Bırakın askeri bir mahkemede, ülkenin hiçbir yerinde hatta toplumsal bir gösteride bile bir generale pet şişe atılmamıştı.
Arkasında hiçbir ekonomik ya da siyasi güç olmayan hatta gariban sayılabilecek bir şehit babası, kasten oğlunun ölümüne yol açtığı anlaşılan bir komutana yapabileceği en ağır hareketi yaptı ve ona pet şişe fırlattı. Bu şişeyi atan kişi sokakta alelade bir vatandaş değil, evlat acısıyla yanıp kavrulan bir baba, bir şehit babasıydı.
Fırlatılan pet şişe aslında tarihi bir dönüm noktası... Çünkü bu şişe sadece; kendisine ulaştırılan istihbarat bilgilerinin, Heron görüntülerinin gereğini yapmadığı için defalarca yenilen baskınlar yüzünden tam 64 evladımızın şehit olmasına sebebiyet veren bir generale atılmadı. Bu şişe döşettiği mayınlarla kendi çocuklarımızın toprağa düşmesine sebep olan bir generale de atılmadı, Mehmetçiğin canı üzerinden kirli bir iktidar oyunu yürüten herkesin suratına atıldı.
Bugüne kadar yapılan bütün darbelere, olağanüstü hallere, özgürlüklerin kısıtlanmasına rağmen askere saygı ile bakan, ona karşı çıkmayan orta direk vatandaş, bugün artık bir generale pet şişe atıyor. Bu aslında milletin canına tak etmişliğin resmidir. 'Güneydoğu'da neler oluyor, bu çocuklarımız kurbanlık koyun gibi neden teröristin namlusunun ucuna peşkeş çekiliyor?' sorularının, vatandaş tarafından yüksek sesle sorulmasının resmidir.
Bu şişe Mehmetçiğin canı üzerinden yürütülen bir iktidar oyununun yüzüne atılmış kocaman bir şamardır. Bu şişe "Bin bir zorluklarla ve yokluklarla büyüttüğümüz evlatlarımızı, bir tabut içerisinde bize teslim ederken söylediklerinize inanmıyoruz.'' cümlesinden başka bir şey değildir. Bu; anaların babaların "Evlat acısı yüreğimize artık tak etti.'' feryadının müşahhaslaşmış halidir.
1993 yılında Cumhurbaşkanı Turgut Özal ve Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis, PKK terörünü bitirecek radikal bir adımı atmak üzereyken öldürüldü. Sonra da 33 er silahsız ve savunmasız kurbanlık koyun gibi teröristlerin namlusunun ucuna gönderildi. Ondan da önce Uğur Mumcu, PKK ile üzerine devlet urbası çekmiş birilerinin irtibatını ortaya çıkarmak üzereyken suikasta uğradı.
Bugün, 'Uğur Mumcu'yu Ergenekon gibi derin bir yapı öldürdü' denildiğinde birtakım çevreler ayağa kalkıyor. 'Mumcu'nun katili de mi falanlar filanlar' diye savunmaya geçiyorlar. Ergenekon görevlileri zaman zaman değişen, konjonktüre göre anlayış değiştiren bir yapıdan başka bir şey değil zaten. Oraya bağlı çalışanlar dün başka olabilirdi, bugün başkaları olabilir.
PKK terörü, 1993 yılında bitirilecekken büyük bir karşı atakla Ergenekon gibi derin bir yapı, onu yeniden Türkiye'nin en önemli meselesi haline getirmeyi başardı. 12 Eylül'ün ürettiği çocuğu, bu derin yapı ölümden kurtardı. Bundan sonra da her zorda kaldığında o çocuğu ölümden kurtaran, ona hep akıl hocalığı yapanlar çıkacaktı. Nitekim üç gün önce Taraf Gazetesi, PKK'ya taktik ve strateji hocalığı yapan bazı devlet görevlilerinden bir kere daha bahsetmişti.
1993 yılında 33 eri ölüme gönderenler hakkında hiçbir işlem yapılmadı. Dağlıca'daki (en iyi ifadeyle) ihmalin, Aktütün'deki gafletin kimseye faturası çıkarılmadı. Çeliktepe saldırısından önceki istihbaratı değerlendirmeyen ve gencecik evlatların toprağa düşmesine neden olanlara bırakınız hesap sormayı, kanırta kanırta terfi verildi. Genelkurmay'ın bugüne kadar yürüttüğü soruşturmalardan hiçbir şey çıkmadı.
Yüzüne pet şişe fırlatılan general hakkındaki dava da tam bir buçuk yıl sonra açılabildi. Kamu vicdanını bu kadar yaralayan, evlat acısını hiçe sayan, alemi ahmak, kendini akıllı sananları bu pet şişe inşallah uyandırmıştır.