Dün, 27 Nisan e-muhtırasının dördüncü yıldönümüydü. Demek ki bugün, AK Parti hükümetinin bu bildiriye karşılık 'otur oturduğun yerde' anlamına gelen cevabı üzerinden tam dört yıl geçti.
Dört yıl önceki nisan ayı tarihin kritik dönemeçlerinden biri. Belki de yepyeni bir tarihin başlangıcı. Dallanıp budaklanan, yayılan ve derinleşen bugünkü irkiltici halini alan Ergenekon davası o süreçten sonra başlamıştı. Ümraniye bombaları sonrası ilk tutuklama dalgası, 27 Nisan'ın hemen sonrasında vuku bulmuştu. Hukuk tarihimizde kara bir leke olarak kalacak '367 skandalı' yine o dönemde patlak vermişti.
2007'nin Nisan ayı içinde kalan ve mutlaka hatırlamamız gereken bir başka vak'a daha var: Cumhuriyet mitingleri. İzmir'de ve İstanbul'da katılanları bile şaşırtan kalabalıklar miting alanlarında toplandı. Bu kalabalıklar Cumhuriyet'e ve laikliğe sahip çıktı. AK Parti hükümetine gözdağı verdi. On binlerce insan vardı. Kalabalıklar hiç azımsanacak ve küçümsenecek oranda değildi.
Daha sonra bu mitinglerin darbe planının bir parçası, yani Ergenekon marifeti olduğu ortaya çıktı. Alper Görmüş, Nokta Dergisi'nin, Cumhuriyet mitinglerini deşifre ettiği için kapatıldığını söylüyor. Şu hükmü vermemiz lâzım: Darbe master planı özellikle provokasyon ve katliam harekât planlarında aksadı. Erzincan komplosu gibi organize işlerde çuvalladı. Ancak geniş kitleleri seferber eden Cumhuriyet mitinglerinde başarılı oldu. Darbenin asıl zor olan bu kısmında sağlanan başarının üzerinde mutlaka durulması lâzım.
Başarının altında yatan asıl sebep, darbecilerin kitleleri aldatma becerisi. Cumhuriyet mitinglerinde toplanan kalabalıklar, endişe duydukları için laikliğe sahip çıktılar, AK Parti hükümetini protesto ettiler; ama çok önemli başka bir şey daha yaptılar: Darbeye de karşı çıktılar. Bu mitinglere damgasını vuran 'ne şeriat ne darbe'; 'ne takunya, ne postal' sloganları, darbe karşıtlığını ifade ediyordu. Demek ki bu işlerin ince bir tekniği var. Geniş katılım için darbeye de karşı çıkan bir içerik; ama planlamada sadece hükümete karşı olan kısım kullanılacak.
Türkiye'de profan yani din-dışı bir hayat biçimini benimsemiş insanlarda şeriat korkusunun ve laiklik hassasiyetinin olması son derece normal. Çünkü toplumun çoğunluğu dindar ve din konusunda cahil olan profanlar dindarlığın tezahürlerini ve toplumsal muhtevasını kavrayamıyorlar. Kavrayamadığınız şeyden korkarsınız. Korkuları çoğalınca da, Cumhuriyet mitinglerinde olduğu gibi darbecilerin kucağına düşüyorlar. Sonuçta ortaya yaman bir paradoks çıkıyor. Darbeciler bu profan kardeşlerimizin hayatına kastediyorlar. Darbe provokasyonlarının tamamı bu insanları hedef alıyor. Neden? Laikliğin gerçekten hayatî bir tehdit altında olduğunu ispatlamak için. Danıştay saldırısı bu paradoksun sembolü. Deşifre edilmeseydi Cumhuriyet mitingine katılanların hayatı da darbecilerin tehdidi altında olabilirdi.
Dört sene öncesini bırakıp bugüne gelelim. CHP, bütün sınırları zorlayarak, inandırıcılığını riske ederek 12 Haziran seçimlerinde Ergenekon'u kuyudan çıkartmaya çalışıyor. Ergenekon'un potansiyel mağdurlarından, Ergenekon için oy istiyor. 'Yeni CHP'nin bir Ergenekon projesi olduğu ayan-beyan ortaya çıkıyor. Ne garip tecelli! Ergenekon, dört senedir paçasının derdine düşmemiş olsaydı, icraat yapacak durumda bulunsaydı 12 Haziran'da kendisi için oy kullanacak bazı vatandaşlarımız belki de bugün hayatta olmayacaktı.
Esaslı bir sorunumuz var: Profan bir hayatı tercih eden ve partiler yelpazesinde kendisini CHP'ye yakın hisseden vatandaşlarımızı, Ergenekon'dan nasıl koruyabiliriz? Tamam; CHP'ye istedikleri gibi oy versinler. Peki devlet içindeki derin örgütlenmelere, hayatlarına kasteden canilere nasıl 'dur' diyecekler?
Dört yıl öncesinin Cumhuriyet mitinglerinden gerekli dersi nasıl çıkartacaklar?