15 Haziran 2010 Salı

Bir mutluluk resminden daha genç bir kadın eksildi / Umur Talu

ÇOK annenin elinde evladının fotoğrafı kalakalmıştı. Çok babanın elinde bir delikanlının cin gibi bakışı. Çok kadın, sağ alt köşesinde stüdyo imzası taşıyan “mutluluk” resmiyle yetimine sarılmıştı.

Tabutlar önüne dizilen, tören tören yakalara ilişen fotoğrafın sayısını tam söyleyemedi ülke. Tam söyleyemedi, kaç annenin, kaç babanın, kaç kardeşin, ellerinde kayıplarının fotoğrafı, kaç yıldır bir haber, bir ceset, bir kabir, bir iz, bir sorumlu aradığını.

Definsiz ölülerin, mezarsız çocukların, cenazesiz ailelerin sayısı tam bilinemedi.

8 YIL
Pembeler içinde genç kadın, “çocukluk aşkı”nın çenesine uzatıvermiş elini; üniformasız teğmen daha çocuk gibi.

8 yıl, diyorlar. 15’inde âşık olmuşlar belli ki; 23’ünde onun yanında öleceğini aşk bilmez ki. Cenazede iki Genelkurmay Başkanı yan yana. Fotoğraflarına 8 yıllık o süre sığıveriyor. Hilmi Özkök göreve geldiğinde, Erdoğan birkaç ay sonra başbakan olmak üzereydi; Pınar ile Cumhur lisedeydi.

Özkök Genelkurmay Başkanı iken, Erdoğan henüz Başbakan olurken, Pınar ile Cumhur âşıktı. Erdoğan yine Başbakan ve Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ görev sonuna yaklaşırken, Pınar ile Cumhur nisanda evlendi. Aşkın yarısı öğretmen, yarısı teğmendi.

HİÇ
Sanırsınız ki hayat uzundur, çok şey değişir ve her aşk umuttur. Kısacık hayatların, onca değişim sırasında değişmez kasvet ve ölüm toprağında; umutları karartan, aşkları orta yerinden yarıp kanatan ülkede... Bunca evladın yok olmasından hiç bıkmayacak mıyız?

KISACIK
Bir ilk oldu, Genelkurmay Başkanı’nın yazdığı belirtilen “duygulu” metin, ordunun internet sitesine kondu. Genç kadının “haince” roketle öldürülmesi ardından “Bu kısacık mutlu yaşamda tek bir şeyi düşünmemişti” diyen satırlar. Kaç oldu? Yuvarladık yuvarladık ölüleri, 40 bine vardık. Orada mıyız hâlâ?

Nasıl ki binlerce acılı hane önemsizleşiyorsa, birer rakama dönüşürken hepten kaybolan tekli, onlu, yüzlü hane hane ölüler de öyle.

Yıllarca “30 bin ölü” dedik; 3‘ün yerini hop 4 aldı; gerisi tam dört “sıfır”.

Bir ülke; şehit, vatandaş ya da “ölü terörist”; 40 bin insan kaybetmişse, on binlerce evladına, “mutlu ya da mutsuz”, “kısacık yaşam”dan başka şey verememişse...

Sadece bir iktidar süresinde bile, liseli âşıklar acele büyüyüp bir ötekinin tabutunu kaldırmakla yükümlüyse...

Binlerce asker ailesi, batıdan doğuya binlerce vatandaş; her gün evladının “kısacık yaşamı”na bir gün daha eklensin diye dua ediyorsa... Ve bu on, yirmi, otuz yıldır böyleyse; ne “cenaze protokolleri”ndekiler huzur bulmalı, ne öyle ya da böyle “şiddet”e ustalık ve yamaklık yapanlar!

KEŞKE
Keşke “duygusal” (ve insani) metin, daha kapsayıcı olabilseydi.

Keşke Cumhur Teğmen’in Pınar’ını kurutan siyasi, askeri, tarihi sorumluluklara dair yüzleşmede de bulunabilseydi. Madem bir ilkti, keşke “bir ilk” olabilseydi.

Keşke onca insanın, 40 bin ölünün “kısacık yaşamları”nın ait olduğu her vatan köşesinin acısını ve bunun korkunçluğunu da ilan edebilseydi... Keşke, “bir aileyiz” denen Silahlı Kuvvetler’de özellikle alt kademeden binlerce ailenin ıstırapları da dahil, ülkenin her köşesine sinmiş “acı”yı aynı duyguyla kavrayıp kucaklayabilseydi.

Belki de bundan sonra, olur a, vicdanlar böyle konuşacaktır. Eksiksiz, ayrımsız, kendisiyle de yüzleşerek!