Özellikle hükümete muhalif çevrelerde bir süredir TSK ile
ilgili bir algı yerleşmiş vaziyette: Buna göre dış politikada PYD
sorunundan iç siyasette Kürt meselesine kadar sorunların kaynağı ve
çözülememe nedeni olarak sadece hükümet eleştirilmektedir.
Aynı bakış açısı ise TSK’yı bu sorumluluk zincirinin dışında
görmektedir. Buna göre TSK “güya”, hükümet gibi düşünmemekte Suriye
krizinden, Kürt sorununa kadar pek çok konuda aslında daha “iyi” bir
noktada durmaktadır. Hatta aynı bakış açısının bazı önermelerine göre
TSK “perde arkasında” bu konularda hükümeti dengelemektedir.
Bu bakış açısının özü şudur: Son bir kaç yılda dış politikada ve Kürt
sorununda ortaya çıkan sorunların sorumlusu siyasilerdir, TSK sorumlu
değildir.
Peki bu bakış açısı doğru mu yoksa bir tür “şehir efsanesi”’ mi?
Mesela ne zaman bir asker PKK tarafından şehit edilse siyasilere
çözüm süreci yüzünden eleştiri bombardımanı başlıyor. Bu kısmen elbette
doğru bir eleştiridir. Ancak TSK’nın Çözüm Süreci’nde rolü yok muydu?
“Bu yapılan yanlıştır ve ülkeye zarar verecektir.” diye bir üst düzey
general istifa etti mi?
Yine bugün yüzlerce asker şehit olmuş durumda. Bunun salt sorumluluğu
hükümetin mi? Hükümet, neredeyse TSK’ya şehirleri yok etme yetkisi
vermiş durumda. Bir ordu bu kadar şehit verir mi? Bir savaşta
verilmeyecek kadar şehit veriliyorsa bunun siyasi sorumluluğu hükûmete
verilirken mesleki sorumluluğu TSK’nın generallerine verilmeli değil
midir?
Aynı tür eleştirileri dış politikada yapmak da mümkün. Hükümete karşı
okuma, TSK’yı “koruyarak”, bütün dış politikanın siyasiler ve MİT
tarafından icra edildiğini ve asıl suçlunun onlar olduğunu ifade
etmektedir. Bu kısmen doğru olsa da tamamen doğru olabilir mi?
Bugün eğer Kuzey Suriye’de Türkiye’nin arzulamadığı bir siyasi oluşum
ortaya çıkmış, YPG askeri ile Türkiye’nin 50 yıllık müttefiki ABD
askeri kol kola savaşıyor, IŞİD günlük olarak Türk topraklarını füze ile
vuruyorsa bütün sorumlu siyaset mi?
Siyasi tarih olaylara böyle bakmaz. Eğer bugün bir IŞİD fiyaskosu
varsa, eğer ABD askerinin YPG ile ortak savaşması bir başka fiyasko ise
siyasi tarih bunu yazarken Türk siyasetçilerinin yanına dönemin Türk
generallerinin de ismini yazar.
Ortadaki resim şudur: Türk dış politikasının oluşturduğu dinamikler
tüm zamanlarda hiç görülmediği kadar anayurt güvenliğini tehdit eder
sonuçlar üretmektedir. Bu noktaya gelinirken TSK neden belirleyici
olmadı?
Burada TSK’nın eski dönemde olduğu gibi demokratik siyaset dışı çıkışlar yapmasını elbette kastetmiyorum.
Asker olsun sivil olsun bürokrasinin kuralları açıktır: Bir siyaseti
uygun görmüyorsanız kurallar çerçevesinde eleştirirsiniz olmadı istifa
edersiniz.
Türkiye’de bugün her şehit haber ile sorunların kaynağı olarak
hatırlatılan Çözüm Süreci’nde kaç general istifa etti? Buradan çıkacak
anlam şudur: Çözüm Süreci eleştirilecek bir şeydi ise bugün siyasiler
kadar o dönemin generallerini de eleştirmeliyiz.
O nedenle Kilis’e veya Gaziantep’e her füze düşünce “bak hükümet
nelere yol açtı” demek doğru ama kısmen doğrudur. Aynı zamanda nasıl
oldu da bu kadar güçlü bir ordusu olan ülkenin başına bunlar geliyor
diyerek kısmen de “başka yerleri” eleştirmek lazım.
Ancak bütün bu olup bitenlerde en “absürt” durum şudur: Hükümeti
eleştiren içinde sol, milliyetçi, dindar, seküler gruplar olan büyük
koalisyon her ne hikmetse TSK’nın “aslında farklı durduğunu ve sorunlara
yol açan siyasetin kaynağı olmadığını” ifade eden bir algıyı yeniden
üretip duruyor.
Asker-sivil ilişkilerinin tamamen demokratik normlar içinde olması
gerektiğini düşündüğümü söyledikten sonra şunu not etmek isterim:
Yukarıda TSK ile ilgili üretilen algı tam aksine en çok hükümetin işine
yarar.
25 yıl sonra da siyasi tarihçiler muhtemelen şöyle yazacak: “Filan
dönemde iyi veya kötü Türkiye’de ne olduysa bunun ortaya çıkmasında bazı
küçük pürüzler dışında TSK-hükümet uyumunun katkısı olmuştur.”