16 Mayıs 2016 Pazartesi

"İlker Başbuğ görevini yapsaydı Balyoz olmaz, kimse de içeri girmezdi" / Mehmet Baransu

Gazeteci Mehmet Baransu yazı dizisinin 5. bölümünde Aytaç Yalman'ın İlker Başbuğ ile ilgili iddialarına yer vererek, Balyoz'daki rolünü anlattı.

MEHMET BARANSU / HABERDAR (ÖZEL) - Aytaç Yalman, kitabında İlker Başbuğ’u da sert bir şekilde eleştirmiş. Eleştirmekle kalmayıp, kendisini Balyoz konusunda suçlamış. Çetin Doğan’ın seminerde "Olasılığı En yüksek Tehlikeli Senaryo’yu" oynayacağını, İlker Başbuğ’un kendisinden sakladığını söylüyor Yalman. Hatta, Taraf’ın yayımladığı belgedeki ikinci maddeyi, bizzat emri olmadan Başbuğ’un yazdığını iddia ediyor. Bazı yeni suçlamalar da yöneltiyor;



“Bu olayda (Balyoz’u kastediyor) zamanında bana doğru bilgileri aktarmayarak çok ciddi bir usul hatası yapılmıştır. Niçin böyle bir yanlış davranış içinde bulunulmuştur hala makul bir cevap bulabilmiş değilim. Kurmay Başkanım (İlker Başbuğ) ifadesinde, benim 17 Ocak 2003’te 1. Orduya gittiğimi ve toplantıda söz konusu tatbikatın kabul edildiğini ifade ediyor.

Bu ifadeyi kesinlikle iyi niyetli söylenmiş bir söz olarak kabul etmiyorum. Kafaları karıştırmak, tatbikatın zımmen benim bilgim dahilinde yapılıyormuş hissi vermek amacına yönelik kötü bir niyet ifadesi olarak görüyorum.

O tarihte 1. Ordu’ya gittiğimi hatırlamam mümkün değil. Gitmiş de olabilirim. Sözü edilen görüşmede emrime aykırı bir plan semineri arz edilmiş olsa idi derhal müdahale eder, semineri iptal ettirirdim.”

Yalman'ın eleştiri ve suçlamaları devam ediyor. Başbuğ’u bir kadronun elamanı olmakla da itham ediyor. Doğan’ın "rutin dışına" çıkan plan yazısını kendisinden neden sakladığını, plana ekleme yaptığını soruyor. Başbuğ’la ilgili suçlamalar çok fazla olduğu için sadece bir kısmını buraya alıyorum;

BAŞBUĞ 2003'TE GÖREVİNİ YAPSAYDI BALYOZ OLMAZDI

BAŞBUĞ ASTLARININ İFADESİYLE TUTUKLANDI

“Ben bir kadronun adamı olmadım. Çünkü ben teamüllere aykırı olarak kendi gayretimle yükseldim. Ben hayatımın 11 yılını şarkta, 18 yılımı da hudutlarda ve terör mücadelesinde geçirdim…

Şimdi size soruyorum. Göreviniz beni orduda yapılacak seminer konusunda bilgilendirmek olduğu halde, bilgilendirmediniz. Amacınızı hala anlamış değilim.

Neden verdiğim emri sulandıracak bazı hususları bilgim dışında ilave ettiniz. (Emrin 2. Maddesi. OEYTS maddesi.) Neden seminer ile ilgili dosyayı takip etmediniz? Ordudan gelen senaryoyu niçin bana göstermediniz? Bütün bu bilgileri bana aradan yıllar geçtikten sonra, Mart 2010 yılında 1. Ordu Komutanı’nın konutunda gösteriyorsunuz? (Balyoz'dan hemen sonra Başbuğ ve Yalman'ın 1. Ordu Komutanı'nın evinde buluştukları anlaşılıyor.)

Balyoz gündeme geldiğinde Genelkurmay Başkanı değil miydiniz? O zaman neden arkadaşlarınıza sahip çıkmadınız? İnternet Andıçı konusunda arkadaşlarınız tutuklanınca neden ortaya çıkıp onları savunmadınız? İddianame çıkmadığı için açıklama yapmadım demek gerçeği gizlemektir. Astlarınızın açıklamalarıyla tutuklandınız?...

İçi boş laflarla beyanda bulunmaktan sizi men ederim. Bu konuda daha fazla doğru bilgiler almak isterseniz konu ile ilgili olanlarla görüşün… Siz Emekli Orgeneral Başbuğ, Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı olarak görevinizi yapsaydınız! bugün Balyoz olarak isimlendirilen dava olmayacak, yüzlerce suçsuz insan cezaevinde olmayacaktı… Önce kişisel öz eleştirinizi, bilahare kurumsal özeleştirinizi yapınız.”

SUÇSUZLAR, SUÇLULARIN ORTAYA ÇIKARILMASINA ÇALIŞABİLİRLERDİ

Aytaç Yalman, dava süresince ve sonrasında kendisine yapılan eleştirilere de sık sık cevap verme ihtiyacı hissetmiş kitapta. Niçin gerçek sorumluyu açıklamadıklarını da yargılanan isimlere sormuş.

“Bana çeşitli şekillerde saldıran kişiler, bu seminerin emre aykırı olarak yapılmasından kaynaklanan mağduriyetlerine kimlerin sebep olduğunu niçin bir kere bile sorgulamazlar… Suçsuzlar, suçluların ortaya çıkarılmasına daha çok çalışabilirlerdi.”

HAVA, DENİZ, JANDARMA'NIN SEMİNERDE NE İŞİ VAR?

Aytaç Yalman kitabında ilginç bir noktaya daha dikkat çekmiş. 2003 yılı Mart ayında “seminer adı altında yapılan toplantıya" Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, Hava Kuvvetleri Komutanlığı ve Jandarma Komutanlığı’nın nasıl, hangi ve kimin emriyle katıldıklarını sormuş.

Taraf’ın Balyoz haberinden sonra, bu konu gündeme gelmişti. “Bu rutin seminerse bu komutanlıkların temsilcilerinin orada ne işi var” sorusu sorulmuştu.

Bu soruyu boşa çıkarmak için "apoletli medya ve temsilcileri" olmadık gerekçeler ileri sürdüler. Asker bu sorulara cevap veremiyordu ama 28 Şubat kalemşörleri, bunun normal, yasal ve teamül gereği olduğunu yazıyorlardı. Her zaman olduğu gibi yine doğruyu yazmıyorlardı. Söyledikleri, yazdıkları doğru değildi.

Bakın bu beyefendilere, dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman kitabında nasıl bir cevap vermiş; "Seminere katılan Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na mensup personel, Genel Kurmay Başkanlığı ve kendi kuvvet komutanlarının bilgisi dahilinde mi bu seminere katılmıştır?”

Yalman, dönemin Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanlarını da bazı konuları açıklamaya davet ediyor; “Varsa bu komutanların seminere ve söz konusu planlara ilişkin bilgileri, kamuoyuyla paylaşmalarının faydalı olacağını düşünüyorum.”

Yalman, dava sürecinde neden konuşmadığı eleştirilerine de şu cevabı veriyor; “Seminer ile ilgili verdiğim yazılı emir varken, ben onları nasıl koruyabilirdim. (Seminerde darbeyi konuşmak için kılıf bulunan OEYTS planını oynamayın yazılı emri var, M.B.) Ayrıca beni zamanında bilgilendirmemek suretiyle yapılan emre itaatsizliğe ne demeli? (İlker Başbuğ’u suçluyor)”

YAVUZ HIRSIZ MİSALİ MEDYAYI KULLANDILAR

Bu satırların ardından tekrar Doğan ve Başbuğ'u eleştirip, "medyayı yavuz hırsız misali kullandılar" diyerek, isim vermeden eleştirilerini sıralıyor. Kaleminden, “lanetliyorum” satırları dökülüyor;

“Çok ağır cezalara mahkum edilen arkadaşlarımın ciddi bir haksızlığa uğradığını bilen ve sebep olan bu insanları lanetliyorum. Kuşkusuz onlar kendilerini biliyorlar. Ancak, vicdan sahibi olsalardı, günahsız insanların bu hale gelmesine sebep olmazlardı. Hatta ‘yavuz hırsız misali’, bir grup medyayı kullanarak, toplumu yanlış yönlendirmezlerdi. Bugüne kadar bu hususları ifade etmememiz asaletimizdendir.”

Bu satırlardan Yalman’ın başkalarını suçladığını düşünmeyin. Devamındaki satırlarda adresi çok net olarak tarif ediyor.

Yalman, kendisini TV’de eleştiren Çetin Doğan’ın eşine de cevap vermiş kitabında; “Herkes bu konuda bir şey söyleyebilir ancak beni itham eden o bayanın hiç konuşmaya hakkı yoktur. Çünkü meselenin bu noktaya gelmesinde tek sorumlu eşinin kendisidir. Emre itaatsizliğin tevil edilecek bir yanı var mıdır?”

HERŞEYİ YASAL HUDUTLAR İÇİNDE TUTMAYA ÇALIŞTIK

Yalman, “Zorlu Yıllar” dediği süreçle ilgili ilginç bir cümle daha kullanmış kitabında: “Ordu bir bütündür. Sıkıntılı bir dönemden geçerken her şeyi yasal hudutlar içinde tutmaya çalıştık. Orduda emir-komuta zinciri ve bütünlük çok önemlidir.”

Çetin Doğan’ın neden hırslarına yenik düşüp, bazı oluşumlar içerisine girdiğini de anlatmış kitabında. En çarpıcı bölümlerden biri de 2003 yılında Çetin Doğan’ın Kara Kuvvetleri Komutanı olmayı beklerken, 1. Ordu Komutanlığı’na atanması ve bu hayal kırıklığıyla hukuk dışı icraata girişmiş olması.

DOĞAN, KARA KUVVETLERİ KOMUTANI OLAMAYINCA EMİR DIŞINA ÇIKTI

İHTİRASINA YENİK DÜŞÜP, ARKADAŞLARININ HAYATINI KARARTTI

“Söz konusu mülakatta anılan şahıs, 1. Ordu Komutanlığı’na atanınca, Kara Kuvvetleri Komutanı olmasını engellemek için hakkımda yalan bilgilerden oluşan bir fezleke hazırlandığını iddia ediyor… Sağlam kaynaklardan aldığım bilgiye göre, kendisinin Kara Kuvvetleri Komutanı olacağı hususunda bazı duyumlar almış ve kendini fikren bu yönde hazırlamış, ancak bazı insanların telkini ile bu akim kalmış. Nitekim 2003 yılı YAŞ’ının son günü bile kendi emir subayı bizim durumumuz belli değil diyordu…

İşin aslı, söz konusu Orgeneral Çetin Doğan, zamanın Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu ile görüşmüş ve K.K.K. olacağı sözünü almış. Ancak aldığı bazı bilgilerden sonra Genelkurmay Başkanı bu niyetinden vazgeçmiş. Kendisinin bundan haberi olmadığı için büyük bir beklenti içine girmiştir. Atanamayınca ihtiraslarının esiri olup emre itaatsizlik yaparak arkadaşlarının hayatlarını karartmıştır. Olayın aslı budur, isteyen tahkik edebilir.”

ÇETİN DOĞAN’A ÖNCE TABİ, SONRA TESLİM OLACAKSIN

Doğan’ın yükselmesinde, terfi almasında katkısı olduğu için pişman olduğunu da kitabına yazmış Yalman;

“Bugün bulunduğu rütbeye yükselmesine onay verdim. Tabii ki pişmanım ancak yalnız ben değil ona komutanlık yapan herkes pişmandır. Org. Doğan’la çalışmak için onun yaptıklarını önce hoş göreceksin, sonra görmeyeceksin, daha sonra tabi olacaksın. En sonda teslim olacaksın. Benim karakterimde bunlar yoktur.”

Yalman kitabının Balyozla ilgili son bölümünde yine sözü ses kasetlerine ve Çetin Doğan’a getiriyor. Kendisini tekrar suçluyor. Suçlamalar uzun. Kısa bir bölümü içinde tekrarlar olsa da buraya alacağım;

TOPLUM ANLAMASIN DİYE BİLGİ KİRLİLİĞİ YARATTILAR

“Seminerden sonra kendisini telefonla hemen aradım. ‘Yaptığını beğendin mi’ dedim. Bilahare detayı kitabın içinde yazılan kişilerle temas kurarak haddini bilmeyen bu generalin muhtemel aşırılıklarını önlemeye çalıştım. (Muhtemel aşırılıkların ne anlama geldiğini sanırım açık. M.B.)

İstanbul havalimanında iki generalle, İzmit’te dört korgeneralle, ayrıca yemek sonrası bir general ile özel olarak görüştüm. Niçin görüştüm acaba? (Yalman yine susmayı tercih ediyor ancak darbe toplantısını kastettiğini kitabın her satırında yazıyor. M.B.)

Ben 2003 yılında yaşananlardan bilgi sahibi değildim. Ancak, emekli olunca aynı dönemin kuvvet komutanlarının bazı rahatsızlıklar hissettiğini ve bunu Genelkurmay Başkanı ile paylaştığını öğrendim.

Ben şükürler olsun K.K.K’lığı döneminde hasta olmadım. Ancak, hasta kafalar Taki Doğan’a benim hasta olduğum yalanını yazdırdılar. Kimler yazdırdılar acaba? Yazdıranları biliyorum onların yüzü kızarıyor mu acaba? (Yine isim yok ama biz aslında haberi kimin yazdırdığını tahmin ediyoruz. M.B)





K.K.K verdiği mesaj emrinde OEYTS söz konusu değildir. Bunlar kendilerini haklı göstermek için yapılan anlamsız çabalardır. Toplumun olayı anlamaması için özellikle bilgi kirliliği yaratılmıştır. ("Yavuz hırsız misali medyayı kullandılar" dediği bölüm ve kişiler. M.B.)

Hatırlarsa, İstanbul’a geldiğimde kendisini hastanede ziyaret etmiştim. Kimin şeytan olduğu yaptığım açıklamalardan anlaşılmıştır.”

Aytaç Yalman yazdığı kitapta, yüzlerce ayrıntı vererek, Balyozun aslında ne olduğunu, “Zor Yılların” nasıl aşıldığını, satır arasında da olsa anlatmaya çalışmış. 2003’teki "seminer adı altında yapılan toplantının" perde ardına kapı aralamış.

Kitabında, “disiplin suçunun gereği komutan olarak tarafımdan yapılmıştır” dese de sorumlular ile ilgili herhangi bir hukuki işlem o dönem yapılmadı. Yalman'ın kastettiği Doğan'ın emekliliğe sevk edilmesi ki bu da rutin bir işlemdi.

Yalman’ın kitabından kısa bir özet sundum. "İktidar ve apoletli medyanın" özenle saklamaya çalıştığı kitaptaki bazı ayrıntılardı yazdıklarım. Bu gerçeklerin hiçbirini kamuoyu maalesef bilmiyor. Kitaptaki gerçekler de özenle kamuoyundan saklandı. Balyoz’un aklanması için bu şarttı ve öyle de yapıldı. Yalman’ın bu kitabından ve yazdıklarından kaçınızın haberi var?

Kitap ve içindeki bilgilerle ilgili yorumu sizlerin takdirine bırakıp, Balyoz’u aklayan Kartal Anadolu 4. Ağır Ceza Mahkemesi'nin gerekçeli kararındaki bölümlere geçeceğim. Bu karar da tıpkı Yalman’ın kitabı gibi "iktidar ve apoletli medya" tarafından itinayla, özenle saklandı. Kamuoyunun duymaması istendi. Çünkü Balyoz’un kapatılması, aklanması tartışılır hale gelecekti.

Mahkemenin davayı kapatma ve aklama gerekçeleri, Yalman’ın kitabında yazdıklarından daha korkunç. Okuyunca siz de yazdıklarıma hak vereceksiniz.

ÖZKÖK, KASAPTAKİ ETE YİNE SOĞAN DOĞRAMADI

Anayasa Mahkemesi'nin hak ihlali kararının ardından Balyoz davasını aklayan mahkeme, Hilmi Özkök’ü tanık olarak dinledi. Bir iki soru sordu ve detaya girmeden tanıklığı bitirdi. Özkök, görev yaptığı dönemde, darbe planı yapıldığına dair herhangi bir duyum almadığını mahkemede söyledi.

Taraf’ın Balyoz haberinden sonra Çetin Doğan'ın kamuoyuna açıkladığı mektuptaki bir ayrıntı da kendisine mahkemede soruldu. Çetin Doğan, “Hilmi Özkök, 2003 yılında 1. Ordu içinde bazı emekli orgenerallerin ve bazı sivillerin de bulunduğu bir grup tarafından ihtilal hazırlıkları yapıldığı yönünde bilgiler geldiğini ve bunun doğru olup olmadığını bana sormuştu” diye mektubunda yazmıştı.

İşte bu mektup ve bilgi kendisine hatırlatılınca, Özkök, “kulaktan dolma sözler geliyordu bana” dedi ve detaya girmeden kasaptaki ete yine soğan doğramadı.

Hilmi Özkök gibi Aytaç Yalman'ı da tanık olarak dinledi mahkeme heyeti. Darbeyle ilgili herhangi bir duyum almadığını açıkladı Yalman. Kitapta yazdığı bilgi ve detayları ise hiç anlatmadı mahkemede. Bu yönde de kendisine soru sorulmadı. Tanıklığının ardından kitabı piyasaya çıktı.

Kitaptaki gerçeklere rağmen, Balyozu aklayan mahkeme, Yalman'ı tekrar tanık olarak çağırmadı. Mahkemede yeminli ifade veren Yalman'a en azından şu soru sorulmalıydı; "Haberim yok dediğiniz olaylarla ilgili kitapta yüzlerce ayrıntı yazmışsınız. Bu çelişkinin nedeni ne?”

Normal bir hukuk devletinde, Yalman’ın kitabının ardından olması gereken buydu. Ancak aklanma kararı önceden verildiği için sadece usul işlemlerinin tamamlanması yapılıyordu mahkemede.

Mahkeme tanıkları dinledikten sonra “bu isimlerin darbeye karşı çıktıkları ve engelledikleri gibi bir durumun söz konusu olmadığının anlaşıldığına" diyerek, bu parantezi kapattı.