7 Haziran 2010 Pazartesi

Bu bayrak her çıktığında darbe oldu! / Osman Özsoy

Ne zaman ki sokaklarda özellikle İsrail karşıtı yoğun gösteriler olsa, ardından çok da hayra alamet olmayan gelişmeler oluyor. Hele bir bayrak var ki, bu bayrağın ortaya çıkması, hiçbir zaman hayra alamet olmadı. Yine öyle olmaması, tamamen dünden ders çıkarmaya bağlı olacaktır.

Bu nedenle bugünkü yazımda, Gazze eksenli kitlesel gösterilerin maksadının aksi bir istikamette seyretmemesi ve görünüşte ülke dışı odaklı bir konu gibi görünmesine rağmen, şimdiye kadar ülke içini, özellikle iktidardaki partiyi etkileyen sonuçlar ortaya koyan etkisi nedeniyle düne ait olaylardan bazılarını hatırlatmakta yarar görüyorum. Şuradan başlayalım...

O bayrağı en son yoğun olarak 28 Şubat sürecinde gördük...
“Hayrola bu da neyin nesi, şimdi bu da nerden çıktı” diye araştırırken, anladık ki, bu bayrağın en büyüğünün açıldığı yer, 12 Eylül 1980 darbesinden 6 gün önce Konya’da yapılan MSP'nin mitingi olmuş. Mitingin konusu da doğrusunu isterseniz ilginçmiş: “İsrail'i lanetleme ve Kudüs'ü Anma...”

Konu hakkında Wikipedia’da şunlar aktarılıyor: “Konya Belediye Başkanı MSP'li Mehmet Keçeciler'in önderliğindeki Tertip Komitesi'nin hazırladığı ve MSP Genel Başkanı Necmettin Erbakan'ında katıldığı mitinge, Konya ve çevre illerden gelen yaklaşık 100 bin kişi katıldı. Büyük çoğunluğu sarık, cübbe ve şalvar giyen bu kalabalık içinde yer alan bazı kimseler çevredeki binalara yeşil renkli boyalarla slogan yazmaya başladılar.”

Mitingten 2 gün öncesi... Yani 4 Eylül 1980.
Konya’da, Ordu Komutanlığı Karargahı’nın karşısına dev bir afiş asılır: “Şeriat İslam’dır.”

Olay üzerine, Ordu Komutanı Org. Bedrettin Demirel, Belediye Başkanı Keçeciler’i arar: “Bu afişi asacak başka yer kalmadı mı?”

- Paşam, ben astırmadım. Derhal indiriyorum.
Afiş indirilir. Ama kimin astırdığı asla bulunamaz.
Mitingin en gösterişli bayrağının üzerinde, yeşil zemin üzerinde beyaz harflerle “Lailahe İllallah Muhammedün Rasülullah” yani, Kelime-i Tevhid yazılıdır. Mitingi cuntacılar nezdinde sembolleştiren ve darbeyi gerekçelendiren en önemli karelerden biri o olur.

28 Şubat sürecinin fitilini ateşleyen ve 28 Şubat tarihli MGK’nın ana konularından birini oluşturan olay neydi? 31 Ocak 1997 tarihinde Ankara’da Sincan Belediyesi tarafından düzenlenen Kudüs Gecesi...

Sincan'daki "Kudüs Günü" programından dolayı, 17 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırılıp 8 yıl kadar cezavinde kalarak tahliye olan Nurettin Şirin o geceyle ilgili şunları anlatır:

“Aslında bu programın asıl konuşmacısı Sayın Abdurrahman Dilipak idi, Abdurrahman ağabey ses kısıklığı dolayısıyla programa gidememiş, bir bakıma ben onun yerine programda konuşmacı olmuştum. O sırada günlük olarak yayınına başlayan Selam gazetesinde haber müdürlüğü ve köşe yazarlığı yapıyordum. Gazetenin sahibi olan Hasan Kılıç’a haber vermeden Ankara'daki programa gittim ve programdan sonra sabahın erken vakitlerinde uçakla İstanbul'a dönüp gazetedeki çalışmalarıma başladım.

Tel Aviv'in siyonist şefleri Refah-Yol Hükümetinin ne pahasına olursa olsun yıkılmasını istiyordu. Programdan 4 gün sonra, Sincan caddelerine tankların çıkmasıyla, ülke tam anlamıyla bir darbe sendromuna sürüklendi. Nitekim 24 gün sonra MGK toplantısında 28 Şubat kararları alındı ve Refah-Yol hükümetine dayatıldı.

5 Şubat günü Belediye Başkanı Bekir Yıldız aradı: "Nureddin kardeş, bu afiş ve posterler başımıza iş aştı. Bizi sıkıntıya sokacağa benziyor, bunları sen üzerine alır mısın?" Ben de hiç tereddüt etmeden "Elbette, kim ne diyorsa afiş ve pankartların benim tarafımdan getirildiğini söylersiniz" dedim...

Gelelim yine yazıya başlık olan bayrak konusuna...
28 Şubat’tan yaklaşık 2 ay sonra, 11 Mayıs 1997 Pazar günü, Sultanahmet Meydanı tarihinin en büyük mitinglerinden birine şahit oldu. Amaç, İmam Hatiplerin orta kısımlarının ve Kur'an kurslarının kapatılmasını protesto etmekti. Mitingde: "Yaşasın Şeriat, Kahrolsun Laik Diktatörlük", "Şeriat İslam'dır, Anayasa Kur'an'dır" , "Kahrolsun İsrail" gibi sloganlar atıldı. Fakat mitinge birden Kudüs ve İsrail eksenli sloganlar egemen oldu.

Göstericilerden bir kısmı, tıpkı 12 Eylül’den 6 gün önce Konya’da açılan ve üzerinde, yeşil zemin üzerinde beyaz harflerle “Lailahe İllallah Muhammedün Rasülullah” yani, Kelime-i Tevhid yazılı olan bayrağın benzerini adeta basına şov yaparcasına, Sultanahmet Camii önündeki Sultanahmet türbesinin üzerine çıkarak açtılar... Alınlara da yeşil zemin üzerine beyaz yazı ile kelime-i tevhid yazılı bandlar takıldı. Ertesi günü tüm gazetelerde bu görüntüler yer aldı. Erbakan Hükümeti bir ay sonra iktidardan düştü.

O dönemde ben, hafta içi her akşam yayınlanan Haber Kritik adıyla televizyon programı yapıyordum. O meşhur Sultanahmet Mitingi’nin yapıldığı akşam konuyla ilgili haberleri aktarırken, yeşil zemin üzerinde beyaz harflerle “Lailahe İllallah Muhammedün Rasülullah” yazılı olan bayrak için provakatör bayrağı ifadesini kullanmış ve geleneğimizde böyle bir bayrağın olmadığının altını çizerek, bunu mitinglerde kim açıyorsa, belli amaca matuf olarak bir yerlere mesaj vermek için yaptıklarının altını çizmiştim. Bence işin bu boyutu tam bir gizli servis organizasyonuydu.

O günlere dair almanaklarda diğer olaylar şöyle sıralanır:
- 6 Mayıs 1997: Sırtına arapça ‘Allah’ dövmesi yaptıran barmen Oğuz Atak öldürüldü.
- 9 Mayıs 1997: Almanya’da ‘Anadolu Hilafet Devleti’ adında kurulan örgütün Berlin temsilcisi Yusuf Sofu, evinde silahla öldürüldü.
- 12 Mayıs 1997: Sultanahmet Meydanı’nda yapılan ‘İmam Hatiplere Dokunmayın’ mitinginde şeriat sloganları atılması tepkiyle karşılandı.
- 22 Mayıs 1997: Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş, makamında düzenlediği bir basın toplantısında, ‘Kan emici yarasalar’ olarak tanımladığı Refah Partisi hakkında, ‘Ülkeyi iç savaşa sürüklediğini’ belirterek Anayasa Mahkemesi’nde açtığı kapatma davasının iddianamesini okudu.
- 17 Haziran 1997: Erbakan Hükümeti istifa etti.
Sözün kısası şunu anlatmak istiyorum.

Gazze'ye insanı yardım götüren Mavi Marmara gemisine İsrail'in gerçekleştirdiği saldırıların ardından başlayan gösterilerde kısa sürede binlerce insan İstanbul’da sokağa döküldü. En çok merak ettiğim nokta şu: Birçok göstericinin elinde anında benim provakatör bayrağı olarak nitelendirdiğim bayrak ortaya çıktı. Çok sayıda göstericinin alnında da, yeşil zemin üzerine beyaz yazı ile kelime-i tevhid yazılı bandlar vardı.

Gazetelerin internet sayfalarındaki konuyla ilgili tüm fotoğraf galerilerini tek tek inceledim. Sanki gösteriler İstanbul’da değil de, Ortadoğu’da bir şehirde yapılıyor gibi yansıyan bir tablo var. Bu olay vesilesi ile meydanlara, 12 Eylül ve 28 Şubat öncesi görüntülere benzer bir hava hakim olmaya başladı.

Sakın yanlış anlaşılmasın. Katılımcılar ve niyetleri açısından bir sorgulama yapmıyorum. Fakat birilerinin bu gösterilerin dışa yansıyan yüzüne egemen olan operasyonel bir çalışma yürüttükleri izlenimini çok güçlü bir şekilde alıyorum. Kimlerin o alınlıkları ve yeşil bayrakları milletin eline tutuşturduğunu ve çok kısa sürede nasıl temin edildiğini merak ediyorum.

Gazze yolunda şehit olsalar da, şehitlerin tabutlarının üzerine Filistin bayraklarının örtülmesinin ne kadar yerinde olduğunu ve Türk bayrağından çok daha fazla Filistin bayrağı olmasını ve kısa sürede nereden temin ettiklerini kendi içimde sorguluyorum. Asıl niyet, sivil girişimli insani yardım olmasına rağmen, aktivistlerin bu kadar güçlü siyasi mesaj ve meydan okuma tarzında hareket etmelerinin NGO anlamındaki sivil ruhla ne kadar örtüştüğünü zihnimde konumlandırmaya çalışıyorum.

Genel bir saptama yapayım. Bir kuruluşun ne kadar marjinal yönü varsa, o ölçüde onun üzerinden operasyonel hamle yapmak kolaylaşır. Bu nedenle, sivil inisiyatiflerde görev alanların birbirini çok iyi tanımaları olası amaç bütünlüğü açısından önem taşır diye düşünüyorum.

Sayın Fethullah Gülen’in altını çizdiği hassasiyetleri gözardı etmek ve anlık tepki ile karşılamak çok aceleci yorum olur. Bugüne kadar söylediklerinin bir anlamı vardıysa, bu konuda da dikkatimize sunmak ve gözardı etmememiz gerektiğini istediği bir nokta olmalı diye düşünmek yararlı olur. Bunlar kişisel düşüncelerim.

Zaman gazetesi yazarı Hamdullah Öztürk dünkü yazısında; “Rüzgâra karşı durmak gibi rüzgârın arkasına takılmak da akıldan uzak olabilir. Bazılarının uygun rüzgârı bulunca yelkenlerini şişirip yol almayı düşünmesinin anlaşıldığı gibi, bazılarının da her rüzgara yelken açmaması anlaşılabilmelidir” yazdı. Bu düşünceye katılmayanınız var mı? Sayın Bülent Arınç da Sayın Gülen’in açıklamalarına destek vererek, ‘herkes açısından müsbet hareket her zaman yararlı olmuştur’ dedi.

Tepkiler çok güzel, katılımcılar fevkalade iyi niyetli ve samimi, bunda zerre kadar tereddüt etmiyor ve elbette sonuna kadar destekliyoruz ama... benim aklım yine de o bayraklarda... O bayrakları kim neden ortaya çıkardı ve gösterilerin dışa yansıyan yüzünü neden bulandırdı?

Bu yazının sorguladığı sadece bu konu. Sakın yanlış anlaşılmasın.