Pisa Kulesi gibi bir ordu bu.
Temeli yanlış atıldığından, üstüne konan her taş, çıkılan her kat, bu yapıyı biraz daha çarpıtıyor, ordu olmaktan biraz daha uzaklaştırıyor.
“Dışarıdakilere” karşı sınırları korumak için değil de, “içerdekilere” yani kendi halkına karşı “rejimi” korumak için biçimlendirilmiş bir ordu, elbette asli görevinden uzaklaşıyor, siyasallaşıyor ve “muhafızı” olduğu rejimin “efendisi” olma ihtirasından kendini kurtaramayıp siyasetin içine dalıyor.
Bir ordu, siyasi iktidar olmak için mücadeleye başladığında, kaçınılmaz olarak kendi içinde de siyasi iktidar kavgaları, cuntalar, hizipler oluşuyor, disiplin kayboluyor.
Hem bu sistemi korumak, hem de bu sistemi halkın gözünden saklayabilmek için de yalanlar, çarpıtmalar, tehditler, JİTEMler, cinayetler birbirini kovalıyor.
Onun için, bugün Balyoz cuntasında adı geçen bir generalin de katıldığı Hudson toplantısında “Anayasa Mahkemesi Başkanı’nı öldürme, bombalı saldırılar” yapma planları konuşuluyor...
Onun için Apo’ya gidilip “savaşı kızıştırın” deniyor...
Onun için istihbarat raporlarına rağmen ardı ardına karakol baskınlarına göz yumuluyor, karakollardaki askerlere yardım gönderilmiyor...
Ordunun muhafızlığını ve efendiliğini yapmak istediği rejim de, ordunun kendine biçtiği rol de ancak “ülkenin gerginlik” içinde olmasıyla sürebilir.
Bütün darbe planlarında rastladığımız, “kışkırtmalar, suikastlar, cinayetler, saldırılar” da hep bu “gerginliği” taze tutabilmek için.
Yoksa, bir ordudan kendi ülkesini “karıştırmak” için bu kadar çok plan çıkar mı?
Ordunun rolü, amacı, yaptıkları ortaya çıktığı, dünya ve Türkiye çok değiştiği, halk yeni bir “rejim” istediği halde generaller hâlâ eski alışkanlıklarından vazgeçmiyorlar.
Son olarak “Balyoz” rezaletini yaşıyoruz.
Yargı, Balyoz cuntasına dâhil olduğu iddia edilen 25 generali yakalamak istediğinde Genelkurmay’da acil toplantılar yapılıyor ve Amerikan Büyükelçisi ülkesine “ordu darbe yapabilir” diye rapor gönderiyor.
Balyoz belgeleri ilk olarak Mehmet Baransu’ya geldi ve bizim gazete tarafından ayrıntılı biçimde yayımlandı.
Medya, “ordunun içinde bir cunta mı vardı, bu cunta hâlâ varlığını sürdürüyor mu” diye bir kuşkuya kapılmak yerine, “bu belgeler sahte mi” kuşkusuna kapıldı ve “sahte olduğunu” kanıtlayabilmek için çırpındı.
O belgelerde, isimler, rütbeler, sicil numaraları, şemalar, keşif planları, konuşma kayıtları vardı.
Tutuklama planları, öldürme planları, listeler vardı.
Aldırmadılar.
Sonra bu belgelerin benzerleri, Gölcük’teki Donanma Komutanlığı’nın İstihbarat Şube Müdürlüğü’nde, bir odanın zeminine kazılmış gizli bir bölgede yakalandı.
Peki, Hrant Dink cinayetine kadar uzanma ihtimali olan bir cunta yapılanmasını araştırmak yerine ordu ne yaptı?
Bir bildiri yayınladı.
Donanma Komutanlığı’ndan çıkan belgeleri “peşinen doğru kabullenen” gazetecileri suçlayarak “aksi yönde yapılan telkinlere rağmen yargı sürecini sabır, sükûnet ve itidalle izlemekte” olduklarını söyledi.
Bu ordu nasıl bir ordudur ki, birileri buna “sabırsız, itidalsiz, sükûnet dışı” davranmasını “telkin” edebiliyor.
Orduya “telkinde” bulunabilecek güç kim, ne cüretle “sabırsız” davranılmasını telkin edebiliyor, Genelkurmay böyle bir “telkini” nasıl sineye çekebiliyor?
Ayrıca, sabırsız davranırsanız ne yapacaksınız, mahkemeyi tanklarla mı kuşatacaksınız, yargıçları mı korkutacaksınız, belgeleri yayımlayanları mı vuracaksınız?
Bu nasıl kendini bilmez bir laf.
Kendi Donanma Komutanlığı’nın İstihbarat Dairesi’nden çıkan belgelerin “doğruluğunu” kabul edenlere kızan, bu belgelerin doğru olmadığından kuşkulanan bir ordumuz var.
Eğer söylemek istedikleri, ordudaki bütün subayların, astsubayların sicil numaralarını, görev yerlerini, ilişkilerini bilen birilerinin, binlerce sayfa sahte belge hazırlayıp, bunları Donanma Komutanlığı’na gömdüğüyse... Bütün bilgileri “birilerinin” eline geçen, bu bilgilerle düzenlenen sahte belgelerin Donanma Komutanlığı’nın en gizli bölümüme gömülmesine engel olamayan güce “ordu” denmez.
Ordu, ya “kozmik” odalarını bile koruyamayan, tümüyle aciz, yeteneksiz, elindeki bilgileri kaptırmış, oyuncağa dönmüş bir yapı olduğunu kabul edecek ya da içinde bir cunta olduğunu ama onu yakalamak istemediğini söyleyecek.
Sanırım cuntayı yakalayacak cesareti gösteremedikleri için “rezil” olmayı göze alıyorlar.
Tabii bir soru da AKP hükümetine.
Niye yaşanan bu rezalet, heykel kadar, dizi kadar, içki kadar ilginizi çekmiyor, neden o eften püften konulardaki cevval hitabetinizi bu konularda göremiyoruz, ne oldu hiddetinize, ne oldu “muhafazakâr” hassasiyetinize?
Orada burada “AKP’nin liberallere ihtiyacı kalmadığına” dair yorumlar okuyorum.
Ordu karşısında böyle susacak, Sayıştay Kanunu’nda orduyla anlaşacak olduktan sonra AKP’nin kimseye ihtiyacı yok, kendine bile...
Bu kadarcık işi CHP de yapar nasıl olsa...