ADAM’ı tanıyor musunuz?
Tanıdığınız adamlar vardır da, bunu biliyor musunuz?
Büyük harfleri şöyle açılıyor: “Askeri Darbelerin Asker Muhalifleri”.
Bu bir platform.
Ve genellikle sağcıların da kimi solcuların da “solcu” zannettiği komutanlar tarafından ordudan atılan (genellikle) “solcu” askerlerden oluşuyor.
Ve ne tuhaftır ki, “darbe”den darbe yiyen bu eski askerler; “darbelere karşı” bir iktidarın kendilerine karşı, darbecilerle aynı safta olduğunun bir nevi kanıtı.
Çünkü, AKP iktidarı, YAŞ kararlarıyla ordudan atılan askerlere haklarını iade yolu açtı ama; darbelerle atılanları yine lanetli saydı!
Sadece onlar da değil; iki dudak arasında, yargısız, ordudan atılan “solcu, sağcı, ortadan” nice eski subay, astsubay ve askeri öğrencinin çalınmış hakları hak sayılmadı.
12 Mart darbesinde atılanlara Milli Savunma Bakanlığı ret cevabı veriyor; 12 Eylül’de kazınanlara ise cevaba bile tenezzül edilmiyor!
Al sana 12 Eylül ile hesaplaşma!
Al sana helalleşme!
***
Çünkü, sanki bu ülkede öyle bir askeri ve sivil yargı işlemiş gibi, YAŞ dışında atılanların “yargı yoluyla hak arayabileceği” ileri sürülüyor.
“Yargısız infaz”dan haberi olmayan ya da ıslık çalan bir “ileri demokrasi” masalı!
Bu tür infazların nasıl keyfi olduğunu sanki bilmeyen bir “sivillik”!
Bakan Bey’in paşagönlü, bunların hepsinin “yüz kızartıcı suç” olduğunu sanıyor; yüzlerce insan trajedisi karşısında devlet namına yüzü kızarması gerekirken!
***
O zaman tam onlara göre bir hikaye anlatayım da…
“Bunların hepsi ya solcu, ya yüz kızartıcı” diyen ”muhafazakâr demokrat”ım az düşünsün; “hak nedir, haksızlık nedir, eşitlik nereye düşer usta” diye:
“Üniformalı hayata 15 yaşımda başladım. 4 yıl sonra geminin en kıdemsiz astsubayı idim. Kendi çapımda namaz kılıyordum. Binbaşı günde iki kez beni azarlayacak bir şey buluyordu. Babam ve annem sıkıntımı anlıyordu, “Geniş ol, Allah’a sığın, dua et, devlet işi, sabret, köyden astsubay bir sen varsın, seninle gurur duyuyoruz” diyorlardı.
5 yıl daha idare ettim. Gölcük Donanma’da bir gemiye tayin oldum. Evlendim. Bu gemiye de namaz notum ulaşmış olacaktı. Yüzbaşı olduğunun ertesi günü, emrindeki 38 astsubayı toplayıp “artık 7 gün oda hapsi verebilirim” diyen 2. komutan ve yarbay komutanın; saçın uzun, sakalın uzun, pantolonun ütüsüz, amirine saygısızsın gerekçeleriyle defterim dürüldü; atıldım.
Zaten bir yılın 9 ayı görevde geçtiği için yüzümü az gören eşim anında terk etti. Tedavisi olmayan Behçet hastalığına yakalandım. Hastalıkta yalnız kaldım çünkü babam da kırılmıştı. 2 yıl köyüme gidemedim. Toplardamar genişlemesi, ağız içi ve genital bölge aftları, göz ve eklem tutulumlarıyla yıllardır mücadele ediyorum.
Bana Behçet teşhisini koyan Doktor Yüzbaşı, “Dava aç malulen emekli hakkını al” demişti. O gurur ve kırgınlıkla “istemiyorum onların vereceği maaşı” demiştim.
Şu an ölene kadar taşıyacağım Behçet hastalığım ve çok şükür beni seven bir eşim var.
Ne ki, halen neden atıldığımı anlatamıyor, iktidarın çıkardığı yasadan neden faydalanamadığımı anlayamıyorum.
YAŞ’la atılmadığım için bakanlık dilekçemi reddetti.
Söyledikleri yargı yolu Askeri Yüksek İdare Mahkemesi.
O da zaten “İdarenin verdiği kararı bozamam, yerindelik denetimi yapamam” diyor.
Bunun neresi açık yargı yolu!
Bakanlık beni çıkmaza atıyor; TSK ezdi, bir de ben ezeyim diyor!”
***
Belki sizin hayatınızda, yakınınızda böyle olaylar yok.
Ama, bir ülkede, hak verilirken dahi eşitsizlik, adaletsizlik, hakkaniyetsizlik yaygınsa…
Bir gün sizi de bulur; bir gün sizi de vurur!
Belki buluyordur, vuruyordur ama mağdurlar öteki mağdurları bir türlü hissedemiyordur.
Belki adaletsizlik duygusu ve kolaylığı, haneden haneye, sandıktan sandığa, Batı’dan Doğu’ya böyle böyle kazık çakıyordur.
Not: Bu konudaki devlet ve hükümet yorumunu daha sonra yazacağım!