14 Haziran 2010 Pazartesi

Eskiyen askerlik anlayışı / Namık Çınar

TSK, PKK terör örgütünün yeniden yoğunlaşan “taktik akın”larıyla “taktik inisiyatifi” nasıl kaptırıyorsa elinden; çok yönlü akılcı çözümler yerine, teröristin oyununa gelip sadece askerî yöntemlerdeki ısrarı nedeniyle “stratejik inisiyatifi” de kaptırıyor. Oysa savaşta inisiyatifi ve üstünlüğü elde bulundurmak, “askerlik sanatı”nın temel bir ögesidir ve asla herhangi bir mazeretle telâfi edilemez.

Askerlerin, “ancak, lâkin, fakat, ne var ki, keşke...” gibi kavramlarla işleri olmaz. Ve önlerinde duran “meseleyle de güreşmezler.” Onlar, mevcut durumun hâl ve şartlarına en uygun “hâl tarzları”nı saptayarak, üstünlük kurmak suretiyle “kat’i netice”yi elde edebilecekleri “en doğru hareket tarzı”nı kararlılıkla uygularlar. İşleri ve varlık sebepleri budur.

Otuz senedir terörizmle mücadele eden bir ordu, “artık biz bu işin kompetanı olduk” deyip; bırakın yalnızca teröristleri dizleri üstüne çökertmeyi, ayrıca deneyimleriyle de “dünya askerlik literatürü”ne ciltler dolusu kaynak bilgi yaratmakla da maruf olmalı değil miydi, şimdiye kadar? Türk ordusu generallerinin bu konulardaki makalelerinin, dünyanın saygın strateji dergilerinde yayımlanmaları beklenmez miydi, hiç?

Fakat ne gezer!

İşte şimdi, özellikle “benim dönemlerim”den beridir yer etmiş laçkalıkların bedelini, bugün gencecik subaylar, astsubaylar ve erler ödüyorlar, bir bir ölerek.

Bir kere TSK, gerek kışlalarında gerek karakollarında –hassas bölgelerde bile- “mevzilenme tipi bir konuşlanma” usulünü seçmemiştir. Sanki sivil devlet kuruluşlarında olduğu gibi, meselâ bir lise binası ya da bir tapu kadastro müdürlük binası gibi kışlalar oluşturmuştur. Kırsaldaki karakollarında ise, âdeta köy okullarını örnek almış gibidir. Bir tel örgü, birkaç “askerî mıntıka” levhası, tel boyunca gezinen üç-beş nöbetçi, “al sana askerî bölge” oluvermiştir.

Muharip askerlikle “yakından-uzaktan” ilgileri olmayan “inşaat emlâk müdürlükleri”nin, askerî gereksinimlerle zerre kadar ilintileri olmayan “müteahhit şartnameleri”yle inşa edilmiş ve fakat, hiç değilse askerî talimnamelerdeki “toplanma bölgesi” özelliklerini asgari düzeyde içermesi beklenen, kışlalar ve karakollar olmalılardı, aslına bunlar.

Örneğin bir üst komutan kışlayı denetlemeye geldiğinde “alarm” emri verme gereği duymamalı, kışlanın konuşlanışındaki tabii düzen bu olmalıydı.

Çünkü o birlik daha barıştayken, kendisine emredilecek “muharebe şekli”ni icra etmek maksadıyla, “muharebe düzeni” almak üzere “tetikte olarak”, “ toplanma bölgesi”nde bekliyordur. Böyle yapmazsa, işte o zaman başına bu baskınlar gelir.

Aslına bakarsanız, kışlada çekilen en yoğun zorluk yüzbaşılığın bitimine kadarki rütbededir. Yani bölük komutanlık düzeyinin bitimine kadardır. Ondan sonraki kademelerin binbaşılıktan tutun, ta orgeneralliğe kadar hemen hepsi, ne yaptıracak iseler bölük komutanına yaptırırlar. O yüzden bir ordunun temel birimi “bölük”tür. Bölükler iyi ise, –popüler bir ifadeyle- gerisi teferruattır.

Ancak bölük komutanı “yedi kocalı Hürmüz” gibidir. O kadar karışanı vardır ki, hepsi de bürokratik düzeylerin unsurları olduklarından onu da bürokratikleştirirler. Eskiden kendilerine yapılanları, artık şimdi kendileri teğmen, üsteğmen ve yüzbaşılara yapar hale gelmişlerdir. O nedenle subaylar, yüzbaşılığın sonuna kadar daha dinamik ve sorunlara daha duyarlı ve yaratıcı olurlar. Binbaşılıktan itibarense emekli olana kadar aşama aşama tutuculaşırlar, bu vasıflarını kaybederek tam düzenin adamı olup çıkarlar.

Koca ordunun temelini bölükler oluşturdukları halde, yeterli sayıda yüzbaşı, üsteğmen ve teğmen bulunmaz. Ama binbaşı, yarbay ve albaydan ise geçilmez.

Nitekim Anıtkabir’in herhangi bir töreninde, devasa meydanı iğne atsan yere düşmeyecek kadar silme dolduran ve sadece Ankara’da istihdam edilen binlerce üst rütbeli subayın oluşturduğu, TV’den izlediğimiz “şapka denizi”nden de bellidir ki, TSK tam bir bürokrasi yatağı olmuştur.

Oysa, meselâ birkaç ay önce teröristlerin saldırısına uğrayan Tunceli Sarıyayla Karakolu’nun kahraman komutanı bir astsubay idi. Gazetelerin yazdığına göre karakol personeli yetmiş kişi civarındaydı. Bunun anlamı ise; bu birliğin, takviyeli bir “takım görev kuvveti” olduğudur. Ancak komutanının, teğmen ya da tecrübeli bir üsteğmen olması gerekirken, kısım komutanı seviyesinde bir astsubay olduğu anlaşılmaktadır. Bu da, tabii ki bir zafiyettir.

Daha önce, TSK’da yapılacak reformlara TMK’dan (Teşkilat, Malzeme, Kadro) başlamak gerektiğini boşuna söylememiştim. Çünkü, eğer TEŞKİLAT’ı en çağdaş biçimiyle güncelleştirir, sabitlerseniz, buna bağlı olarak, o teşkilata gerekli olan MALZEME’yi, yani iğneden ipliğe her türlü harp silah ve araçlarını da, KADRO, yani gerekli subay, astsubay, er miktar ve rütbelerini de sabitleyebilirsiniz. Ve bu yolla da, silahlı kuvvetlerin bütçesini milimi milimine, örneğin o gün pişecek tayın miktarına kadar neredeyse, denetler hale gelmiş olursunuz.

Böylece de, bir Anıtkabir töreninde meselâ, başbakan olarak, hani dudaklarınızı ellerinizle perdeleyerek fısır fısır konuşuyorsunuz ya kimileyin, işte dönüp Genelkurmay Başkanı’na “paşam, bu bir avlu dolusu binlerce yüksek rütbeli subay ne iş yapıyor Ankara’da” diye sorabilirsiniz, o vakit.