8 Haziran 2010 Salı

'Heron'larımızı beklerken! / Nihal Kemaloğlu

İsrail ile yapılmış askeri anlaşmalarla ilgili hükümet, oldukça temkinli ve tedbirli tavrını sürdürüyor. Dışişleri Bakanı Davutoğlu, anlaşmaların geleceğinin İsrail'in tutumuna bağlı olduğunu belirtti. Netanyahu ise yardım filosuna askeri saldırıyla ilgili 'özür dilemeyeceklerini' ve uluslararası soruşturma komisyonunu da 'reddettiklerini' açıkladı.

Ve İsrail hükümeti tarafından, İsrail subay ve askerlerinin Türkiye'ye seyahatlerine ilk defa yasak getirildi. İsrail'in yardım filosuna askeri müdahale sonrası tavrı oldukça net.

İki ülke arasındaki çok sayıda askeri anlaşmanın gerekliliği ise Türkiye'nin İsrail'in en büyük silah ithalatçısı olmasından kaynaklanıyor.

İsrail'den 188 milyon dolara satın aldığımız Heron'lardan 6 tanesinin teslimi yapıldı, dört tanesi haziran sonu ya da temmuz ayında bekleniyor.

Milli Savunma Bakanı saldırı sonrasında 'Heron'larla ilgili bir sıkıntı yok teslim edilecekler' açıklamasına lüzum hissetti.

Dünyanın en gelişmiş elektronik savunma teknolojisini üreten İsrail'in, uzun yıllardır baş müşterisi olan Türkiye ile askeri ticaret ilişkileri her iki taraf için de stratejik ve ekonomik önem taşıyor. Türkiye- İsrail ticaretinin aslan payı silah sektörüne ait.

Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsü'nün (SIPRI) raporuna göre 2009 yılında İsrail, Türkiye'nin en çok silah alımı yaptığı ülke.
2009 yılında silah ithalatına 675 milyon dolar ayıran Türkiye, İsrail'den 320 milyon dolarlık silah almış. Dünya savunma sanayinde elektronik yazılımda rakipsiz olan ve sektörü tartışmasız tekelinde tutan İsrail, Amerikan silah devlerine bile elektronik donanım sağlıyor.

ARGE çalışmalarına büyük yatırım yapan İsrail, ağır silahlar yanında askeri yazılımları; elektronik güvenlik sistemleriyle de küresel silah sektörünün yüzde 10'unu üretiyor.

Son bir yıldır gerginliği tırmanan Türkiye-İsrail ilişkileri doğrultusunda zırhlı araç modernizasyonuna devam eden İsrail, bir müddettir Türkiye'nin elektronik savaş sistemi taleplerini 'değerlendirmeye' almıştı. Türkiye'nin Barak 8 füze sistemi, tanksavar güdümlü silah, namer ağır piyade silah talebi başvuruları da İsrail tarafından Ankara'nın siyasi tavrı gözlenerek belirlenecekti. 9 Türk aktivistin İsrail askerlerince öldürülmesinden sonra kriz ortamında İsrail savunma sanayi değerli müşterisi Türkiye'nin siparişlerini kabul etmeyebilir.

Geçen hafta Başbakan kasıp kavuran popülist konuşmalarıyla iç siyaseti coşkulandırırken İsrail ile askeri ekonomik ilişkilerle ilgili tasarruflardan hiç söz etmedi.

Çünkü Türkiye'nin İsrail politikası 'Davos çıkışından' beri kamuoyuna yönelik görünür 'İsrail'e karşı sert eleştirel söylemler' ve gözlerden ırak derin ticari ve askeri işbirliğini artıran ikili çizgide tutarsızca götürülüyordu.

Mavi Marmara saldırısından sonra da hükümetin bu politikası değişmedi.

Ama dünyanın 5. silah üreticisi İsrail'in bundan sonra Türkiye'nin bu ikili tavrına müsamaha etmeyeceği ve Türkiye'ye 'güvenlik kaygısıyla' ileri teknolojik savaş sistemleri satmayacağı konuşuluyor. Yani ekonomik ilişkilere 'tedbir' koyma, İsrail tarafından devreye sokulabilir.

Bu iktidar döneminde 60 küsur askeri ve ticari anlaşmanın imzalandığı ve yürürlükte olduğu İsrail'e saldırı sonunda Türk hükümetinden bir nota ya da yaptırım kararı bile çıkmamıştı.

TBMM'den çıkan deklarasyonda 'Türk hükümetinden İsrail ile olan siyasi, askeri ve ekonomik ilişkileri gözden geçirmesini ve etkin önlemler almasını beklemektedir' ifadeleri bile metinde iktidar partisince çıkartılmak istenmiş daha sonra zar zor yer alabilmişti. Tabi ki bu sıralarda küresel finans kuruluşları ve kredi derecelendirme kurumları tetikte, dikkatle Türkiye'yi izliyor.

Küresel ekonomiye iliklerine dek teslim olmuş ülkenin başbakanı, her ne kadar uluslararası arena da fırsat buldukça İsrail'e 'tafra' atsa da gözetilecek hassas başlıklar vardı.

'Sermayenin vatanı olmaz' önermesini yanlışlarcasına, İsrail bağlantılı sermayeyi üzmemek, yabancı yatırımcıyı ürkütmemek, yoğun organik bağlar kurduğumuz İsrail şirketlerini küstürmemek, İsrail'le aramızdaki yüksek hacimli silah ticaretine zarar vermemek gibi gayet ekonomik başlıklardı. İçerdeki kahramanlık belagatini dışarıda ekonomik işbirliğini sürdürerek küresel ilişkileri riske etmemek dengesi gözetiliyordu.

Ortadoğu'nun çaresiz halkları, Türk bayraklarını umutla sallarken Türk hükümetinin siyaseten söylediklerinin bedelini göze alamayacak kadar küresel ekonominin icaplarını yerine getirmeye mecbur olduğunu bilmiyorlardı.

Küreselleşmenin finans ve silah kartellerinin kadim ortaklık dayanışması sadece 'askeri güvenliği' değil ciddi 'finansal ataklarla' ülkeleri yerle bir ettiği zamanlardayız. Bizler heron'larımızı beklerken gelişmeleri izliyoruz...