Türk Silahlı Kuvvetleri çok temel eksiklikleri olan güçlü bir
ordudur. Bu çok temel eksikliklerin aslında asker ve sivil
bürokratlardan ve siyasi iktidar sahiplerinden hesabının sorulması
gerekmektedir.
Nedir mesela bu temel eksiklikler? Sadece bir tane örnek verelim.
Bütün çevremiz çatışmalarla çevriliyken ve bu çatışmalar hızla ülkemizin
içine taşınırken on dört yıllık tek parti iktidarı döneminde
Türkiye’nin hâlâ yeterli bir hava savunma sistemine kavuşmaması rezalet
düzeyinde bir yetersizliktir.
Durmaksızın hamasi nutuklar atıp kendi savaş uçağımızı yapmaktan
bahseden iktidar, savaş uçakları ile hava savunması yapmaktan çok daha
ucuz ve etkili olan karadan havaya savunma sistemleri konusunda diline
ateş değmiş gibi susmaktadır. Askeri bürokrasi bu büyük ihmalin hesabını
sadece siyasi iktidara yıkabilir mi?
Bir senedir Kürt meselesi yeniden askere havale edip Sri Lanka modeli
denilerek savaş yolu seçildi. Öncelikle Tamil meselesinin Kürt
meselesiyle her hangi bir şekilde benzerliği olmadığını vurgulayalım.
Sri Lanka bir adadır ve Tamiller Kürtlere göre çok daha küçük bir
azınlıktır.
Kürtlerin tarihini biraz okuyanlar gayet iyi göreceklerdir ki dört
ülkede varlığını sürdüren Kürt nüfusu kapsayan ayaklanmalar yahut
bağımsızlık hareketleri, bu dört ülke arasında akışkandır. Bir
coğrafyada zorlanan Kürt hareketleri diğer coğrafyaya geçer ve nefes
alır. Nefes aldıktan sonra geri döner.
Uzun ve deneyimlerle dolu bir tarihi olan TSK bunları bilemeyecek
kadar gafil midir? Elbette değildir. Ya da düşüncemizi şöyle ifade
edelim, TSK bugün yürütülen sürecin çözüm içermediğini, bir çözüm
getiremeyeceğini bilmemekte midir?
TSK’nın yürüttüğü bütün bu “tenkil” harekatı sözde çözüm süreci
sırasında kırılan gururunu geri almaktan başka bir anlam taşımakta
mıdır? Eğer anlam buysa Türkiye’ye yazık olmaktadır. TSK savaş gücü
olarak rüştünü ispat etmek zorunda değildir ve üstelik bunu kendi
topraklarımızda yapmak zorunda hiç değildir. TSK’yı uzun vadede itibara
değil itibarsızlığa sürükleyecek bir süreçtir bu.
Ayakta kalmak isteyen iktidar adeta terörü bir top haline getirip
TSK’nın önüne tekrar atmış, tekrar tekrar oynanan senaryoda uzun vadede
yeniden “günah keçisi” haline getireceği bir ortak yaratmıştır. İleride
devran yeniden değiştiğinde Doğu ve Güneydoğu’da olan bitenler aydınlığa
kavuşmaya başladığında acaba ilk sigaya çekilecek olanlar kimler
olacaktır?
Birleşmiş Milletler’den gelen sinyaller bu devran değişiminin pek de uzakta olmayabileceğini göstermektedir.
İktidar bloğunun yancıları “Ne önemi var Birleşmiş Milletlerin, onlar
yoluna biz yolumuza.” diyebilirler, unutulmamalıdır ki Miloseviç de
zamanında böyle kahramanlıklar taslıyordu.
TSK elbette ki PKK’yı defalarca yenilgiye uğratır. Bunu daha önce pek
çok kez yapmıştır. 2002 yılında AKP iktidara geldiğinde zaten böyle bir
zemine gelmişti. Bu zemini gerçek bir çözümle değerlendirmek yerine bir
mirasyedi bonkörlüğüyle harcamayı tercih etti. “Analar ağlamasın.”
denilerek çıkılan yolda bu siyasi yetersizlik nedeniyle bugün her
dönemden daha çok ana ağlamaktadır. TSK acaba iktidarla-ya da sadece
muktedir mi diyelim- hiç mi siyaset konuşmamakta, konuşamamaktadır?
Elbette kamuoyunun önünde değil ama yasal kurullarda bugün yürütülen
süreci tümüyle sahiplenmekte bundan mutlu-mesut mu olmaktadır?
Geçen hafta sekiz şehit haberi aldığımız günlerde Genelkurmay Başkanı
Sayın Hulusi Akar bir düğün töreninde damadın şahitliğini yaptı. Yeni
evlilere mutluluk dilerim ama böyle bir ülkede zor olacakmış gibi
görünüyor. Sayın Hulusi Akar bu şahitlik nedeniyle pek çok eleştiri
aldı. Benim dikkatimi çeken şey ise Sayın Akar’ın düğündeki yüz
ifadesiydi. Belki bana öyle geliyor ama sanki “Bindik bir alamete…” der
gibiydi.