Yeni hükümet kuruldu, ilk toplantısını da dün Saray’da gerçekleştirdi. Önce adet yerini bulsun türünden bir kongre gerçekleşti; “aşırı demokrasi” ortamı içinde önden aday belirlendi, sonra da delegeler bu adayı genel başkan seçti. “Kutlu yürüyüş” devam etti. Yeni başbakan da ilk görevini, hedefini açıkladı: Başkanlık sistemine dayalı anayasa yapmak. Muhalefet “ipe un sererse” gerekeni yapacaklarını da ilan etti. Gereken ise belli: önce referanduma gitmeyi zorlamak, olmazsa da baskın bir seçim, “milletten kaçtılar, biz de millete gidiyoruz”
kampanyalı bir başkanlık seçimi. Dolayısıyla ilk hedef olarak sandığı
ve kendisini tasfiyeyi önüne koymuş bir hükümetle karşı karşıyayız.
Bu arada analizler de havada uçuşuyor. Mesela ana muhalefet partisinin yönetimi “Davutoğlu’nun hakkı yendi; bu artık Cumhuriyet hükümeti değil, Birinci Saray Hükümeti” tahlilinde ısrarlı.
Yanlış analiz; Davutoğlu’nu getiren götürdü. Gelişi aynıydı.
Yanlış analiz, biat kültürü içinden zamanında tek bir itiraz çıkmaz, “dava” denilen şey uğruna herkes yeniden konumlanır. Ancak dışarıda kalırlarsa “kırgınlık” konuşmaları yaparlar. Özgül ağırlıkları bile yoktur.
Yanlış analiz; bu birinci Saray hükümeti değil; Davutoğlu’nun hükümeti de son cumhuriyet hükümeti değildi. Restorasyoncuya, “yüzyıllık parantezi kapatacağız”ın
mimarına yüklenen kıymet kadar analiz gücünüz, analiz ve teşhis gücünüz
kadar da mücadele perspektifiniz vardır. Bunu geçelim bir kez. Bu
hükümeti yeni kılan, Cumhuriyet’ten Saray hükümetine geçiş değildir.
Saray yönetimine çoktan geçilmiştir.
Bu arada merkez medyadaki “yeni kabine”
analizlerine ise hiç girmeyelim. Yeni kabine analizi değil, olsa olsa
Saray merkezli yeni rejimi normalleştirme, ormana bakmak yerine ağaca
gözleri çevirme taktikleri. Ülkede her şey normal; yürütme Saray’a doğru
kaymamış, fiilen Saray bir hükümet kurmamış gibi “üç maymun” analizleri. “İl temsiliyeti gözetilmiş, dengeli dağıtım yapılmış”. Bir de “yeni başbakanımızın esprili mizacı, güleryüzü var ki, acaba bir normalleşme vesilesi olur mu?”
Heyecan verici bir gazetecilik. Etliye sütlüye dokunmadan geçiştirecekleri bir konu buldular.
Asıl Yenilik Nerede?
Öyleyse
hiç mi önemi yok bu değişikliğin? Elbette var. Tezimiz şu: bu hükümet
hiç olmadığı kadar Saray ile Ordu arasındaki yeni mutabakatın, yeni
koalisyonun ilk kez siyasal alanda da açığa çıkmasını temsil ediyor.
Temel analizi “başkanlık sistemine geçmek-geçmemek”
olarak kuran yaklaşımlar, Saray ile güvenlik bürokrasisi ve özel olarak
askeri-endüstriyel kompleks arasında giderek artan yakınlaşmayı, devlet
aygıtlarının Saray etrafında ortaklaşmasını kaçırıyor. Sadece
yasama-yürütme ilişkilerine odaklı bir yaklaşım, açıklama yetersiz.
Ortada yeni bir siyasal koalisyon var. Yeni Şafak Genel Yayın Yönetmeni
İbrahim Karagül bunu açıkça yazanlardan, şöyle diyor yeni hükümet için: “Devletin
iktidar alanı güçlenmektedir. Çok parçalı iktidar alanları terk
edilmektedir. Sivil ve askeri bürokrasi, yargı ile ağırlıklı olarak
Başbakanlık alanında yoğunlaşan çok parçalı iktidar alanları bir merkezi
devlet aklı ve iktidarı olarak yeniden biçimlenmektedir.”
Durum
aşağı yukarı budur ve yeni hükümet bu farklı parçaların Saray ile uyum
içinde yeniden konumlandırılmasını ve özellikle de askeri bürokrasiyle
ittifakın siyasal bir karakter kazanmasını temsil ediyor.
Bu
koalisyon bir süredir önce Cemaat’e ve ardından PKK’ya karşı
operasyonların başlatılması ile hukuk, bürokrasi ve güvenlik alanında
güçlenmekteydi. Ancak bir hükümetin belirlenmesinde koalisyonun
tarafları arasındaki denge gözetme eğilimi hiç bu kadar kuvvetli
değildi. Yeni hükümetin en önemli yeniliği; Saray ile güvenlik
bürokrasisi ve endüstrisi arasında kuvvetlenen ittifakların ilk kez bu
kadar açık şekilde bir hükümet zeminine taşınması. Bu anlamda Ordu’nun
yeniden siyasal belirleyicilik kazandığını, Saray’ın AKP’den çok Ordu’yu
ve yeni ittifakları gözeten bir kabine oluşturduğunu belirtebiliriz.
Saray
ile Ordu arasındaki yeni mutabakatın ilk hükümeti kuruldu, yenilik
bizce buradadır ve siyasal sonuçları analiz edilmelidir.
Neden?
Şimdilik birkaç olgu ve bakanlar kurulundaki bazı değişiklikler üzerinden gidelim.
Birincisi; 28 Şubat 2015’te Dolmabahçe’de gerçekleştirilen ve daha sonra Erdoğan’ın “tanımıyorum”
dediği görüşme karesinde yer alan iki isim bakanlık koltuğunu kaybetti.
Yalçın Akdoğan Başbakan yardımcılığı görevinden, Mahir Ünal ise Kültür
ve Turizm Bakanlığı’ndan alındı. Erdoğan’ın AKP’nin kuruluş yıllarından
bu yana başdanışmanı olan, partinin “muhafazakar demokrasi”
teorisini imal eden Akdoğan aynı zamanda MKYK’dan da dışlandı.
Dolmabahçe görüşmesinin ana unsurları hükümet dışı bırakıldı, fatura
siyasal olarak bu isimlere kesildi. Saray ile Ordu koalisyonunda önemli
bir mutabakat maddesi olarak görülebilir.
İkincisi;
bir süredir Ordu’nun alt ve orta kademelerinde Türkiye’nin
gericileştirilmesi ve bunun eğitim alanında yaygınlaşmasıyla ilgili bir
rahatsızlığın olduğu yazılıyor, çiziliyor. Saray’ın Milli Eğitim
Bakanlığı’na İsmet Yılmaz’ı getirmesi böyle bir rahatsızlığın olduğunun
aslında dışavurumu. İsmet Yılmaz eğitimci değil, uzun yıllardır Milli
Savunma Bakanlığı görevini yürütüyor. Milli Savunma Bakanlığı’ndan Milli
Eğitim Bakanlığı görevine kaydırılmasının tesadüf olmadığı açık.
Savunma Bakanı olarak Ordu ile iyi ilişkiler geliştiren ve “İslamcı”
gündem dayatması içinde olmadığı düşünülen Yılmaz’ın Milli Eğitim
Bakanlığı görevine getirilmesini, Saray ile Ordu arasındaki yeni
mutabakatın bir başka yansıması olarak değerlendirebiliriz.
Kuşkusuz
ki Yılmaz’ın gelişi eğitimdeki dincileştirme projesini yavaşlatmayacak,
ancak Saray ile ittifak halindeki kuvvetlerin Ordu içinde, Cemaat
operasyonlarıyla sarsılan kuvvetin yeniden toparlandığı ve siyasal etki
gücünün de yeniden yükselişe geçtiği tezini işlemesini kolaylaştıracak.
Saray’la yakınlaşma görüntülerinin verdiği rahatsızlık karşısında
aşağıya “biz de belirleyiciyiz, frenleyiciyiz” mesajı
verilebilecek. Bir bakıma Saray’ın komuta kademesini rahatlatma hamlesi
olarak okuyabiliriz. Bu nedenle İsmet Yılmaz’ın önce başbakan adayları
arasında adının anılmasını da, ardından Milli Eğitim Bakanlığı’na
atanmasını da iktidar bloğu içindeki yeni güç dengeleriyle, bu
dengelerin siyasal dağılımıyla ilişkili görmekte yarar var.
Üçüncü ve dördüncü faktörler,
yükselen yeni askeri-endüstriyel kompleksle ilgili ve bu yeni
askeri-endüstriyel kompleks ekonomik-sınıfsal olarak ilk kez bir
kabinede bu kadar yüksek temsil gücüne kavuştu. Ekonomik üretim
faaliyetiyle askeri endüstri arasında giderek artan kaynaşma, etkin bir
hükümet pozisyonuna ulaştı. Bu faktörlerden ilki; Bilim, Sanayi ve
Teknoloji Bakanı Fikri Işık’ın Milli Savunma Bakanlığı pozisyonuna
kaydırılması. Sanayi, bilim ve teknoloji alanının savunma alanıyla
kaynaştırılması yönündeki artan eğilimin göstergesi. Bu üçüncü
göstergeyi tamamlayan dördüncü faktör ise, vekil Faruk Özlü’nün Savunma
Sanayii Müsteşar Yardımcılığı görevinden Bilim, Sanayi ve Teknoloji
Bakanlığı koltuğuna atanması. Özlü’nün ilk açıklamasının “sürpriz oldu, ben savunma bakanlığını bekliyordum”
olduğunu belirtelim. Ancak sürpriz değil; sanayi bakanı savunmaya,
savunma sanayindeki en üst teknokratlardan biri de sanayi bakanlığına
kaydırıldı. Askeri-endüstriyel kompleks bütünlüğünün gözetildiği açık.
Yeni dönemde Saray ile Ordu mutabakatının ekonomik olarak önceliğinin
bilim-sanayi-teknoloji ile askerileşme arasındaki bağı daha da
kuvvetlendirmek olduğunu anlamak mümkün. Siyasal koalisyonun asıl sınıf
temeli burasıdır.
Doğmakta olan bu yeni askeri-endüstriyel
kompleksin hem ilk kez bir hükümet içinde bu denli kuvvetli temsil
edilmesi sözkonusu; hem de büyüyen askeri endüstrinin yeni ve büyük bir
kamu kaynağı pastası yaratması. Bu açıdan önümüzdeki dönemde askeri
endüstri ile hükümet destekli olarak serpilmekte olan sermaye grupları
arasındaki kaynaşmanın daha da artacağını, daha güçlü bir sınıfsal ve
siyasal içerik kazanacağını öngörmek mümkün. Ekonominin kriz
işaretleri, üretimde durgunluk belirtileri karşısında askeri-endüstriyel
kompleks hem ekonomiyi canlandırmanın hızlı yollarından birisi, hem de
kamu kaynaklarından pay alarak serpilmek isteyen sermaye kesimleri
açısından can simidi. Erdoğan’ın başdanışmanlarından Yiğit Bulut son
yazılarında ısrarla bu yeni duruma işaret ediyor: “Savunma sanayii proje sayısı 66’dan 269’a, tutarı 5.5 milyar dolardan 45.5 milyar dolara yükseldi”
sözleri bile pastanın büyüklüğünün göstergesi. Yerli kömür ve yerli
silah stratejisi; bir yandan cari açığı düşürme; diğer yandan da bu
alanlarda yeni sermaye birikim zeminleri yaratma hedefiyle ilerliyor.
Bu nedenle adına ister “muhafazakar”, ister “İslamcı”
sermaye deyin, bu kesimlerin askerileşmiş bir sanayi, bilim ve
teknoloji stratejisiyle ve buna bağlı yatırımlarla daha da serpileceğini
ve bu anlamda Saray ile Ordu arasındaki yeni siyasal mutabakatın
arkasında tüm kuvvetiyle konumlanacağını da söyleyebiliriz. Bu sınıfsal
olarak da siyasal olarak da İslamcı sermaye ile Ordu arasındaki
ilişkilerin geleceği açısından yeni bir döneme işaret.
Ve beşinci faktörle
tamamlayalım. Beşinci faktör kabine değişikliğinden değil, Erdoğan’ın
kızının düğününden yansıyan kareden. Erdoğan’ın hem yeni damadı hem de
damadın babası bir süredir bu askeri endüstrinin merkezinde yer alan
isimler. Genelkurmay Başkanı’nın bu nikaha her iki taraf adına da şahit
olarak katılması Saray, Ordu ve sınıfsal olarak da askeri-endüstriyel
kompleksin güçlenmekte olan mutabakatının bir ön habercisiydi sadece,
yeni hükümette sözünü ettiğimiz bu hamleler bu mutabakatın bir
koalisyona evrildiğini de gösteriyor.
Amaç Ne?
Bu koalisyonda Saray Ordu’yu kendi gündemine eklemleyen, uyumlulaştıran kısmi tavizler veriyor. Böylece ana doğrultudan, “dava”dan
feragat etmeden kuvveti yanına çekiyor. Diğer yandan belirli konularda
taviz vermek zorunda kalması, Saray’ın bu süreçte en fazla desteğine
ihtiyaç duyduğu kesimin Ordu olduğunu gösteriyor.
Komuta kademesi
ise yeniden siyasal olarak güç biriktirdiğinin, siyasal belirleyicilik
kapasitesinin yeniden artışının bilincinde görünüyor. Adına her ne
dersek diyelim; kuvvetlerin bu mutabakattaki amaçları, taktikleri ne
olursa olsun, karşımızda son 2 yıldır adım adım ittifaklarla örülen bir
koalisyonun ilk kez hükümet karakteri kazanması gibi bir durum var.
Yenilik aranacaksa burada ve mesele artık başkanlık sistemi,
yasama-yürütme dengeleri konusunu da aşıyor.
Saray ile Ordu mutabakatına dayalı bir yeni rejim adım adım örülüyor. Yiğit Bulut’un sözleriyle bitirelim: “Yeni
Türkiye yeni bir Milli Savunma Konsepti tanımlıyor… Türk Silahlı
Kuvvetleri’nin ‘ileriyi gören’ her mensubu, yeni Türkiye kavramına uygun
yeni bir TSK ortaya çıktığının farkında.”