7 Haziran 2010 Pazartesi

Paşa ağlatan akıllar bunlar / Ahmet Turan Alkan

Sene 1348 olacak, seferberlik miydi tam çıkaramıyorum; bizim fırkada işler karıştı yine. Dedim ki, yav Mahmut Şevket Paşa, bu iş böyle olmayacak, hafî celse akdedelim, Rahmetli, hiç unutmuyorum, sakalını şöyle bir sıvazladı, "Aah Önderciğim aah!" deyip döşüne öyle bir yumruk indirdi ki çatırtısı ta Fındıklı'dan işitilmiş azizim...

Ha, bak ben bunu Deniz Bey'e de söyledim; netekim sene 1333, Fırkanın muvafık kanadından Dersim Me'busu Lütfi Fikri'yle Karpiç'in lokantasında çakıyoruz ufak ufak. Dedim ki, "Lütficiğim, bak söyle şu Deniz'e, bunca senedir kader birliği etmişiz, olmuyor böyle. Bir iştir geçmiş başından. Gençliktir, anlarız. Bizim de olmuştur bazı sâbıkalarımız... Sene 1295, Direklerarasında kantoya çıkan Zarife diye bir hâtun var. Âfet mîrim âfet. Garsonla gönderdim haber, Beyoğlu'nda apartuman dairesi var bunun. Takk, abisinin geleceği tutmaz mı o gece? Ardında mahallenin imamı, gece bekçisi vesaire... Diyeceksin ki Beyoğlu'nda mahalle imamı ne arıyor? Komplo azizim! Don-gömlek yallah pencereden bacaya... Fakat mesele muhalif matbuata aksetmeden tatlıya bağladıkdı. Ha, ne diyeceğim, bizim Bahri Bey tuttu kendi kendine istifasını veriyor. Yahu gel bir anlat. Ben senin 55 senedir taşımışım çantanı. Yapardık bir şeyler... Sene 941, İkinci harbi umumi'nin barut kokuları Trakya hududundan hissediliyor dersem mübalağa değil. Recep Peker merhum gece saat bir buçuk. Nasıl zilzurna. Dayanmış kapıya, bağırıyor, Öndeer, biz senin kadrini bilemedik; vaktiyle ikaz ettin de anlamadık. Canım kardeşim affet falan fıstık... Bunun üzerine ben çıktım Meclis-i Mebusan'da bir nutuk verdim, dedim ki, "Bahri bey bizi adamdan saymadı, binaenaleyh memleketin en sıkıntılı, dar bi zamanında fırka umumi reisliğini bırakıp gitti. Bizi de kendi göbeğimizi kesmekle yüz yüze bıraktı. Bundan sonra göbeğimizi biz keseceğiz. Bu makam mübarek makam arkadaşlar, sahipsiz kalmaz; arslan yatağı boş durmaz. Makam-ı Mustafa'dır bu dedim. Tabii böylece bilumum matbuatı ters köşeye yatırdım. Sersemler, başlarına ne geldiğinin bile farkında değiller hâlen. Bacadan iple adam çıkarmaya kalkışıyorlar; çoluğu çocuğu kandırıp sen dönmezsen filhakika biz de pasta-börek yemeyiz neviinden saçma sapan şeyler yapıyorlar. Haa o zaman dedim ki ben bu Kemâl'e. Yav Kemâl. Senin de adın Kemâl, benim de adım Önder, olmuyor böyle... Dedi ki n'aapalım Önder abi? Dedim ki, sene 1838, Mahmud-ı Sâni hâlâ sağ. Birgün çağırdı beni. Dedi ki oğlum n'oolacak bu memleketin hali. Benim bir ayağım çukurda, işte geldim gidiyorum. Dedim ki, padişahım, iyi güzel de bu meseleden valide sultanın bile haberi olursa ben yokum bu işte. Rahmetli, güldü, dedi ki, "Yav olur mu Kemâlciğim; nah şu bıyığımın tek telni bile yolar atarım. Neyse Kemâl'e dedim ki, çarşamba geç, pazartesi erken. N'aapalım abi dedi. Dedim ki salı iyidir. Salı günü öğleden sonra geçtir, fecir zamanı erkendir; kuşluk zamanı basıyoruz Babıâli'yi. Sen Enver'in ardından gel; artçıları Yakup Cemil toparlar gelir. Bu Kemâl gözlerime baktı baktı. Başladı ip gibi gözyaşı dökmeye. Büyüğümsün. Sendeki bu akılların zekâtına nail olsak biz bu Urus keferesine galebe eder idik felan. Neyse Kemâl kuşluk vakti patlattı bombayı. Fırkadan deyorlar ki, Kemal Bey'in mülakatını fırka kasasından telgrafla III. Ordu mıntakasına telleyelim mi? Dedim ki oğlum ne münasebet, harcasın cebinden. Ha, zannediyorlar ki ben Kemal'e taraftar değilim. Tam hedef saptırması yaptık azizim. Gürsel bile başına ne geldiğini ertesi gün farkedebildi. Ne diyordum, sene 933, Yalova'ya kaplıca almağa gitmiş idik. Gazi bir gün çağırdı beni, dedi ki Önder, n'oolacak oğlum bu memleketin vaziyeti? Dedim ki, paşam bugün erken, yarın çok geç; gece yarısı kesin İsmet'in biletini. Allah seni inandırsın gözlerime baktı baktı baktıı, başladı ağlamaya...