Tutuklu gazeteci Mehmet Baransu, darbe planlarında, AKP ve Erdoğan değil de Kemel Kılıçdaroğlu ve Baykal'ın ismi geçse CHP'nin tepkisi ne olurdu diye sordu? Baransu'nun yazı dizisinin son bölümü...
Sanıklar belgeler sahte demelerine rağmen, Balyoz’da hiçbir belgenin sahte olduğunu düşünmüyorum. Bir ay önce 28 Şubat post modern davasının yargılandığı mahkemede de CD’lerin sahte olduğu yönünde raporlar alındı. Oysa o CD içerisindeki belgeleri hepimiz görmüştük ve biliyorduk. Bu davada da yine piyasaya yıllar sonra çıkan fontla belgelerin yazıldığı söylendi. O belgeleri biz gazete manşetlerinde 1996-1997 yılında görmüştük oysa. “28 Şubat CD’si ve içindeki belgeler” de biranda “sahte” oluverdi.
28 Şubat davasındaki o belgeler nasıl gerçekse, Balyozdaki belgeler de aynı oranda gerçek. Zaten dizi boyunca okuduğunuz gibi mahkemenin aklama gerekçesinde, belgelerin gerçek olduğu kabul ediliyor. Yorum yapılarak, suçlar aklanıyor.
Altı yıl sonra değişen fikrim ise şu; Gerekçeli kararın 720’inci sayfasında, “CD’ye kayıt yapılırken, bilgisayarın tarih ayarları ile oynanarak eski tarihli CD elde etmemin mümkün olup olmadığı” bilirkişilere sorulmuş ve onlar da bunun olabileceğini ayrıntılı bir şekilde açıklamışlar.
Öyle zannediyorum ki Birinci Ordu Komutanlığındaki 180 veya daha fazla olduğu söylenen CD içerisindeki bilgiler iki CD’de toplanırken, tek seferde yazdırılan bu CD’lerin alt yazım tarihi 2003 olarak değiştirilmiş. Ancak Balyozcuların “CD’de tarih 2003 görünüyor, belgeler bu nedenle sahte” iddiası da doğru değil. Doğru olmadığını da zaten tanıklar ve bazı sanıkların ifadeleri ortaya koyuyor. “Sahte” olduğu iddia edilen CD’lerin içerisinde, gerçekliği tartışılmayan diğer CD’deki plan ve belgelerin olması da diğer bir ayrıntı.
Katılmadığım bir nokta da bir CD üzerinde yazılan notun Süha Tanyeri’nin el yazılı notlarından kopyalanmış olduğu iddiası. Hatırlarsanız Albay Dursun Çiçek de İrticayla Mücadele Eylem Planı ortaya çıkınca önce “bu imza bana ati değil, benim imzam farklı” demişti. Bir de farklı bir imza basına göstermişti. Ancak Çiçek’in doğru söylemediği iki gün içinde ortaya çıktı. 1970 yılından beri tüm imzaları ortaya çıkınca, asıl imzasının belgedeki imza olduğu anlaşıldı.
Bu gerçek ortaya çıkınca bu kez de yeni bir yalanı dolaşıma soktular. Çiçek’in imzasının imza makinesiyle atıldığını iddia ettiler. Arşivlerde yüzbinlerce açıklama var bu konuyla ilgili. Bu bilgiyi de iki yıl dolaşımda tuttular. Jandarma Kriminal imzanın kendisine ait olduğunu söyleyince bu iddiadan da vazgeçtiler. Makine yalanı da ortadan kalktı ama bu kez de imzanın keçeli bir kalemle atıldığı, Genelkurmay’da keçeli kalem olmadığı söylendi. Bunun da doğru olmadığı ortaya çıkınca bu kez de mürekkebin Genelkurmay’da kullanılmadığı söylendi.
Yargıtay’ın bozduğu Ergenekon kararında ise Çiçek’in yeni bir bilirkişi raporu aldığı ortaya çıktı. Raporu okudum. Bugüne kadar gördüğüm teknik bilgiden en uzak rapor. Bir raporda imza hem ona ait olabilir hem de olmayabilir diye bir yorum olabilir mi? Raporu okuduğunuzda orta çıkan sonuç bu. Benzeşen yönler varmış, imzası kolay olduğu için taklit edilebilirmiş ama bu yönde bulgu yokmuş gibi onlarca çelişkili açıklama.
Bu kadar detayı şunun için yazdım. Bilirkişi raporlarının nasıl alındığını Çiçek örneğinde biliyoruz. Her iddianın nasıl çökertildiğini de. Balyozdaki bir CD üzerinde de Süha Tanyeri’ye ait el yazılı notlardan yazının kopyalanıp, dikey bir aletle CD üzerine yazdırıldığı iddia ediliyor. Bu iddiaya karşı kafamda başka bir soru var. Akla daha yatkın bir soru.
Bu belgeleri bana veren isim, eğer iddia edildiği gibi böyle bir şey yaptıysa, (notlardan harf kopyalayıp CD üzerine yazdıysa) niçin o notları bana olduğu gibi teslim etti? Notları yayımlayacağımızı bildiği halde, neden bu sahteciliğinin ortaya çıkacağını bilerek notları bana verdi? Sizin iddianız doğruysa, bir kişi ortaya çıkacak bu durumla ilgili notları niçin versin?
HÜKÜM TARAF'IN, BARANSU'NUN VERDİĞİ BELGELERLE KURULMADI
Kamuoyunda sık tekrarlanan bir konuya da mahkeme açıklık getirip, nokta koymuş. Gerekçeli kararda en az 10 farklı yerde bunu yazmış.
Hem Balyoz sanıkları hem avukatlar hem de bazı köşe yazarları “Taraf yazdı, Baransu belgeleri verdi, insanlar mahkûm oldu” dediler yıllarca.
Hem ilk mahkeme hem de Balyozu aklayan ikinci mahkeme, sanıklarla ilgili verilen mahkûmiyet kararına esas alınan belgelerin Taraf'ın verdiği belgeler olmadığını açıklamışlar kararlarında. Mahkûmiyet hükmü, Taraf gazetesinin teslim ettiği belgelerden değil, Gölcük Donanma Komutanlığıew’nda bulunan belgelerden gerçekleştirilmiş.
Mahkeme kararında hükme esas alınan belgelerin 06.12.2010 tarihinde Gölcük Donanma Komutanlığı’nda karoların altına ele geçirilen, 10 torba içindeki belge ve dijital verilerden gerçekleştiğini, Yargıtay’ın da bu belgelere istinaden hükmü onadığını yazmış. Yani, hükme esas alınan belgeler, Taraf’ın verdiği belgeler değil, Gölcük’te ele geçirilenlermiş.
“Taraf yazdı, Baransu bavulla belgeleri verdi, insanlar hapis cezası aldı” yalanını da mahkeme heyeti bu kararıyla noktalamış; “Balyozda sanıklara verilen hapis cezaları hükmü, Taraf’ın verdiği bavulla değil, Gölcük’te karo altında bulunan belgelerle kuruldu.”
MAHKEME BİNLERCE BELGE ARASINDA İKİ SUÇ BULABİLMİŞ AMA….
Balyoz’daki o skandal planlardan, konuşmalardan hiç mi suç unsuru bulamamış mahkeme heyeti diye sizler gibi ben de merak ettim. Gerekçeli kararı okuyunca gördüm ki mahkeme heyetine haksızlık yapmışım. Mahkeme, binlerce belge arasından nihayet iki suç bulmuş; “Emre itaatsizlik, görevi kötüye kullanma.”
Neden bu iki suçu bulduğunu da kararı okuyunca anlıyorsunuz. Sizleri merak da bırakmadan yazayım.
SUÇ BULDUM AMA BU İKİ SUÇ DA ZAMAN AŞIMINDAN DÜŞTÜ
Mahkemenin bulduğu suçlardan biri “emre itaatsizlik…” Hatırlarsanız, Aytaç Yalman’ın emrini dinlememişti Çetin Doğan. Yunanistan’la ilgili “kırmızı-mavi kuvvetleri” içeren plan yapacağına, darbeyi konuşmuştu. O korkunç planları yaparak emre itaatsizlik suçu işlemişti.
Mahkeme de bütün planları akladıktan sonra bu durumu dikkate çekip, emre itaatsizlik şuçu işlendiğine hükmetmiş. Ancak, emre itaatsizlik suçunun zaman aşımı da 5 yıl olduğu için, sanıklara ceza verilemeyeceğine hükmetmiş. Bu suç zaman aşımına uğramış. Sanıkları cezalandırmak mümkün değilmiş. Yargılama yeri de askeri mahkemeymiş. Mahkemenin davasını oluşturmayan, zaman aşımına uğrayan bu suçtan dolayı da askeri mahkemeye bu suç yönünden sanıklarla ilgili suç duyurusunda bulunulmasına da bu nedenlerle gerek yokmuş.
Mahkemenin bulduğu ikinci suç da Çetin Doğan’ın bazı eylemleri ve sanıkların bazı konuşmalarının “görevi kötüye kullanma” suçu oluşturabileceğiymiş. Bu suç da zaman aşımına uğramış. Sanıklara ceza verilemezmiş.
Yazı dizimde dikkat ettiyseniz hep, Balyozu kapatan, aklayan mahkeme diye yazdım. Heyet binlerce belge arasında bula bula zaman aşımlı iki suç bulmuş. Doğal olarak o suçlar da düşmüş.
BİR ÖNCEKİ PARAGRAFTA YAZDIKLARINI MAHKEME UNUTTU
‘Kumpas, sahte CD” denilerek Balyoz’un nasıl kapatıldığıyla ilgili sabrınızı zorladığımım farkında olarak diğer bazı gerekçeleri de yazayım.
2003 yılında Çetin Doğan, emirlere aykırı şekilde bu semineri yapınca, o dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Yaşar Büyükanıt, seminer içeriğini Genelkurmay J Başkanlığı’na gönderip, hukuki bir inceleme yaptırmıştı. Mahkeme bu olayı şu şekilde yorumlamış.
Büyükanıt, semineri Genelkurmay Başkanı’na arz etmeden önce hukukçulara incelettirmiş. Balyozla ilgili mahkûmiyet kararı veren ilk mahkeme, bu durumu olağan dışı bir durum oldu, inceltti diye yorumlamış olsa da hukukçularca yapılan inceleme sonucunda seminere katılan kişilerle ilgili hiçbir disiplin soruşturması ve yasal işlem yapılmaması da sanıkların atılı suçları işlemediklerini gösterirmiş. Genelkurmay tarafından bu konuşmalarda suç unsuru bulunduğu yönünde hiçbir tespitte bulunulmadığı, yasal işlem yapılmadığı da anlaşılmış.
Mahkeme bu yorumla olayı kapatmasına rağmen, dönemin K.K.K Aytaç Yalman kitabında, seminerde suç unsuru olduğunu, gözlemci olarak gönderdiği Albayın kendisine bunu aktardığını, sonrasında bazı komutanları uyardığını yazmıştı. Kaldı ki gözlemci raporunda da bunlar vardı. Dizinin ilk bölümünde de bunları sizlerle paylaşmıştım.
Böyle bir yorumda bulunan mahkemenin, birkaç paragraf önce “emre itaatsizlik ve görevi kötüye kullanma” suçu işlenmiş ancak bunlara ceza veremeyiz, zaman aşımına uğradı demesi ise ayrı bir çelişki olarak kararda yer almış.
Bu duruma yorum yapmayıp, konuyu hukukçulara havale edeceğim.
TÜM SANIKLARIN BERAATİNE…
Mahkeme küçük bir bölümünü yazdığım bu skandal gerekçelerin ardından sonuç kararın sonuç kısmına ise şunu yazıyor; “Siyasi tarihimizde darbelere sık sayılabilecek sayıda rastlandığından toplumumuzda bu konuda bir önyargı oluşmuştur… Dava konusu olaya önyargılardan arınmış, tarafsız olarak yaklaşılması ve hukuki çerçevede değerlendirme yapılması gerekmektedir.
Sanıkların ‘suç için anlaşma’ suçlarını işledikleri yönünde mahkûmiyetlerine yetecek, şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı düşünülmüş, sanıkların beraatleri yönünde hüküm kurulması uygun görülmüştür.”
Mahkeme, bu bölümde yine bir kısım sanıkların emre itaatsizlik yaptıklarını, seminerin amacı dışına çıktıklarını, gerçek isim ve yerler kullandıklarını belirtip, bunların da “emre itaatsizlik, disiplin suçu” olabileceğini, bunun da zaman aşımına uğradığını, ayrıca bu suçun kendilerinin değil, askeri yargının alanına girdiğini belirtiyor ve tüm sanıkların beraatine karar veriyor.
Bu beraat kararının ardından Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı, mahkemenin bu kararını doğru bulmayıp, darbeye teşebbüs edildiği gerekçesiyle kararı temyiz ediyor. İçlerinde Çetin Doğan ve İhsan Balabanlı’nın da bulunduğu yedi kişinin darbeye teşebbüs ettiklerini, kararın bozulup bu şahıslara ceza verilmesi gerektiğini belirtiyor. Konu Yargıtay’a taşınıyor ve dosya bu yedi kişi yönünden Yargıtay’da.
SONUÇ
Balyoz davasını aklayan mahkemenin gerekçeli kararından sadece küçük bir bölümü sizlerle paylaşabildim. Kararda yüzlerce benzer skandal var. Yazamadığım, eksik kalan bölümleri ise, “herkesin bildiği bu darbe” iddialarını boşa çıkarmak için çabalayan siyasetçi, aydın, gazetecilere bırakıyorum.
Yandaş medyaya ise diyeceğim bir tek laf yok. Dün Balyoz’la ilgili yazdıkları ortada. Bugün söyledikleri ya da söyleyemedikleri... Cumhurbaşkanı dâhil Balyoz’a darbe demeyen AKP’li kalmadı son bir ayda.
Geleyim CHP yönetimine. Özellikle Sayın Kemal Kılıçdaroğlu yönetiminde, her fırsatta hukuk ve demokrasi kelimelerini ağızlarından düşürmüyorlar. Balyoz ve benzeri olaylarda ise ikircikli bir tutum sergiliyorlar. Kendilerine tek bir hatırlatma yapayım. Sadece empati yapmalarını isteyeceğim. Balyoz seminerinde şöyle bir konuşma ve plan olsaydı bugün tepkileri ne olurdu? “Deniz Baykal, Kemal Kılıçdaroğlu, Eskişehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen, İzmir Belediye Başkanı … gözaltına alınacak, tutuklanacak. Gözaltına alınacak CHP’li belediye başkanları ve parti üyeleri listede komutanım. İran gibi yapalım. Tepelerine binelim. Öyle acımak yok, tepelemek var. 12 Eylül gibi yapacağız. Halk TV’ye de el koyacağız komutanım. Başına emekli asker atayacağız. Planlar perdede komutanım…”
Konuşma ve planları uzatabilirim. Bunların hepsi seminer adı altındaki toplantıda yaşandı. Tek fark, CHP yerine, AKP’nin olmasıydı. Sizlerin darbe diyemediği o korkunç toplantıda yaşandı bunlar. Bugün “kumpas, sahte” diyen CHP, acaba birileri kendileriyle ilgili böyle bir plan yapmış olsaydı, nasıl bir tepki verirdi?
İktidarı ikircikli olmakla, tutarsızlıkla, hatta “ahlaksızlıkla” suçlayan CHP yönetimine sormak gerekli. Verdiğim bu örnekten hareketle siz ne kadar siyaseten ahlaklı davranıyorsunuz? Ne kadar demokratsınız? “Demokrasi, hukuk, özgürlük” diyen sizin partinizde, Dursun Çiçek gibi bir ismin ne işi var? Çiçek’e bir imza, onlarca farklı açıklama konusunu sorabilir misiniz? Karargâh kitabımda bir belge yayımlamıştım. Çiçek’in evi aranırken tutulan, el yazılı ev arama belgesi. Hakkımda dava açıldığı için Genelkurmay Başkanlığı bana gönderdi. Öyle sahte diyemeyecekleri belge. El yazısıyla tutulan ev araması tutanağında bütün yazılar aynı olmasına rağmen iki farklı imza nasıl atılabilir diye vekilinize sorabilir misiniz?
Mustafa Balbay’ın günlüklerinde 1. Ordu Komutanlığı’nda ihtilal hazırlığı yapıldığı notlarını nereye koyacaksınız “demokrat” olduğunu söyleyen CHP yönetimi.
Ahlak sadece Karaman’daki çocuk istismarı olayına tepki vermekle olmuyor. Siyaseten de ahlaklı tutum sergilemek gerekiyor. Seçilmiş iktidara, dolayısıyla demokrasiye karşı planlar yapan, kredi kartlarıyla siteler açan, kendi komutanı tarafından “başımızı yine belaya sokacak iş yapmıyorsun değil mi” diye uyarılan bir ismi, siz meclise taşıdınız. ATO Başkanı, Hilafetin kaldırılışın yıldönümü numarasıyla toplantı tertip edenleri meclise siz taşıdınız?
Balyoz darbe planının ayrıntılarını günlüklerine not eden CHP Milletvekili Mustafa Balbay’ın ifşaatına rağmen, “Balyoz darbe değil, kumpastır, sahtedir” demek de çok ahlaki görünmüyor.
Kendisiyle ilgili o ahlaksız kaset ortalığa saçıldığı zaman “bunlar özel değil, genel genel” diye ortalığı ayağa kaldıran kişinin, 7 Haziran sonrası “koltuk daveti” çağrısına koşa koşa gitmek de çok “ahlaklı” bir davranış değil. Meclis Başkanlığı koltuğu için “bunlar özel değil, genel, genel” laflarını içine sindirmek, koşa koşa randevuya gitmek de en az Rıza’nın önüne yatmak kadar “mide bulandırıcı.”
Bu ülkeye, bu millete neden umut olamadığınızın cevapları aslında yazdıklarım. Balyozla ilgili tutumunuza bakın. Bir de çifte standartlarınıza. 17-25 Aralık’a çok duyarlı olan sizler, Ataşehir Belediye Başkanınız hakkında ne yaptınız?
Diziyi bitirirken şunu söyleyeyim. Mahkemenin kararlarına tabi ki saygı duyuyorum. Balyozu kapatan mahkemenin kararına da saygı duymakla birlikte, eleştirilerim var. Gerekçelerinin ne kadar hukuki ve kanuni olduğunu da sizlerin takdirine bırakıyorum.
Sanırım herkes böyle bir mahkemede ve heyette yargılanmak ister. Çünkü gerçekleri ortaya çıkarmak yerine, sanıkları nasıl aklarım duygusuyla hareket eden bir heyet karşımızda var. Hâkimler kararıyla konuşur. Yazdıkları gerekçeli karar da maalesef bunu söylüyor. Duruşmada sanık avukatlarına hiç iş düşmemiş, çünkü heyet bu görevi de üstlenmiş görünüyor.
Balyoz’un asıl hangi gerekçelerle kapatıldığını sanırım bu diziyle çok daha iyi anlaşılacaktır. Ortalıkta siyasetçi, akademisyen, gazeteci, aydın diye dolaşanların yüzlerce yazı yazıp, saatlerce konuşma yaptıkları bir davanın gerekçeli kararını okumamış olması da acı bir durum.
Birileri Saray’ın yazı yazdırdıklarına kızıyor. Ama onların durumu da kızdıklarından farksız değil. Sanık ve avukatların ağızlarından çıkan her kelimeye inanan bir “beyaz troll” olduklarının farkında bile değiller.
Bir eleştirim de “İslamcı, dindar” kitleye. Dün, “Beyaz Türkler” darbe ve güç karşısında askere boyun eğmişti, bugün kendileri “para ve güç” karşısında iki büklümler. Allah’ın huzurunda iki büklüm olmayı unuttular. “Güç” karşısında eğilmekten neredeyse belleri kırılacak.
İslam’ın ilk emri… “Oku.” Şimdi sormak gerekli, önce “darbe” sonra “kumpas” dediğiniz bu davanın gerekçeli kararını okudunuz mu?
Aytaç Yalman kitabında, Çetin Doğan, bazı komutanlar ve onların avukatlarını kastederek ne demişti; isimleri kastedip, medyanın bu davayı nasıl sulandırdığıyla ilgili neler söylemişti; "Kuşkusuz onlar kendilerini biliyorlar. Ancak vicdan sahibi olsalardı, günahsız insanların bu hale gelmesine sebep olmazlardı. Hatta ‘yavuz hırsız misali’, bir grup medyayı kullanarak, toplumu yanlış yönlendirmezlerdi.”
Dün Balyozcular toplumu yanlış yönlendiriyordu, bugün “milli orduya kumpas” diyenler. Kendilerine darbe yapacaklarla kader birliği yapma. 7 Haziran sonrası koşa koşa Erdoğan’la buluşmaya giden Sayın Deniz Baykal’ın davranışı kadar “etik.”
Balyoz darbedir, darbeciler 17-25 sonrası aklanmıştır. Sadece emri veren komutanları suçlamak yerine, listelerde ismi olan, olayla ilgisiz kimseleri yargılayarak bir şansı kaçırdık. Hem ilk mahkeme, hem de Balyozu aklayan mahkeme “darbeleri yargılama” şansımızı kaçırdı.