ÖNCEKİ akşam gazeteden çıktım, yoldayım. Ali Fuat Yılmazer aradı. İstanbul’un İstihbarattan Sorumlu Emniyet Müdür Yardımcısı.
Cuma günü yazdığım yazı ile ilgili bilgi vermek için aramış. Hüseyin Çapkın‘ın “Arayıp bilgilendirin” demesi üzerine...
Hatırlayacaksınız bir teğmenin telefonuna Hizbuttahrir örgütü üyelerinin telefonları, Emniyet’teyken eklenmiş ve mahkeme bunu bilirkişiye tespit ettirmişti.
Ben de buna değinmiş ve “Eğer bu doğruysa masum vatandaşlar tehlike altındadır. Evinizde otururken, hatta uyurken terör örgütleriyle bağlantılı hale getirilebilirsiniz. Bu, en üst seviyede araştırılmalıdır” demiştim. Söz konusu soruşturma, iki ayrı birim tarafından yapılmış. Teğmenin Ergenekon bağlantısını Organize Suçlar, Hizbuttahrir yönünü ise Terörle Mücadele araştırmış.
Yılmazer bunun bir karışıklık yaratmış olabileceğini söyledikten sonra sistemi anlattı.
“Biz şüpheliler üzerinde ele geçirilen telefonlara dokunmayız. Bunları bilgisayara bağlar ve bütün bilgilerini aktarırız. Bir anlamda telefonun fotoğrafını çekeriz” dedi.
“Biz şüpheliler üzerinde ele geçirilen telefonlara dokunmayız. Bunları bilgisayara bağlar ve bütün bilgilerini aktarırız. Bir anlamda telefonun fotoğrafını çekeriz” dedi.
Yılmazer‘e göre hata burada oluşmuş olabilir.
“Aktarırken farklı dosyalar üst üste yazılmış olmalı. İki farklı telefonun kaydı birlikte görünür olmuş. İnsan hatası diye düşünüyoruz” dedi.
Çünkü telefonları açıp kurcalamak, telefon üzerinde çalışma yapmak kesinlikle yasakmış. Bilgisayara aktardıktan sonra incelenmesi kuralmış.
“Ben de öyle zannettim ama bilirkişi raporu farklı. Bilgiler telefona kaydedilmiş. Sanki telefonda bunlar mevcutmuş gibi hava yaratılmış” dedim.
“Bunu biz de duyduk. Bu yüzden de mahkemeden incelenmek üzere telefonu istedik ancak adli emanette olduğunu söyleyip bize vermediler. Sonra bunu bilirkişiye yollamışlar. Bize yollasalardı işin aslını ortaya çıkarırdık. Gerçi telefonların hafızası kısıtlı ve geriye dönük taramada bilgisayar kadar çok bilgi vermiyor ama yine de inceleseydik bir şeyler bulurduk” dedi.
“Herhalde sizden kaynaklanan bir sorun olabileceğini düşündükleri için size değil bilirkişiye vermeyi tercih ettiler” dedim.
“Bakın” dedi Yılmazer, “Burada bizim kötü niyetimiz olamaz. Çünkü bu telefon numaralarını oraya yazmanın ne bize, ne davaya, ne iddialarımıza bir katkısı, bir faydası var. Zaten teğmen ile Hizbuttahrir arasındaki bağlantı sabit. Bunu kendi de söylüyor. Görüşmelerini, takiplerini inkâr etmiyor. Temas etmiş. Zaten dinleme kayıtları, görüşme kayıtları var. Yani o numaralar rehberde olmuş, olmamış önemli değil. Görüşmüş ve zaten kabul ediyor. İnkâr etmiyor. Öyleyken bunları niye yazalım oraya.”
“Evet görüştüm. Vatanseverlik adına görüştüm, diyor” dedim.
“Evet aynen öyle. Madem vatanseverlik adına görüştü, takip etti. O zaman üstlerine bilgi verirsin. Kim olduğu belirsiz sivillere rapor vermek neyin nesi. Bu da mı vatanseverlik?”
“Elbette değil. Olacak iş değil. Belli ki, birileri bu teğmenleri kandırmış, kullanmaya başlamış” dedim. “Kesinlikle” dedi, “İlerde Türk ordusunun üst kademelerine gelecek bu teğmenlerin TSK dışında birilerinin kontrolüne girmesi, başkalarından emir alması kabul edilebilir bir şey mi? Bizim derdimiz bunları ortaya koymak” dedi.
“Peki” dedim “Ya bu numaraların telefona Emniyet’te yüklendiği ortaya çıkarsa ne yapacaksınz?”
“Bakın bundan bizim bir çıkarımız olamaz. Bunlar delil olarak zaten ortaya koyulmamış. Görüşmeler var. Kayıtlar var. Bunları yazmak için gerekçemiz yok. Ama yine de yazıldıysa, yani Emniyet içinden birisi bunu bilerek yaptıysa bunu en ağır şekilde cezalandırırız. Böyle bi rşey kabul edilemez, hoş görülemez” dedi.
Bakalım ne olacak, ben de bekliyorum.