6 Ocak 2011 Perşembe

28 Şubat’a asker eleştirisi / Ahmet Taşgetiren

Deniz Harp Okulu Komutanlığı görevinden istifa eden Tuğamiral Türker Ertürk, bir siteye yazdığı köşe yazısında TSK’ya karşı uzun süredir ve yoğunluğu artarak devam eden bir savaştan bahsediyor. Ertürk aslında ne demek istiyor?

Geçtiğimiz günlerde 28 Şubat’a bir asker eleştirisi oldu.
Deniz Harp Okulu Komutanlığı görevinden istifa eden Tuğamiral Türker Ertürk idi eleştirinin sahibi.
Ertürk, son YAŞ toplantısında da tümamiral rütbesine terfi ettirilmemiş, o da, ordudan istifa etmeyi tercih etmişti.
Ertürk, Trabzon’da Haber61 adlı siteye yazdığı köşe yazısında Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı uzun süredir ve yoğunluğu artarak devam eden bir savaşın hâlen sürdüğünü iddia etti.

Ertürk, “Bunun amacı TSK’nin halkın gönlünde kurduğu itibarını yok etmektir’’ dedi ve “TSK’nin antiemperyalist yapısının, ABD’ye karşı olumsuz duygunun, Türk devrimlerine bağlılığın, kırmızı çizgi hassasiyetinin ve Türk ulusuyla arasındaki organik bağının’’ bozulmak istendiğini ifade etti.

Sonra özeleştiriye geçti.
“Biz asla Türk Silahlı Kuvvetleri hata yapmamıştır demiyoruz. Soğuk savaş sırasında olduğu gibi, sonrasında da bir sürü hata yapılmıştır’’ diyen Ertürk, 28 Şubat postmodern darbesini de “Korkunç bir hata’’ olarak niteledi ve şunları yazdı:

“Özellikle 28 Şubat korkunç bir hatadır. Sayın Necmettin Erbakan’ın fikirlerini paylaşmayabilirsiniz fakat kendisi antiemperyalisttir, işbirlikçi asla değildir. Darbe ne eskiden sorunlarımızın çözümü olmuştur ne de bundan sonra olabilir.”

“Diyelim ki, işbaşında bulunan yönetim, iktidarda bulunduğu her dakika ülkemize zarar vermektedir. Değerlendirmeniz böyle bile olsa, çözüm yine demokrasi olup asla darbe olamaz. Gelecek nesillerimiz, çocuklarımız ve gelecekte de antidemokratik girişimlere bağışıklık kazanmak için sabretmesini bilmek, tüm kurum ve kuralları ile demokrasiye inanmak ve birbirimize karşı hoş görülü olmak zorundayız.”

Bu değerlendirmede benim dikkatimi özellikle Erbakan’la ilgili ifadelerin çektiğini, buradan yola çıkarak, “ulusalcı” çevrelerin şu andaki hükümete bakışının değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmek istiyorum.

Sayın Ertürk demiş oluyor ki:
Eğer asker antiemperyalistse, 28 Şubat’la Erbakan’ı devirmek korkunç bir hata olmuştur. Çünkü o da antiemperyalistti, asla işbirlikçi değildi.

Ertürk’ün bu değerlendirmesinin altında acaba, “AK Parti hükümeti antiemperyalist değil, hatta işbirlikçi” yargısı var mı?
Kuvvetle muhtemel.
Zaten, AK Parti’ye yönelik ve önemli ölçüde askerin bir kısmı tarafından paylaşılan “ulusalcı” tepkilerde, böyle bir suçlamanın bulunduğu biliniyor.

Doğrusu, asker adına Erbakan’ın antiemperyalistliğinin ifade edilmesi, bir hakkın teslimidir. Bunu sadece Ertürk de ifade etmiş olmuyor, genelde AK Parti’ye tepki gösteren “ulusalcı” muhitler, “fikirlerini benimsemesek de” notunu düşerek, Refah’ın ve Erbakan’ın antiemperyalist hüviyetini teslim ediyorlar.

Bu doğru bir şey.
Yani antiemperyalist olmak, “İslamcı” siyasi hareketin tabiatının gereğidir. Çünkü emperyalizmin talan ettiği coğrafya, İslam coğrafyasıdır ve İslami hareketler, bu coğrafyanın istirdadı -yeniden kazanılması- ekseninde oluşmuştur.

Bunu defalarca yazdım:
Aslında, Batıcı - laik hareketler, zımnen de olsa, emperyalizmle işbirliği içinde olmuşlar ve İslami hareketleri ezerken, aslında, emperyalizme direnç gösteren toplumsal zemini yok etme hedefine hizmet etmişlerdir.

Onun için ben, hep, İslam karşıtı ulusalcı hareketin, asla antiemperyalist olamayacağı düşüncesinde oldum. Ve yaşadığımız süreçte, ulusalcılık adına yürüyenlerin, ortak cephe çalışmalarına hep mesafeli durdum.

Ertürk’ün itirafı, antiemperyalist bir siyasi hareketi tasfiye operasyonunda TSK gibi bir kurumun rol almasının, aslında “ulusalcı”lık iddiasının her zaman antiemperyalistlik anlamına gelmeyebileceğini, bazen emperyalistlerin hükümet devirme oyununda rol alınabileceğini de ortaya koyuyor.

Bu değerlendirmenin, Erbakan’ı “ulusalcılar bizi takdir ediyor” gibi bir duyguya sevk edeceğini sanmam. Çünkü o da, İslam karşıtlığı ile zihni bulanmış ulusalcılığın, antiemperyalistlik iddiasının içinin boş olduğunu bilecektir.
Sayın Ertürk’ün Erbakan’la ilgili değerlendirmesi, 13 yıllık bir gecikme ile gelebilmiştir.

Ben, o değerlendirmenin, mevcut hükümete yönelik “emperyalizmle işbirliği” gibi bir ithamı da barındırdığından yola çıkarak, burada da çok yanlış bir duruş sergilendiğini belirtmek ve buradaki yanlışın kaç yıl sonra itiraf edileceğini sorgulamak istiyorum.

Kaba bir tasnifle, Erbakan hareketinin “İslamcı” bir hareket olduğu söylenebilir.
Yine kaba bir tasnifle, Erdoğan hareketinin “İslamcı”lıktan yola çıkıp, Refah çizgisinden koparak, kitle partisi formatı ile, iktidara geldiği bellidir. Bu oluşuma yönelik tespitler, genelde, Refah’tan farklı olarak, Amerika ve AB ile “iyi ilişkiler” içinde olmakta toplanıyor. Şöyle ki:

Erbakan, Amerika’ya, Avrupa’ya meydan okudu. Onlar da askeri devreye sokarak, Erbakan’ı devirdi!
Erbakan’ın çevresindeki bir ekip, bundan ders alarak Amerika ve Avrupa ile kavga etmemeyi, aksine, asker etkisine karşı o dünyanın normlarını devreye sokmayı tercih ettiler. BOP’ta eşbaşkan bile oldular. 8 yıldır iktidardalar. Öyleyse, Amerika’nın ve Avrupa’nın korumasındalar!!

Bu, “ulusalcı” muhitlerde çok revaç gören bir muhakeme. Vaktiyle eski Cumhurbaşkanı Sezer’in lügatine giren “Ilımlı İslam” suçlaması da bununla bağlantılı idi, şimdilerde Erbakan Hoca bile, Gül’ü, Tayyib’i “siyonizmin oyuncağı” olmakla suçlarken, böyle bir muhakeme yürütüyor.
Acaba böyle mi?
Bu muhakeme haklı ise şu soruları cevaplamak zorlaşıyor:

Türkiye’ye yönelik “Eksen kayması” tartışmaları neyin nesidir?
Türkiye’nin İran ile ilgili politikaları neden boy hedefidir?
Türkiye’nin Batı şablonları dışında Çin ile, Rusya ile ilişkilerini geliştirmesi neyin nesidir?
Türkiye’nin, İsrail konusunda, Amerikan şablonunun dışında özel inisiyatif geliştirmesi neyin nesidir?
Türk dış politikasının Osmanlı ile bağlantılanması, böylece Batı’da, İslam coğrafyasında alerjiler üretme çabalarına yönelinmesi neyin nesidir?
....
Şu sıralar ulusalcı çevrelere baktığımızda, tıpkı, Batı mahfillerinde olduğu gibi, Türkiye’nin stratejik açılımlarının, Batı’da Panislamizm, Pantürkizm kuşkuları oluşturarak, ülke güvenliğini tehlikeye düşüreceği değerlendirmeleri yapılıyor. Ahmet Davutoğlu “tehlikeli adam” ipine çekiliyor.
....
Erbakan’ın antiemperyalistliği, açıkça meydan okuyan bir antiemperyalizmdi.
Acaba, AK Parti kadroları da, gerçekte antiemperyalist, Türkiye öncelikli kadrolardır da, bunu, reel-politik şartlarında yürütüyor olamazlar mı?
Bu durumda, acaba, askerin bile devreye sokulduğu bir operasyonla devrilmeyi göze alarak yürütülen meydan okuyucu bir antiemperyalizm mi daha gerçekçidir, yoksa, reel-politiki dikkate alan, sağlıklı bir güç değerlendirmesi yapan, ülkenin taşıyabileceği kapasiteyi gören, kendi kadrolarının ayakta durmasını mümkün kılan bir politik strateji mi?

Bence bu iktidar döneminde de Türkiye, hiç kimseye teslim olmuş değildir.
İktidardaki kadro, hem ülke içinde kendi varoluş şartlarını gözetiyor, hem dış ilişkilerde Türkiye’yi güçlendirmenin yolunu arıyor. Ekonomik, siyasi, askerî, jeopolitik, jeostratejik gücünün yettiği alanlarda, tavrını ortaya koyuyor, gücünün sınırlı olduğu durumlarda uzlaşmalara önem veriyor. İpler geriliyor, gevşiyor... bunların hepsi diplomasi çerçevesinde.

Ben şunu söylerim:
Eğer asker, Erbakan’ı devirme operasyonunda rol almasaydı, hatta daha gerilere gidip, asker, Menderes’i, Demirel’i devirirken rol almasaydı, kimi sivil alanlar harekete geçirilerek darbe ortamı hazırlanmasaydı, Türkiye bugün çok daha farklı yerlerde olabilirdi.

Dileyelim, Tuğamiral Ertürk’ün Erbakan’a yönelik özür yazısı, emperyalizmin içeriye yönelik operasyonlarına karşı bir hassasiyet hâline gelsin.