16 Haziran 2010 Çarşamba

Çare, şiddetin mantığına teslim olmak mı?.. / Hasan Cemal

Kürt sorunu... PKK... Yalnız dağdan değil, ovadan da gelen ölüm haberleri... Bir teğmenin 47 günlük eşi Pınar Akdağ’ın bir PKK saldırısındaki trajik ölümü... KCK operasyonlarından sonra şimdi de KCK davası...

Nerede demokratik açılım?..
Büyük bir çıkmazda!
Kan ve gözyaşı dalgası yeniden büyük bir hızla kabarmaya başladı Güneydoğu’da...
Her şeyi geçin, Türkiye’nin siyasal ortamını bundan daha beter zehirleyecek ikinci bir sorun yoktur.
Kürt sorununu, PKK’yı, şiddet ve terörü kendi haline bırakan bir Türkiye’nin istikrarsızlık ve siyasal kaosa teslim olması çok fazla zaman almaz.
Sorunu kendi haline bırakmak, şiddet ve terörle mücadeleden vazgeçmek anlamına değildir.
Peki nedir?
Kürt sorununu sadece şiddet ve teröre karşı mücadeleye indirgemektir, Kürt sorununu böyle anlamaktır.
Başka herhangi bir siyasal inisyatif almaktan kaçınmaktır, yaklaşmakta olan seçimlerdeki oy hesaplarının da etkisiyle...
Bir başka deyişle:
Şiddet şiddeti getirir mantığına teslim olmaktır, sorunu kendi haline bırakmak...
Bu mantığı sevenler, yalnız devlet tarafında değil, hiç kuşkusuz PKK tarafında da var.

Yıllardan beri her iki tarafın da karşısındakini, “O ancak şiddetten anlar, vurdukça yola gelir!” diye tarif ettiğini biliyoruz.

Silah ve şiddet böyleleri için bir hayat tarzı halinde gelmiş durumda. Bu nedenle ‘savaş’tan vazgeçemiyorlar, savaşı bitirmeyi göze alamıyorlar.

Silah ve şiddet yaşamlarının öylesine ayrılmaz bir parçası haline gelmiş ki, savaşa ara vermekten bile fazla hoşlanmıyorlar.

Fazla uzun sürmeyen aralardan sonra şiddetin mantığı yeniden her şeye hakim olmaya başlıyor.

Tıpkı bugün olduğu gibi...
Sözün hükmü kalmıyor.
Tıpkı bugün olduğu gibi...
Ne yazsan boş yine. Bugünlerde böyle bir duygu ve düşünce dünyasının içinde yaşıyorum.
Kan ve gözyaşıyla daha nereye kadar gidilebilir ki? Dağlardan, şehirlerden gelecek ölüm haberleriyle mi kurulacak barışın altyapısı bu ülkede?
Aklınızı mı yediniz?
İnsanlar ölecek, sonra yine aynı noktaya, başlangıç noktasına dönülecek.
Başka çare var mı?
Ama bu noktaya gelene kadar dökülecek kan ve gözyaşı ne olacak?
Yazık değil mi?
Kim verecek bu akılsızlığın, bu acımasızlığın, bu gaddarlığın hesabını analara?..
Bugüne kadar yeterince acı çekildi.
Geçmişten, tarihten birazcık ders çıkarabilsek, aynı kaba, ilkel yanlış tekrar edilmez.
Ama olamıyor.
Anlaşılan o ki, şiddetin mantığına teslim olmak hem dağdakine, hem şehirdekine daha kolay geliyor.
Yazıktır.
Demokratik açılım başlatıyorsunuz büyük umutlarla. Ama çok fazla geçmeden, mesela seçim araştırmaları önünüze gelmeye başlayınca, ufak ufak ipe un seriyorsunuz.
Atılması gereken bazı adımları atmıyorsunuz hükümet olarak. Dağdan inişin yolunu açmaktan söz ediyorsunuz, ama örneğin ovadakini de hapse tıkıyorsunuz.
Dağda, tek taraflı ateşkes ya da ‘eylemsizlik’ ilan ediyorsunuz ama çok fazla inandırıcı olamıyorsunuz. Çünkü ucu açık, önkoşulsuz, güven telkin eden bir ateşkes olmuyor bu, çünkü mayınlar orada burada patlamaya devam ediyor.

Ayrıntıya girmek gereksiz.
Bu gibi durumlarda her iki tarafın da neler söylediğini, söyleyeceğini çok iyi bildiğimi sanıyorum.
Benim derdim ne mi?
Ben öncelikle ölümlerin durmasının peşindeyim.
Analar daha fazla ağlamasın istiyorum.
Artık kan ve gözyaşı akmasın diyorum.
Ne asker ölsün, ne de PKK’lı...
Savaşı bitirin, o kadar!
Gerisi teferruattır.