun orada bırakılmasının doğal olmadığı zihinlere yerleşir.
Polis yaptığında “işkence” olarak kabul edilen bir eylemin, subay yaptığında “normal uygulama” olarak nitelenemeyeceği anlaşılır.
Anlaşılmalı da.
Beli ki biz yeni bir anayasayla yeni bir toplum kurarken, askerliği de dipten doruğa değiştirmemiz, subayların eğitimlerini çağdaşlaştırmamız, değerlerini uygarlaştırmamız, Harbiyelerden gencecik teğmenleri “darbe de yapabilirsin, asker de dövebilirsin” diye zehirleyerek mezun etmememiz gerekecek.
Böyle bir değişim dönemine girerken bir başka gelişme de var karşımızda.
Yıllarca hep “savaşacağız” diye kendimizi şartladığımız “NATO müttefikimiz” Yunanistan, çok ciddi bir ekonomik krizden geçiyor.
Bu krizden geçerken birçok önlem alacak.
Herhalde, askerî harcamalarını azaltmak da bu önlemlerden biri olacak.
Biz de Yunanistan’la birlikte hatta Yunanistan’la anlaşarak askerî harcamalarımızı azaltabiliriz.
Kalabalık ve askerî kalitesi çok düşük bir ordu besleyeceğimize, kalabalığı azaltıp teknolojiyi ve niteliği öne çıkarabiliriz.

“Dayak yemeyi” doğal karşılamayacak kalitede erlerimiz, dövmenin utanç verici olduğunu kavrayacak düzeyde subaylarımız olur, işlerini iyi yaparlar, disiplini dayak dışında önlemlerle sağlarlar.
Bu yeni dönemde iç savaşı bitirecek olmamız da bu değişime yardım eder.
Orduya bir çekidüzen veririz.
Sürekli olarak toplumun içine “şiddet görmüş, şiddeti doğal karşılayan” genç erkekler gönderen bir kurum olan ordunun bu sağlıksız işlevini bitiririz, genç erkeklerde görülen “erkekliğin bir parçasının da kendisinden güçsüzlere vahşice davranmaktır” inancını kırarız.
Bu toplumun ruhuna sinen “şiddeti doğal bulma” refleksini bir ucundan engelleriz.
Savaşı bitirip, orduyu düzelttiğimizde, bu ordunun rejim içindeki garip durumundan dolayı çarpılan birçok toplumsal değer yerli yerine oturur.
Dayak yemeyi de, dayak atmayı da yadırgayan daha sağlıklı, daha onurlu bir toplum oluruz.