20 Mayıs 2016 Cuma

Mehmet Baransu: Listeleri güncelleyip Ankara, İstanbul’a gönderiyorduk

Tutuklu gazeteci Mehmet Baransu, '2007 yılında piyasaya sürülen bir font nasıl oluyor da 2003 yılına ait bir CD'de yer alıyor?' sorusuna cevap veriyor. Balyoz Darbe Planı'na ilişkin Baransu'nun yazdığı yazı dizisinin 10. bölümü...

MEHMET BARANSU (HABERDAR) - Balyozu kapatan mahkemenin gerekçeli kararının 795’inci sayfasında ise uzun yıllardır tartışılan bir konuyu farklı noktalara taşıyacak bilgilere yer verilmiş.

Balyoz’la ilgili sık sık şu konu gündeme getirildi. “CD’lerde, 2003 yılında olmayan, 2007 yılında piyasaya çıkan fontla yazımlar yapılmış. “Calibri, Cambria yazı tipi ilk kez 2005’te demo olarak piyasaya çıktı. 2007 yılında satışı sunuldu. 2003’te böyle bir fontla belge hazırlamak imkânsız. Deliller sahte.”



Mahkeme bu olayla ilgili bilirkişilerden konuya açıklama getirmelerini istemiş. Bilirkişiler, zaman, tarih çelişkilerinde konuyla ilgili üç farklı teori ileri sürmüşler. Bilgisayarın sistem saatinin değişik olabileceğini, pilinin bitebileceğini, bu açıdan kaydetme saatinin, tarihinin farklı olabileceğini söylemişler. Bir değerlendirmeleri de şöyle; “Kötü” niyetle, 2007’de yazılıp kaydedilen belgenin, 2003 yılında yazılmış gibi CD’ye kayıt yapılmış olabileceği. Bunun mümkün olduğunu, tartışmaya konu CD’ler içerisindeki bazı belgelerin de bu yöntemle yapıldığı yorumunda bulunmuşlar. Bilirkişiler akla en yatkın şıkkın da bu olduğunu belirtmişler.

Bilirkişilerin bazı belgelerle ilgili bu tespitine katıldığımı söyleyeyim. Ancak beni soru sormaya sevk eden konu, bu fontla yazıldığı söylenen belgelerinin çoğunun Bursa ve İstanbul Jandarma Komutanlığı’na ait olan fişleme belgeleri olması. Darbe planları, ses kayıtları, muhtıra, milli mutabakat hükümeti, power point sunumlar gibi binlerce esasa ilişkin belge varken buna neden ihtiyaç duyulduğu? Ya da bu çelişkinin asıl nedeninin ne olabileceği? 

Balyozu kapatan mahkemenin 820 sayfalık gerekçeli kararını dikkatle incelediğinizde, bu sorularla ilgili çok önemli bazı ayrıntılar, ipuçları göze çarpıyor. Bu tartışmayı farklı alanlara taşıyacak, yeni soruları gündeme getirecek detaylar bunlar.

Bu önemli ayrıntıyı açayım.

Gerekçeli kararın 710’uncu sayfasından, 715’inci sayfasına kadar olan altı sayfalık bölümde ayrıntılı olarak 2007’de piyasaya çıktı denilen fontla yazıldığı söylenen dokümanların neler olduğuna yer verilmiş. Raporda “2003’te piyasada olmayan Cambria ve Calibri yazı tipine rastlanmıştır” denilerek, bunların da, 11 ve 17 No’lu CD’de olduğu belirtilmiş.

SAHTE DENİLEN BELGELERİ BAZI KOMUTANLAR KABUL ETTİ

Verilen doküman listesine baktığınızda neredeyse yüzde 80’ninin Bursa ve İstanbul Jandarma Komutanlığınca tutulan listeler olduğu görünüyor.

Mahkemenin gerekçeli kararının 713 ve 714’üncü sayfasında dikkatli bakınca fark edilen bir ayrıntı, şifre var. Bu ayrıntının şifresi ise 80 sayfa sonra yazılan bir detayda gizli. Gerekçeli kararın 795’inci sayfasında.

Sayfa numaralarını da veriyorum ki Balyoz’la ilgili mahkeme tutanaklarından tek satır okumayıp, binlerce sayfa yazı yazanların ilk kez inceleme yapmalarına imkân sunmak.

Bu belgelere “şüpheli” denilerek, sahtecilik hükmü kurulmuş. Ancak bu gerekçe yazımından 80 sayfa sonra ise “sahte” denilen belge doğrulanmış. “2003’te hazırlandı denilen belge, 2007 yılında piyasaya çıkan fontla yazılmış, bu imkânsız, sahte” denilen bazı belgeleri, ilgili komutanlar doğrulamışlar ifadesinde. Mahkemede de aynı şekilde bu belgeleri kabul etmişler.

Bu durumda, “aynı belgeler hem sahte denilip, hem de sanıklar tarafından nasıl kabul edildi” öyleyse diye soru akla geliyor bu durumda. Konuyu anlamak için açayım. Satır aralarına sıkıştırılan bilgiler ışığında bu durumu anlamaya çalışalım.  

Gerekçeli kararın 713 ve 714’üncü sayfasında, “Calibri ve Cambria” fontuyla yazıldığı söylenen dokümanların listesinin verildiğini yazmıştım. Listede, “Çarşaf Eylem planı, görevlendirme çizelgesi, Çarşaf tertiplenme planı, Hedef Bölge Kroki, Sakal eylem planı, Hedef bölge kroki gibi o çok tartışılan tertiplenme planları” da vardı.

Fatih camii ve çevresindeki eylemlerle ilgili yapılan keşif planları. Bu planların sahte olduğu hep söylendi. En büyük gerekçe de “2003 yılında henüz piyasada olmayan ve 2007 yılında piyasaya çıkan fontla” bunların yazılmasıydı.

Şimdi olayın en can alıcı kısmını sizlerle paylaşayım. Balyoz davasında yargılanan kişilerden biri İhsan Balabanlı. Savcılık 7 kişi yönünden “darbeye teşebbüs” gerekçesiyle kararı temyize götürdüğü için o yedi kişi arasında bulunan Balabanlı kararı henüz kesinleşmedi.

İşte bu sahte olduğu iddia edilen Sakal ve Çarşaf Eylem Planlarının keşif raporları, duruşmada İhsan Balabanlı’ya soruluyor. Ses kaydında da keşif yaptırdığını açıkça belirtiyor zaten Balabanlı.

2007’de piyasaya çıkan fontla yazılmış, belgeler sahte iddialarına bakınca, Balabanlı’nın da mahkemede benzer bir savunma yapması gerekiyor. “Keşif raporları sahte. Olmayan yazı fontuyla yazılmış. Kumpas…” demesini bekliyorsunuz. Böyle ifade vermesi gerektiğini düşünüyorsunuz.

"KEŞİF YAPTIRDIM AMA GEREKÇEM FARKLIYDI"

Ancak, Balabanlı böyle bir ifade vermeyip, o belgelerde geçen keşfi kabul etmiş. Keşif yaptırdığını doğrulamış. Ses kaydında da zaten “bu yerleri en son olarak geçen ay sivil giyinmiş unsurlarım tarafından tekrar keşfini yaptırdım” diyordu.

Balabanlı sahte denilen belgedeki keşifleri sivil giyimli insanlar tarafından yaptırdığını kabul etmiş. Gerekçeli kararda “sahte” denilen bu belgeler, 80 sayfa sonra ise “gerçek” olarak kabul edilmiş. Balabanlı’nın bu kabulünden sonra, mahkemenin bu çelişki üzerinde durup, gerçeği ortaya çıkarması gerekirken, mahkeme ne yapmış derseniz…

Gerekçeli kararın 795’inci sayfası ve heyetin yorumu; “İhsan Balabanlı savunmasında olay mahallinde sivil unsurlar tarafından tekrar keşif yaptırdım şeklindeki ifadesi ve bu hususu duruşmadaki savunmasında gerçekten mahalde bir keşif yaptırdığını belirtmesine karşısında bu hususun Sakal ve Çarşaf eylem planları keşiflerinin yapıldığına dair keşif raporlarını doğruladığı belirtilmiş ise de sanığın savunmasında yaptırdığı keşif EMASYA planları ve EMASYA eğitimi kapsamında yaptırdığını belirtmesi, dijital verilerin sahte olarak oluşturulduğu yönündeki kuvvetli kuşku bulunması dikkate alındığında bu husus sanıkların cezalandırılması için yeterli görülmemiştir.”

Karar ve gerekçede bu yazıyor. 2007’deki fontla yazılmış sahte denilen keşif raporları kabul ediliyor. Balabanlı, “keşifleri yaptırdım” diyor. Mahkeme ise kabulü yok sayıp, “dijital verilerin sahte oluşturulduğu yönünde kuvvetli kuşku bulunması” diyerek, bunları darbe amaçlı değil “EMASYA” kapsamında yaptırmıştır diye olaya nokta koyuyor.

Mahkeme olayın üzerinde durmamayı tercih ediyor. Çünkü, durması halinde şu sorulara cevap vermesi gerekli. Sahte denilen belgeleri sanık nasıl kabul etti? Aynı belge hem sahte hem gerçek nasıl oluyor? Belge sahte, 2007 yılına ait fontla yazıldıysa bu çelişkinin nedeni ne?

BİR BELGE İKİ FARKLI KARAR; HEM GERÇEK HEM SAHTE

Mahkeme heyetine de bir soru sormak gerekli. Davada bulunan belgelerden ve gelen resmi yazılardan Çetin Doğan ve arkadaşlarının o seminerde EMASYA planı uygulama yetkileri yoktu. Aytaç Yalman da yazdığı kitapta bunu belirtmişti. “Çetin Doğan ve emri altındaki isimlere o seminerde EMASYA planlarının uygulanmayacağı emri verilmişti.

Bu gerçek ortadayken, 4. Ağır Ceza Mahkemesi heyeti olarak sizler  “Balabanlı keşif raporlarını EMASYA kapsamında yapmış, suç değil” nasıl dediniz? Kendi kararınızda bile bu durumu “emre itaatsizlik suçu” olarak nitelemişsiniz. Suç olduğunu söylediğiniz bir gerekçeyle, suç suçla nasıl kapatıldı? Bu noktayı hukukçuların tartışmasına bırakıp, devam edeyim.

Mahkeme gerekçeli kararın bir iki yerinde, “dijital verilerin sahteliği kesin olarak kanıtlandı” diye yazmış. Ancak, “kesin olarak kanıtlandı” dediği bu belgelerle ilgili bir komutanın belgeyi kabul etmesi üzerine de bu kez “Dijital verilerin sahte oluşturulduğu yönünde kuvvetli suç şüphesi bulunması” demiş. Olayı bu cümleyle geçiştirmiş.

Bu durumda da şu soruların sorulması kamuoyu adına zorunlu hale gelmiş; Bir belge için sahteciliği “kesin kanıtlandı” diyen heyet, bir sonraki sayfasında aynı belge için nasıl olup da “kuvvetli suç şüphesi” deme gereği duyuyor? Yargılanan kişi “evet o listede bahsedilen keşfi yaptırdım” diye olayı itiraf etmesine rağmen, nasıl olup da belge “sahte” oluyor?

Balyoz, bu ve buna benzer gerekçeler ileri sürülerek kapatıldı aslında. Ancak kamuoyuna farklı bir algıyla kapatılma gerekçesi sunuldu. Bugün hepimiz biliyoruz ki 17-25 Aralık Türkiye’de bir dönüm noktası oldu ve kurulan yeni ittifakla bazı davaların kapatılması anlaşması yapıldı. “Milli orduya kumpas” da bu ortaklığın ete kemiğe bürünmüş haliydi. Dışavurumuydu. Balyoz davasını kapatan mahkemenin gerekçeli kararını bir de bu gözle okumak gerekli.

Bakın “ete kemiğe bürünen” ittifak gereği, mahkeme heyeti, sanıkların savunmasında tutarsızlıklar ortaya çıkınca, olayın üstesinden nasıl gelmiş; “Sanıkların sırf beyanları arasında çelişkiler bulunması bunun sanıkların atılı suçu işledikleri anlamına gelmeyeceği düşünülmüştür.”

BU ÇELİŞKİNİN NEDENİ NE?

Bu parantezi kapatıp, 2003-2007 yazı fontu çelişkisi bölümüne tekrar geleyim.

Yıllardır bize sahte denilen bazı belgeleri, sanıklar doğrulamış ve kabul etmişti. Bir belge hem sahte, hem gerçek olamayacağına göre, bu çelişkinin nedeni ne olabilirdi?

Balyozu aklayan mahkemenin 815 sayfalık gerekçeli kararının 647’inci sayfasında o dönem 1. Ordu’da çalışan ve bavulla teslim ettiğim CD’lerden bazılarını hazırlayan Melek Üçtepe adlı bir tanığın da ifadesi var. İfadesi yedi sayfa. 653’üncü sayfada bitiyor.

Üçtepe, ifadesinde, CD’ler içerisindeki bilgilerin değişik birliklerden dosyalar halinde kendilerine geldiğini, seminer öncesi ve sonrası bunları bir araya getirdiklerini, CD’lerde topladıklarını, daha sonra da evrak odasında, raflı dolaplara, arşive kaldırdıklarını anlatıyor.

Üçtepe’ye soruşturma aşamasında, mahkemede CD’ler ve içeriği gösteriliyor. Üçtepe belgeleri inceleyip, “1. Ordu, Deniz Kuvvetleri, Hava Kuvvetleri, Jandarma’dan gelen bu belgeleri alıp, CD’lerde dosyalıyorduk, arşivliyorduk” diyor. “Balyoz” ismini hatırlamadığını de ifadesinde belirtiyor.

"CD’LERİN ÇOĞUNU BEN HAZIRLADIM"

2004 ve 2005 yılında ise bilgisayarların ve çalışma odalarının değiştirildiğini söylüyor. Sonra kendisine 19 CD gösteriliyor. CD üzerindeki yazılardan, kendisinin yazdığı, hazırladığı 12 tanesini gösteriyor. Hazırlamadığı ancak üzerinde el yazısı olan diğer CD'leri ise kayıt yaptıktan sonra arşive kaldırdıklarını ifade ediyor. İki CD’yi ise hatırlamıyor.

Üçtepe'nin CD üzerinde yazılı el yazılarından bana aittir dediği 12 adet CD'nin numaralı ise şunlar; 1, 2, 3, 6, 9, 10, 12, 13, 14, 15, 18 ve 19 numaralı CD’ler. Üçtepe, bu CD'ler içerisindeki dosyalardan da bilgiler veriyor. 4, 5, 7, 8 nolu CD'leri ise hatırlamadığını ancak, üzerindeki yazıların kendilerine, 1. Ordu’ya ait olduğunu belirtiyor.

"CD’LERİ 2008-2009’DA DA KULLANDIK"

Melek Üçtepe, sivil, askeri savcılık ve mahkeme aşaması olmak üzere dört kez tanık olarak ifade vermiş. İfadesini yazmamın nedeni ise, tartışılan yazı fontuna ışık tutacak önemli ipuçları vermiş olması.

Üçtepe, 2003 yılındaki seminer öncesi ve sonrası hazırlanan bu CD’lerden, daha sonraki yıllarda da yararlandıklarını söylüyor.  Arşive kaldırdıkları bu CD’leri kullanmışlar. Önce verdiği ifadeyi yazayım;

“Bu CD'lerden daha sonraki yıllarda yararlandık. 2009 yılında yararlandık. 2008 Kasım Aralık aylarında bu CD’leri kullandım. 2009 yılı Şubat ayında yapılacak plan seminerine hazırlık amacıyla bu CD’lerden yararlandık. Bana gösterdiğiniz üzerinde "Sevilay Pl. Sem. 2003 (Plan Semineri) yazılı olan 78-4 nolu CD'yi de çok iyi hatırlıyorum. 2008 yılı Kasım-Aralık ayında bu CD'yi kutusundan çıkarıp içeriğine bakmıştım. Bu CD'lerden yararlandık.  Bahri Albay bana önceki yıllara ait çalışmaları çıkarmamı ve liste halinde sunmamı söylemişti. Ben de bu nedenle önceki yıllara ait çalışmalardan yararlanmıştım."

Üçtepe, 2003 yılına ait 180 adet veya daha fazla olduğunu net hatırladığı, CD’lerin, 2009 yılında biranda 30’a düştüğünü, diğerlerine ne olduğunu bilmediğini söyleyip, kalanların da imha edildiğini söylüyor.

Melet Üçtepe gibi aynı yerde çalışan sivil memur Sevilay Erkani Bulut da benzer şeyler söylüyor. Bulut'un savcılık ifadesinde ise dikkati çeken bir nokta var. Sahte denilen ve Süha Tanyeri'nin el yazılı notlarından harf kopyalanarak bilgisayarla CD üzerine yazıldığı söylenen "OR.K" CD'siyle ilgili söyledikleri; "Or.K'na yazılı CD'yi net olarak hatırladım. Bu CD'de yine komutana özel olarak verilmek üzere hazırlanmıştı. K.Özel yazılı CD'yi hatırladım. Bu CD de yine komutana özel olarak verilmek üzere hazırlanmıştı."

Bulut, mahkemede ise bu CD'leri hatırlamadığını söylemiş. Bu çelişki de savcılıktaki tedirginliğine bağlanmış.

"LİSTELERİ GÜNCELLEYİP ANKARA, İSTANBUL’A GÖNDERİYORDUK"

Tıpkı Melek Üçtepe gibi bir Albay da yine sahte olduğu söylenen Bursa listeleri ile ilgili ifadesinde önemli açıklamalar yapmıştı.

Calibri fontuyla yazıldı denen belgelerin büyük bir bölümü, Bursa ve İstanbul Jandarma Komutanlıkları’nın tuttukları raporlardı. Fişleme belgeleri, irticai gruplar, sol gruplar, gözaltına alınacak kişiler, kamu kurum kuruluşlarındaki kişiler gibi başlıklarla listeler oluşturulmuştu.

Bu listelerle ilgili görev yapan bir Albay ifadesinde "bu listeleri her ay güncelleyip, Ankara ve İstanbul'a gönderdiklerini” söylemişti.

Bu kadar detayı neden mi yazdım?

Balyoz’da sıkça tartışılan konulardan biri, 2007, 2008 yılına ait bir takım bilgilerin nasıl olup da 2003 yılına ait listelerde olduğu tartışmasıydı. Değişen sokak ve hastane isimleri, 2003 sonrası alınan bir 4x4 aracın listede olması, 2007 sonrası öğrenci olan bir ismin 2003 yılındaki listede bulunması.

Bu sorular haklı ve cevaplandırılması gereken sorulardı. Hem mahkeme heyeti, hem iddia makamı hem de bilirkişiler tarafından.

Maalesef bu konuya gerekli ve tatmin edici cevaplar verilmedi. Bu konu ilk gündeme geldiğinde, Taraf’ta yazı dizisi kaleme almış ve ses kayıtlarından yola çıkarak listelerin güncellendiğini yazmıştım. Çetin Doğan’ın listeleri güncelleyin emrini, ses kaydını yayımlayarak.

Bir de bu CD’lerin daha sonraki yıllarda da kullanıldığı yönünde bilgiler olduğunu belirtmiştim.

Hem Melek Üçtepe’nin hem beraat ettiği için ismini yazmadığım Albay’ın ifadesinden de anlıyoruz ki, CD’ler daha sonraki yıllarda da kullanılmış. Listeler her üç ayda bir güncellenip, yenilenip Ankara ve İstanbul’da gerekli yerlere gönderilmiş.

O CD’LER 2007-2008’DE NİÇİN KULLANILACAKTI?

CD’lerin büyük bir bölümü ses kayıtlarında konuşulan palanlardan ve yansılardan oluşuyordu. Bu kapsamda hazırlanan power point sunumlar vardı CD’lerde. İçinde o korkunç konuşmaları barındıran CD’ler, 2007, 2008 hatta 2009 yılında niçin bir daha kullanıldı? Kullanılma ihtiyacı hissedildi? O dönemin 1. Ordu komutanı kimdi? O komutan Balyoz semineri de katılmış mıydı? Aytaç Yalman’ın uyardım dediği komutanlar arasında bu komutan da bulunuyor muydu? O komutan Genelkurmay Başkanlığı karargâhında görev yaptı mı? 2003 yılında hazırlanan bu planları 2007, 2008 ve 2009 yılında ne amaçla kullanacaklardı?

Listelerin güncellendiğini ilk kez Taraf gazetesinde yazdığımda, sanıklar ve avukatları bana itiraz etmişlerdi. Ancak onlara güncelleme bilgisinin kendi ağızlarından çıktığını gösteren kayıtları göstermiştim. Ses kayıtlarından örnekler vererek.

Bu cevabım karşısında, 2007, 2008 yazı fontumu nasıl açıkladığım, yorumladığım benden sorulmuştu. Hem Balabanlı’nın sahte denilen o keşif raporlarını doğrulaması, hem Üçtepe’nin hem de Albay’ın açıklamaları arşivlerde tutulan listelerin ve bazı planların aslında daha sonra tekrar kullanıldığını, güncellendiğini gösteriyor.

Taraf’ta o dönem yazdığım yazı dizisinde, CD’lerin daha sonra kullanılmak üzere arşivden çıkarılıp, bir bilgisayara takılması, yeni bir bilgisayar programında açılması halinde, o tarihte kullanımda olan yazı fontu ve programla açılabileceğini belirtmiştim. Bunu da hem Microsoft yetkililerine hem de bilgisayar uzmanlarının görüşlerine dayandırmıştım.

Teknik bilgim yoktu, olayın tarafı da değildim ama ısrarla sorulan bu sorular karşısında uzmanlardan aldığım yanıtları köşemle taşımıştım.

Uzmanların görüşünü yazmam, Balyoz avukatları tarafından tepkiyle karşılanmış, “psikolojik operasyon yaptığım” iddia edilmişti. Yazdığım uzman görüşlerinin de tamamen yalan olduğu söylenmişti. Özellikle Mirgün Cabas ve Şirin Payzın’ın programlarına sıkça çıkan sanık veya avukatları tarafından.

Balyozu aklayan mahkemenin aldığı son bilirkişi raporunda bu konu da gündeme gelmiş. Bu konuyla ilgili uzmanlar nasıl bir cevap vermiş dersiniz, yazayım. Gerekçeli kararının 715’inci sayfasında bu konu gündeme gelmiş. Mahkeme bilirkişilere soru sormuş ve aldığı cevabı da kararına yazmış.

BARANSU YALAN SÖYLÜYOR DİYENLER, UTANIN!

“Soru 3: 2003 yılında oluşturulmuş bir belge 2007 yılına ait bir yazılımla açıldığında söz konusu belgenin özgün halinin de 2007 yılına ait yazılıma dönüşüp dönüşmeyeceği?

Cevap: …Eğer kayıt işlemi yapılmazsa, belge sonradan 2003 yılına ait bir yazılımla açıldığında belgenin özgün haline erişilebilir. Ancak, 2003 yılında oluşturulmuş bir belge 2007 yılına ait bir yazılımla açılırsa ve tekrar kayıt ortamına kayıt edilirse, bu belgenin içindeki yazı fontları yenileri ile değiştirilebilir ve belgenin biçimi (formatı) 2007 yılına ait yazılımda kullanılan biçime dönüşür.”

Bilirkişilerin bu cevabından sonra bana “yalancı ve psikolojik operasyon yapıyor” diyenler, sanırım biraz olsun utanıyorlardır.

2003 yılında hazırlanan CD, daha sonraki yıl açılıp, kaydedilirse yeni font biçimine dönüştüğüne göre yeni şeyler konuşmamız gerekli diye düşünüyorum. Balyoz CD’leri 2003 sonrası incelenmiş ve kullanılmış mı? Evet… Melek Üçtepe isim ve yıl vererek bunu söylüyor. 2007, 2008, 2009 yılındaki çalışmalarda CD’leri kullandık diyor. Bu yıllardaki hazırlıklarda CD’ler kullanılmış. Bir Albay da listeleri güncelleyip, Ankara, İstanbul’a gönderdiklerini söylüyor.

Bu durumda ortaya hem zaman çelişkileri hem de font iddialarıyla ilgili farklı bir durum ortaya çıkıyor. 2003’teki CD’ler 2009 yılına kadar kullanıldığı gerçeği ve Balyozu aklayan mahkemeye görüş veren bilirkişilerin yazdıkları.

Tartışmaya yeni bir boyut daha getireyim. Israrla kamuoyuna şu bilgi sunuldu; “Belgeler 2007 yılında hazırlanan fontla yazılmış. Sahte.” Kimse de be belgelerin neler olduğunu sormadı? Merak bile etmedi? Balyoz avukatlarını programlarına müdavim yapan gazeteciler bile bu belgelerin neler olduğunu muhataplarına sormadı.

2007’de piyasaya çıkan calibri fontuyla yazıldı denen belgelerden bazılarını yazayım. Gerekçeli kararın 711’inci sayfasında liste var;

“1. Ordu bilgi notu, Deniz Kuvvetleri bilgi notu, Bursa arama/el oyma yapılacak yerler, kuruluş amacı dışında faaliyet gösteren kuruluşlar, gözaltına alınacak siyasi parti üyeleri, gözaltına alınacak, tutuklanacak AKP üyeleri, TSK, emniyet personeli listesi, irticai örgüt liderleri, üniversite ve öğrenci listeleri, ilişiği kesilecek sağ görüşlü öğrenciler, üniversiteden ilişiği kesilecek sol görüşlü ve bölücü öğrenci listesi, Sakal Eylem Planı, Çarşaf Eylem Planı, hedef bölge krokisi….”

Görüldüğü gibi fontla ilgili iddiaların olduğu listeler fişleme listeleri. Bunların güncelleneceği emrini seminerde Çetin Doğan iki üç yerde söylüyor. Katılımcılar listelerin güncelleneceğini belki 10 yerde açıklıyorlar. Bursa’da görev yapan Albay’ın daha sonraki yıllarda bu listeleri güncelleyip, Ankara’ya İstanbul’a gönderdikleri itirafını da tekrar hatırlatayım.

Birinci Ordu’daki çalışmaları yapan ve evrak odası olarak adlandırılan odada çalışan Melek Üçtepe ve Sevilay Bulut, CD’leri 2003 yılından sonra da kullandıklarını söylüyorlar. 2007’deki fontla yazıldı, sahte denilen 1. Ordu Bilgi notu, Deniz Kuvvetleri Bilgi notunu Üçtepe ifadesinde doğruluyor. “Biz gelen bilgileri CD’ye aktarıp, arşivliyorduk” diyor. İhsan Balabanlı’nın sahte denilen belgeleri doğrulamasına tekrar hatırlatıyorum.

Calibri, cambria fontuyla ilgili kamuoyuna yansımayan detayların bazıları bunlar. Ayrıntıya girip teknik bilgilerle sizleri sıkmak istemiyorum. Ancak 2003 yılında tutulan listelerde 2007 yılına ait bazı bilgilerin olmasının altında yatan nedenlerden bazıları işte bunlardı. Fişleme belgelerinin arşivlerde kayıt altına alınıp, her yıl güncellendiğini bu ülkede askerliğini er olarak yapmış olan kişiler bile biliyor. Çünkü çoğu yerde bu görev erlere veriliyor.