16 Haziran 2010 Çarşamba

Sopa yiyen askerlere / Mehmet Altan

Haziran’ın ortasına gelmiş olmamıza rağmen, dün gene çılgın bir gündem vardı. “Bir kısım medya”nın ısrarla görmezden geldiği Kafes İddiaları’nın görüşülmeye başlandığı mahkemenin ilk duruşması...

Anayasa Raportörü Osman Can’ın statükoyu zıplatan önerileri...
İşsizlik oranlarındaki çok sevindirici nispi azalma...
“Türk’ün Türk’ü öldürdüğü” Kırgızistan olayları...
Katliam ertesinde gündemin sürekli maddesi haline gelen Türkiye-İsrail ilişkilerindeki güncel gelişmeler...
Başbakan Erdoğan’ın grup konuşmasındaki salvoları...
***
Belki de, güncel görüntüden çok daha ötelerde ve derinlerdeki bir gerçeği yansıttığı...
Üstelik de çarpıcı “demokratik” çözüm öneriler getirdiği için...
Her Pazartesi gecesi Mehtap TV’de yaptığımız, Digitürk’ten de izlenen “Akıl Defteri” adlı programa gelen çarpıcı mesajın etkisindeydim...
Mesaj aynen şöyleydi:

“Sayın ALTAN,
Taraf Gazetesi’ne haber olan Doğubeyazıt Tugay Komutanlığında olan olaylarla ilgili olarak askeri yargı mensubu olarak görüşlerimi paylaşmak istedim.

Bu olaylarda kimse askeri savcılıktan bir şey beklemesin, 353 sayılı kanuna göre komutanlık teşkilatında kurulan askeri savcılık sivil savcılıktan farklı olarak yine aynı kanuna göre sadece ağır ceza mahkemelerinin görev alanına giren suçlar ile gecikmesinde sakınca bulunan hallerde olaylara elkoyabilirler. Bunun dışındaki olaylarda komutanın soruşturma emri olmaz ise Savcılık istese bile olaya el koyamaz. Bu durum bir hukuk garabetidir. Dayak atan kimse bilmektedir ki, Komutan istemedikçe Savcının kendisine müdahalesi mümkün değildir. Ya da yasal zorunluluk olarak alacağı 1 aylık hapis cezasının iyi halden 25 gün hapis cezasına ineceğini, bunun da günlüğü 20 liradan 34 eşit taksitle ödenmek üzere 500 TL para cezasına dönüşeceğini bilip, bir anlamda parasını verir döverim anlayışını benimsemektedir.”
***
“Askeri yargı mensubu” izleyicimiz, elektronik posta mesajının ikinci bölümünde de askerlik görevi yaparken “mağdur” olmuş herkese sesleniyor, onlara haklarını korumaları yolunda “hukuksal” önerilerde bulunuyordu:

“Buradan askerlik görevi sırasında dayak yiyen, küfür edilen herkese sesleniyorum. Terhis olduktan sonra;

1. Bunu yapan kişileri medya vasıtasıyla afişe ediniz.
2. Bu işleri yapan kişileri en üst komutanlığa mektup yazmak suretiyle olayın tanıklarını, nasıl, nerde ve ne şekilde olduğunu belirterek şikâyet ediniz.
3. İnsan hakları komisyonuna dilekçe vererek bu kişiler hakkında resmi rapor düzenlenmesini sağlayınız.
4. Sivil hukuk mahkemelerinde dava açarak bu kişilerden manevi tazminat talep ediniz.
Sayın Başbakan ve Adalet Komisyonu Başkanı’na sesleniyorum.

Askeri yargıyı kaldırınız, eğer askeri yargı varlığını devam ettirecekse askeri hâkim ve savcıların onurlu ve vicdanlı bir şekilde çalışabilmeleri ve görevlerini yapabilmesi için Askeri Ceza Kanunu’nu ve Askeri Usul Kanunu’nu ıslah ediniz. Bu ıslah işlemini delil karartmak suçu nedeniyle soruşturulan Hıfzı Çubuklu ya da askeri adalet işleri başkanı Neşet UNCU’nun müdahalesine meydan bırakmayacak şekilde yapınız.

İsmini veremeyen bir askeri hâkim...”
***
Aslında esas soru şu:

Bizim sürekli tartıştığımız meseleler, insanların acı çekmesine neden olan “temel sorunları” ne kadar çözebiliyor?
Çözemiyor...

Peki, bunları nasıl çözeriz?
Görünürde cevap basit:
“İsmini veremeyen askeri hâkim” izleyicimizin yakıcı mesajında dile getirdiği türden “kalıcı” çözümlerin her meselede tartışılması ve hayata geçirilmesiyle.
Sizce, bunu gerçekleştirmek birkaç ömür alır mı, yoksa siyaset bunu anında çözer mi?