Hürriyet gazetesi yazarı Cüneyt Ülsever geçen hafta “Hangi Ahmet Altan’ı seviyorsunuz?” başlıklı köşe yazısında, benimle ilgili bazı yorum ve ‘kanaatlerde’ bulunmuş. Ülsever Yazısında “Mehmet Baransu’nun ‘Mösyö: Hanefi Avcı’nın Yazamadıkları’ adlı kitabında benimle ilgili yazdıklarını telefonda Baransu’ya bizzat sorunca verdiği cevaptan Baransu’nun Emniyet içinden sadece bilgilendirilmediğine, aynı zamanda yönlendirildiğine dair kanaat bende pekişti” demiş.
Mösyö Hanefi Avcı’nın Yazamadıkları kitabımda Ülsever’in Jandarma’yla ilgili bir haberinin kaynağının Hanefi Avcı olduğunu yazmıştım. Bunun yanı sıra Ülsever’in Hacı romanında gerçek hayattan apartılan iki karakterin yer aldığını söylemiştim. Bu karakterlerden birisinin Aydan Kodaloğlu adındaki gerçek bir şahsa binaen oluşturulduğunu yazmıştım. Kitap Avcı üzerine olduğu için detaya girmedim. Sadece Hacı romanının hiç de azımsanmayacak bir bölümünün Avcı ve ekibi tarafından Ülsever’e paslanmış olduğunu ima ettim.
Kitabın çıkmasının ardından Ülsever’in kızacağını, romanı etrafındaki gerçeklerin ortaya çıkmasından rahatsız olacağını biliyordum. Tam da düşündüğüm gibi oldu. Ülsever, kendi kanaatlerini açıklamakla meşgulken benim gerçekleri açıklamam onu pek bir üzdü.
Baştan alalım. Ülsever, geçen ay İtalya’dan beni aradı. Mösyö adlı kitabımı okumadığını, bir arkadaşının kendisini aramasıyla konudan haberdar olduğunu söyledi. Konuyu bir de benden dinlemek istemişti. Yine ayrıntıya girmeden, Hacı romanındaki karakterlerin gerçek hayattan apartıldığını söyledim. Ülsever’in bu bilgilere itirazı vardı. “Bir romandan bahsediyoruz. Romandaki karakterler hayalî ve benim düşünce dünyamda yaratıldı” mealindeki cümlelerle, yazdıklarımın doğru olmadığını söyledi. Kitabı okuduktan sonra tekrar görüşmek üzere sözleştik. Ülsever’in telefonunu beklerken, geçen hafta Hürriyet gazetesinde yukarıdaki satırlarla karşılaştım. Ülsever tamamen kanaate dayalı çıkarımlarla yazdığı yazısıyla Emniyet tarafından yönlendirildiğimi kamuoyuna açıklamıştı.
Bu büyük bir iftiraydı, buna sessiz kalamazdım. Madem birileri kendi kanaatlerini büyük bir rahatlıkla yazıya dökebiliyordu, ben niye kitabıma almadığım bazı gerçekleri yazmayacaktım ki? Hem dediğim gibi, okuyacağınız satırlar kanaat değil, birebir gerçek; “Hacı Cüneyt Ülsever’in Yazamadıkları.”
28 Şubat sürecinde ABD’nin Ankara’daki gayrı resmî temsilcisi Aydan Kodaloğlu’ydu. Türk Amerikan Derneği’nin Genel Müdür’lüğünü yapan Kodaloğlu, silah ticaretinden siyasi görüşmelere varıncaya değin uluslararası bir dizi faaliyet yürütüyordu. Yine o dönemde Türk Amerikan Derneği’ni çok sayıda paşa ziyaret ediyordu. Dönemin kudretli orgenerali Çevik Bir de bunlardan birisiydi. Bu arada, derneğin ziyaretçileri, yapılan toplantılar, çalışanlarının da dikkatini çekiyordu. Nihayetinde, Emniyet’te tanıdığı olan bir dernek çalışanı Çevik Bir’in faaliyetlerini yakın arkadaşına aktardı.
Hanevi Avcı’nın ekibindeki bu isim, derneği yakın takibe aldı. Kodaloğlu’nun tüm ilişkileri takip edilmeye başlandı. Hacı romanının yazılmasına neden olan olaylar zinciri böylece başlamış oldu. Avcı’nın ekibindeki bu isim bir yandan derneği yakın takibe alıyor, diğer yandan da içeri sızmaya çalışıyordu. Kodaloğlu’yla çalışan kadın hizmetçiyle irtibata geçti. Hizmetçiye bir ekran okuyucu makinesi, hard diski verildi. Nasıl kullanılacağı ayrıntılı olarak anlatıldı. Hizmetçinin görevi basit ama önemliydi; Kodaloğlu’nun açık ekranını tarayacak, bilgileri yükleyecekti. Hizmetçi üzerinden yürütülen plan sonuç verdi ve kısa sürede Kodaloğlu’nun tüm yazışmaları bilgisayardan ele geçirildi. Bilgisayarda bulunan, mail yazışmaları dâhil tüm yazışmalar kaydedildi. Bunlardan özellikle silah tüccarlarıyla gerçekleştirilmiş olanlar hayati öneme sahipti.
Artık, 28 Şubat generalleri ve ABD arasındaki kavşak noktasında bulunan kişinin tüm yazışmaları ‘cepteydi’. Geriye sadece bu bilgilerin nasıl kullanılacağı meselesi kalmıştı. Bilgilerin askerlere karşı uygulanan psikolojik harbin bir parçası olarak ‘bir kitapta’ kullanılmasına karar verildi. Bunun için uygun bir kişi arandı ve bulundu. Bilgiler Cüneyt Ülsever’le paylaşıldı ve Hacı romanı da böylelikle ortaya çıktı. İşte, Hacı romandaki yazışmaların hikâyesi buydu. Ülsever’in hayal dünyasından oluşturduğunu iddia ettiği yazışmalar, bir hizmetçinin ekran okuyucuyla elde ettiği bilgilerden başka bir şey değildi.
Cüneyt Ülsever, büyük bir ihtimalle bu yazdıklarıma da yalan diyecektir. Ancak hatırlatmak isterim, bu bilgilerin ne zaman, nerede, kim tarafından kendisine verildiğini de biliyorum. Umarım beni mahkemeye verir de mailler, gerçekler mahkemede resmî yollarla ortaya çıkar.
Evet, Emniyet birilerini yönlendirmenin de ötesinde etkilemiş ama o birisinin ben olmadığı kesin. Asıl üzücü olan Emniyet’ten aldığı belgelerle roman yazan birisinin beni Emniyet tarafından yönlendirilen bir gazeteci olarak görmesi, başkalarının böyle görmesini sağlamaya çalışması. Bu arada unutmadan Cüneyt Ülsever’e bir sorum olacak. Hisarüstü Cinayetleri romanın da hayal ürünü mü?