18 Mayıs 2016 Çarşamba

TSK çözüm mü? – Reha Çamuroğlu

Türk Silahlı Kuvvetleri çok temel eksiklikleri olan güçlü bir ordudur. Bu çok temel eksikliklerin aslında asker ve sivil bürokratlardan ve siyasi iktidar sahiplerinden hesabının sorulması gerekmektedir.

Nedir mesela bu temel eksiklikler? Sadece bir tane örnek verelim. Bütün çevremiz çatışmalarla çevriliyken ve bu çatışmalar hızla ülkemizin içine taşınırken on dört yıllık tek parti iktidarı döneminde Türkiye’nin hâlâ yeterli bir hava savunma sistemine kavuşmaması rezalet düzeyinde bir yetersizliktir.

Durmaksızın hamasi nutuklar atıp kendi savaş uçağımızı yapmaktan bahseden iktidar, savaş uçakları ile hava savunması yapmaktan çok daha ucuz ve etkili olan karadan havaya savunma sistemleri konusunda diline ateş değmiş gibi susmaktadır. Askeri bürokrasi bu büyük ihmalin hesabını sadece siyasi iktidara yıkabilir mi?
Bir senedir Kürt meselesi yeniden askere havale edip Sri Lanka modeli denilerek savaş yolu seçildi. Öncelikle Tamil meselesinin Kürt meselesiyle her hangi bir şekilde benzerliği olmadığını vurgulayalım. Sri Lanka bir adadır ve Tamiller Kürtlere göre çok daha küçük bir azınlıktır.

Kürtlerin tarihini biraz okuyanlar gayet iyi göreceklerdir ki dört ülkede varlığını sürdüren Kürt nüfusu kapsayan ayaklanmalar yahut bağımsızlık hareketleri, bu dört ülke arasında akışkandır. Bir coğrafyada zorlanan Kürt hareketleri diğer coğrafyaya geçer ve nefes alır. Nefes aldıktan sonra geri döner.
Uzun ve deneyimlerle dolu bir tarihi olan TSK bunları bilemeyecek kadar gafil midir? Elbette değildir. Ya da düşüncemizi şöyle ifade edelim, TSK bugün yürütülen sürecin çözüm içermediğini, bir çözüm getiremeyeceğini bilmemekte midir?

TSK’nın yürüttüğü bütün bu “tenkil” harekatı sözde çözüm süreci sırasında kırılan gururunu geri almaktan başka bir anlam taşımakta mıdır? Eğer anlam buysa Türkiye’ye yazık olmaktadır. TSK savaş gücü olarak rüştünü ispat etmek zorunda değildir ve üstelik bunu kendi topraklarımızda yapmak zorunda hiç değildir. TSK’yı uzun vadede itibara değil itibarsızlığa sürükleyecek bir süreçtir bu.

Ayakta kalmak isteyen iktidar adeta terörü bir top haline getirip TSK’nın önüne tekrar atmış, tekrar tekrar oynanan senaryoda uzun vadede yeniden “günah keçisi” haline getireceği bir ortak yaratmıştır. İleride devran yeniden değiştiğinde Doğu ve Güneydoğu’da olan bitenler aydınlığa kavuşmaya başladığında acaba ilk sigaya çekilecek olanlar kimler olacaktır?

Birleşmiş Milletler’den gelen sinyaller bu devran değişiminin pek de uzakta olmayabileceğini göstermektedir.
İktidar bloğunun yancıları “Ne önemi var Birleşmiş Milletlerin, onlar yoluna biz yolumuza.” diyebilirler, unutulmamalıdır ki Miloseviç de zamanında böyle kahramanlıklar taslıyordu.

TSK elbette ki PKK’yı defalarca yenilgiye uğratır. Bunu daha önce pek çok kez yapmıştır. 2002 yılında AKP iktidara geldiğinde zaten böyle bir zemine gelmişti. Bu zemini gerçek bir çözümle değerlendirmek yerine bir mirasyedi bonkörlüğüyle harcamayı tercih etti. “Analar ağlamasın.” denilerek çıkılan yolda bu siyasi yetersizlik nedeniyle bugün her dönemden daha çok ana ağlamaktadır. TSK acaba iktidarla-ya da sadece muktedir mi diyelim- hiç mi siyaset konuşmamakta, konuşamamaktadır? Elbette kamuoyunun önünde değil ama yasal kurullarda bugün yürütülen süreci tümüyle sahiplenmekte bundan mutlu-mesut mu olmaktadır?
Geçen hafta sekiz şehit haberi aldığımız günlerde Genelkurmay Başkanı Sayın Hulusi Akar bir düğün töreninde damadın şahitliğini yaptı. Yeni evlilere mutluluk dilerim ama böyle bir ülkede zor olacakmış gibi görünüyor. Sayın Hulusi Akar bu şahitlik nedeniyle pek çok eleştiri aldı. Benim dikkatimi çeken şey ise Sayın Akar’ın düğündeki yüz ifadesiydi. Belki bana öyle geliyor ama sanki “Bindik bir alamete…” der gibiydi.