Balyoz Darbe Planı'na ilişkin detayları cezaevinden yazan Mehmet Baransu, Yargıtay'ın verdiği karardaki çelişkileri yazmaya devam ediyor. Yazının 9. bölümü...
Gerekçeli kararın delillerin değerlendirilmesi bölümünde en az 10 yerde, notların Süha Tanyeri’ne ait olduğunu, bu notlarla, konuşmaların benzeştiğini yazıp, yine “ancak” kelimesiyle bunun darbe yapılacağı anlamına gelmeyeceğini söylemiş.
Kararının bir yerinde ise onlarca kez tekrarladığı gerçeği unutmuşçasına “bir kısım el yazılarının sanığa ait olmadığı anlaşılmıştır” demiş. Konuyu bilmeyenler, o notları görmeyenler, bu cümleden de “notlar da sahteymiş” yorumunu çıkarıyor. Gerekçenin yazım akışı bu izlenimi veriyor. Ancak, Tanyeri’ye ait olmayan notlarla ilgili kendisi suçlanmadı. Gerekçeli kararı okuyunca sanki Tanyeri bu notlardan suçlanmış ve notlar da “sahteymiş” izlenimi doğuyor. Bilinçli bir algı değilse, mahkeme heyeti ciddi bir hataya imza atmış bu bölümde.
AKP ALEYHİNE KONUŞMA VE YAZILARI DİKKATE HÜKME ESAS ALMADIK
Balyozu kapatan mahkemenin gerekçeli kararında, Tanyeri ve notların geçtiği bir bölüm daha var.
Balyozun ses kayıtları ve planlarında Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül dâhil yüz binlerce ismin, özellikle AKP’lilerin, gözaltına alınıp, bazılarının tutuklanacakları anlatılmıştı.
Mahkeme, “gerçek isimlerin seminerde kullanılması hoş olmamış” diyerek konuyu kapatmıştı. “Seminerde gerçek isimler nasıl kullandı?” sorusunun cevabı ise yine özenle saklanmış.
Tutuklama, gözaltı, askeri cezaevleri, muhtıra, milli mutabakat hükümeti gibi korkunç planlar, “gerçek isimleri kullanmak hoş olmamış” cümlesinin ardına saklanarak, kapatıldı. Bu planlarının konuşulduğu toplantıda, Süha Tanyeri de toplantının başından sonuna kadar konuşulanları, planları, perdeye yansıtılan listeleri not olarak defterine yazmıştı. El yazısıyla ayrıntılı notlar almıştı. Notlar, sahte denilen planlarla aynıydı. Onları doğruluyordu. Tanyeri de ifadesinde toplantıda konuşulanları not aldığını söylemişti.
Mahkeme kararında işte bu notlara “gerçek” dedi ancak notlarla aynı olan planlara ise “sahte” demeyi tercih etti. Planları “sahte” diye aklayan mahkeme, “gerçek” olduğunu söylediği notları da aklaması gerekiyordu. Bakın o konu da heyetçe nasıl halledilmiş;
“Dönemin iktidar partisi olan AKP aleyhine bazı ifadelerin geçtiği, notların delilleri doğruladığı belirtilmiş ise de Süha Tanyeri’nin defterindeki notların tek başına atılı suçun işlendiğini göstermediği düşünülmüştür.”
Parçala, böl, ayır, suçlamalar arasına bağlantıyı kes ve darbe planlarını akla… Balyoz’un kapatılma gerekçesinin özeti… Ne kumpas ne de sahtecilik. Balyoz bu gerekçelerle aklandı.
DARBE OLSA MİT’İN HABERİ OLUR! HABERİ YOK DARBE DEĞİL!
Her satırı hukuki tartışmalarla dolu kararda, Balyoz’u aklamak için gerekçeye konulan MİT bölümü ise yine insanın gülümsetiyor.
MİT Müsteşarlığı, mahkemeye gönderdiği yazıda “Balyoz harekât planından haberdar olmadıklarını” belirtmiş. Gelen bu yazıyı gerekçeli kararına koyan mahkeme heyeti şöyle bir yorum da bulunmuş; “Sanıkların atılı suçu işlemiş olmaları halinde geniş çaplı katılımla çok sayıda kişi tarafından oluşturulduğu… Hatta seminerlerde dahi tartışıldığı iddia edilen yasadışı darbe yapılanmasından MİT’in mutlaka haberdar olacağı düşünülmüştür.” MİT haberdar olmadığına göre, seminerler, yaşananlar, planlar darbe değilmiş. Darbe olsa MİT’in haberi olurmuş.
Tabi mahkeme heyetine şunu da hatırlatmak gerekiyor. Gerekçeli kararın hemen öncesine Mustafa Balbay’a ait olan günlükler var. O günlüklerde Balbay ve gazete yönetiminin dönemin MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun’la yaptığı toplantıdaki notlar da var. MİT Müsteşarı o toplantıda kendilerine, 1. Ordu’da bazı hareketliliğin olduğunu, darbe hazırlığı yapıldığını söylemiş. Balbay’da 27 Mayıs gibi bir takım yorumlarda bulunmuş. Notlar uzun olduğu için özetledim. Özden Örnek’e ait olduğu iddia edilen günlüklerde de benzer noktalara temas edilmişti.
İlk mahkeme bunları kararına aldığı için Balyozu aklayan mahkeme de mecburen “Yargılamanın yenilenmesi aşamasından önceki mevcut deliller” bölümüne bunu koymuş. Kendi yazdığı bölümde ise bu durumu da yok sayıp, bu konuya girmemeyi tercih etmiş.
BALYOZ’U HRANT DİNK’İN YARGILANDIĞI KARARLA AKLADILAR
Gelelim Balyozu aklayan mahkemenin gerekçeli kararındaki en çok konuşulacak bölümlerden birine. Yüzlerce planlama arasında muhtıra vermek, Milli Mutabakat Hükümeti kurmak, liderleri tıpkı 12 Eylül’deki gibi bir gecede almak, televizyon ve gazetelere el koymak, sıkıyönetim bildirileri, sol ve sağ görüşlü dernek, sendika ve yayınlara el koymak, yüz binlerce insanı tutuklamak vardı.
Bu planları mahkeme ilginç bir gerekçeyle aklamış ki “yok artık, bu kadar da olmaz” denilecek türden. İlk kez duyacağınız bu gerekçeler karşısında sanırım siz de çok şaşıracaksınız.
Mahkeme kararının 802’inci sayfasında, bazı Yargıtay kararlarına atıf yapmış. Sanıkların lehinde bazı kararlar gerekçeye konmuş.
Bahsedilen Yargıtay kararlarından biri, 2006-169 esas sayılı bir karar. Bu kararın kiminle mi ilgili? Katledilen Hırant Dink’le ilgili Yargıtay Başsavcılığının verdiği karar.
HÜRRİYET BANA GAZETECİLİK DERSİ VERECEĞİNE “KANLI ELİNE, GEÇMİŞİNE” BAKSIN
Hrant Dink, Agos gazetesinde sekiz günlük bir yazı dizisi kaleme almıştı. Bir yazısında da “Türk’ten boşalacak kirli kan” dediği gerekçesiyle, “Türklüğü hakaret ettiği” iddiasıyla 301’den hakkında dava açılmıştı. Bugünlerde herkese akıl ve gazetecilik ahlak dersi veren, (özellikle bana gazetecilik dersi vermeye kalkan) geçmişi fecaat ve tetikçilikle dolu Hürriyet gazetesi, işte bu yazıyı günler sonra manşetine çekti. Bilerek, bilinçli bir şekilde Hrant’ı hedefe koydu. Günlerce Hrant Dink, Hürriyet’te linç edildi.
Devamını hepimiz biliyoruz. Hakkında 301’den dava açıldı. Veli Küçük ve Kemal Kerinçsizler davayı adım adım takip ettiler. Duruşma salonunda, koridorlarda Dink tehdit edildi. Sonrasında da bir cinayete kurban edildi.
Millete, özellikle bana gazetecilik dersi vermeye çalışan geçmişi kirli haberler ve tetikçilikle dolu Hürriyet gazetesi ve onun yöneticileri 28 Şubat’ta da benzer olaya imza atmıştı. Andıç rezaletini, yalanını yazarak, gazetecilerin, aydınların PKK’dan yardım aldıklarını manşetlerine taşımıştı. Emri yine kendilerine asker vermişti ve aldıkları emir gereği de günlerce manşetlerde bu yalan haberi yazdılar. Bugün etik, ahlak, gazetecilik diye ortalıkta dolaşanların bu manşetiyle Akın Birdal’ın üzerine onlarca mermi yağdırıldı. Birdal ağır yaralı olarak kurtuldu.
O KADIN ŞUAN HANGİ PROGRAMIN YAPIMCISI
28 Şubat’ta iftira atıp, intihara neden oldukları öğretmenlere, “hocalara” girmiyorum bile. 28 Şubat’ta Kanal D’de bir haber programında çalışan uzun boylu, alımlı, sarışın bir kadının “dindarlara” yönelik nasıl operasyonel kullanıldığı da hafızamızda. Aynı kadının CNN’nin şu günlerde bazı program yapımcısı olması da tamamen “tesadüf” olsa gerek.”
Geçmişi, bugünü kanla, cinayetle, linçle, yalan haberle, operasyonla dolu gazete ve yönetimi Hrant Dink’i de ölüme götüren “ilk tetiği çekmiş”, Dink yargılanıp ceza almıştı. Dava temyiz için Yargıtay’a gitmişti. Yargıtay savcılığı da “ifade özgürlüğü kapsamında”, AİHM ve Yargıtay içtihatlarını hatırlatıp, Dink’in yazıda Hürriyet’in tetikçiliğini yapıp, sonra hakkında iddianame düzenlenmesine neden olan anlamın kastedilmediğini söyleyip, davada beraat verilmesi yönünde görüş verdi. Savcının görüşü basın ve ifade özgürlüğü kapsamında üniversitelerde okutulacak özgürlükçü bir karardı.
DARBE PLANI YAP, BAŞARAMAYIP YAKALANIRSAN İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNDEN “YIRTARSIN”
İşte bu özgürlükçü karar, Balyozun aklanma gerekçesi de yapılmış. Balyozla, Dink’in ne ilgilisi var derseniz, anlatayım. Mahkeme, Dink kararını emsal gösterip, Balyoz sanıklarının da tıpkı Hrant Dink gibi “ifade özgürlüklerini kullandıklarını” söylemiş.
Yani siyasiler dâhil yüz binlerce insanın tutuklanacakları yönünde planlar yapmak ifade özgürlüğü kapsamındaymış. Hükümeti yıkmak ifade özgürlüğü kapsamındaymış. Milli Mutabakat Hükümeti kurmak ifade özgürlüğü kapsamında ele alınmalıymış. Muhtıra da aynı şekilde. Mahkeme heyeti, AİHM’in ifade özgürlüğü kararlarına da atıf yapmaktan çekinmemiş.
Bununla yetinmiş zannediyorsanız yanılıyorsunuz.
Hrant Dink kararı gibi üç ayrı Yargıtay kararını daha gerekçesine koymuş mahkeme heyeti. Bu kararlardan biri 1969, diğeri 1989 bir diğeri ise 1976 yılına ait.
KONUŞMALARDAN HÜKÜMET KASTEDİLMİYORMUŞ
Mahkemenin 1976 yılına ait gerekçesine koyduğu Yargıtay kararı ise şöyle. “Boğazı kuruyan ve kana susayan, onların tankı, tüfeği, panzeri, faşizmi varsa” sözcüklerinin alınıp, hükümetin manevi şahsiyetini tahkir ve tezyif anlamı çıkmayacağı kararından dolayı”, Balyozdaki konuşmalar, planlar da tıpkı bu karardaki gibi darbe konuşması olarak kabul edilemezmiş. Olasılığı Tehlikeli Senaryo, İrtica ile yıkıcı, bölücü faaliyetle ilgiliymiş. Gül ve Erdoğan’ın, AKP’lilerin tutuklanması, irticacı denen örgütlerin, sol örgütlerin, Alevilerin, Kürtlerin, dernek ve basın kuruluşlarının kapatılıp, el konulmasıyla ilgili karar ve konuşmalar da Yargıtay’ın bahse konu kararları dikkate alındığında, atılı suçları karşılamıyormuş.
1976 yılına ait bu kararın tüm detaylarını hapiste olduğum için bulamadım. 1989 yılındaki Yargıtay kararına da ulaşamadım maalesef. Ancak, Balyozu aklayan mahkemenin 1969 yılına ait koyduğu karara ulaştım. O kararın Balyoza nasıl aklama gerekçesi yapıldığını duyduğunuzda ise “yok artık, bu kadar da olmaz” diyeceksiniz.
Kararın esas numarası 1969/747. Bu karar da yine bir gazete yazısıyla ilgili. Prof. Osman Tuğran Yeni İstanbul gazetesinin 2 Kasım 1967 tarihli nüshasında “Demirel, İnönü oyunları ve Denktaş’ın kahramanlığı” başlıklı bir yazı kaleme almış.
Yazı sonrası devlet yine harekete geçmiş. “Devletin şahsiyetine karşı cürümler, Devlet kuvvetleri aleyhinde cürümler, hükümetin manevi şahsiyetini tahkir” suçlamasıyla dava açılmış. Bugünkü anlamıyla, darbe ve hükümeti yıkmaya teşebbüs de diyebiliriz. Sonrasında Tuğran’a ceza verilmiş.
GÜL VE ERDOĞAN’I TUTUKLAMAK, HÜKÜMET ANLAMINA GELMEZMİŞ
Konu Yargıtay’a taşınmış ve Yargıtay işte bu Esas nolu kararında mahkûmiyete hükmedilmesini yasaya aykırı bulup, şu gerekçeyle cezayı bozmuş. “Makale içerisinde Kıbrıs işinde başarısız olan devlet adamları eleştirilmiştir. Yazının başlığında ve yapılan tenkitlerde (Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti) değil ve fakat bu hükümete başkanlık eden siyaset adamlarının adlarının yer alması her defasında adları geçen siyaset adamlarının vazifelerinde başarısızlıkları mahiyetinde belirtmekte olduğu görülmüştür.”
Yargıtay bu gerekçeyle, bu mahkumiyeti bozmuş. Yargıtay’ın bu kararının neden Balyoz davasına alındığını da sanırım tahmin ettiniz.
Balyoz planlarında, CD’lerde, konuşmalarda Recep Tayyip Erdoğan’ın, Abdullah Gül’ün, AKP’li bakan ve vekillerin, parti üyelerinin, isim verilerek (İdris Güllüce vb.) gözaltına alınıp, tutuklanacağı gibi detaylar vardı. Bu planları kapatmak için gerekçe bulamayan mahkeme heyeti işte bu Yargıtay kararına sığınmış.
Prof. Osman Tuğran nasıl yazısında isim vererek Demirel ve İnönü’yü yazıp, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni tahkir etmeyip, politikalarını değil isimleri eleştirmiş ise Balyozcular da aynı şekilde isim vererek hükümeti değil, şahısları eleştirmişler. Bu isimleri neden tutuklayacakları kısmına ise hiç girmemiş mahkeme heyeti. Milli mutabakat hükümeti kısmına yine hiç germemiş. Muhtırayı es geçmiş. Liderlerin bir gecede toplanmasını pas geçmiş. Erdoğan ve Gül tutuklanınca, gözaltına alınınca bunun hükümetin düşeceği anlamına gelmeyeceğine hükmetmiş. Çünkü Çetin Doğan ve arkadaşları seçimle iş başına gelmiş bu kişilerin oluşturduğu hükümeti değil, bazı isimleri hedef alıyormuş mahkemenin kararına göre.
Türkiye’nin mürekkep yalamış insanlarının bile okumadıkları ama günlerce yazı yazdıkları mahkemenin gerekçeli kararında bunlar yazıyor. Balyoz “kumpas, sahte delil” denilerek değil, bu ve buna benzer gerekçelerle kapatıldı. AK Partililer de “derin” uykularından uyandıklarında buna benzer çok şok edici hakikatle karşı karşıya kalacaklar. Sarayı kimlerin kuşattığını, kimlerle ne için ne amaçla ittifak yapıldığını öğrenecekler.
Balyoz’un gerekçeli kararını bile okumayıp yüzlerce yazı yazan, konuşma yapan bu ülkenin gazeteci ve aydınlarından da hapiste olan bir gazeteci olarak ricam olacak. 1989 ve 1976 yılındaki kararların tamamına ulaşamadım. Orada nasıl bir yorumda bulunulmuş, Balyozu aklayan mahkeme niçin bu kararları gerekçesine almış bilmiyorum. Hapiste olan bir gazeteci olarak bu kararların numaralarını yazıyorum. Belki içinizden cesaretli biri çıkıp, bu kararlarda neler yazdığını, Balyozun nasıl kapatıldığının bu bölümünü ortaya çıkarır. “Yargıtay Ceza Genel Kurulu Kararı, 24.4.1989, 9/63-165 sayılı ilamı. Yargıtay CGK, 24.5.1976, 9/247-258 sayılı ilamı.”
BU YARGITAY KARARLARINA GÖRE BALYOZCULAR SUÇSUZMUŞ
Balyozu aklayan mahkeme, Hrant Dink, Prof. Osman Tuğran ve diğer iki Yargıtay kararını gerekçesine aldıktan sonra şu final cümleleriyle noktayı koymuş: “Yargıtay kararları doğrultusunda seminerde yapılan konuşmalar bir bütün olarak ele alınıp suç tarihinde yürürlükte olan yasal mevzuat kapsamında değerlendirme yapıldığında sanıkların atılı suçları işledikleri yönünde bir sonuç ve kanaate varılamamıştır.”
Teşekkür ederiz İstanbul Anadolu 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nin çok değerli üyeleri. Bu gerekçelerle kapatılan bu davayı Yargıtay da onarsa, sayenizde bu ülkede cunta kurmak, darbe planı yapmak artık suç olmaktan çıkmış olacak. Her plan ve liste ifade özgürlüğü kapsamında ele alınacak.
Millete “kumpas, sahte belge” diyerek, zihinlere bu algı yerleştirildikten sonra Balyoz davası işte bu gerekçelerle kapatıldı.
“AKP BİR AYDIR İKTİDARDA DARBE PLANI HAZIRLAMAK HAYATIN OLAĞAN AKIŞINA AYKIRI”
Balyozu kapatan mahkemenin bir diğer kapatama gerekçesi de şu.
Mahkemeye göre, seminer emrinin verildiği tarihte AKP iktidara geleli henüz bir ay olmuş. Bir aydır iktidarda olan hükümetin icraatlarından rahatsızlık duyulup, darbe planı hazırlanması hayatın olağan akışına uygun değilmiş. Bu yüzden hazırlanan planlarını darbe planı delili olarak uygun bulmamışlar. Gerekçeli kararlarında da aynen böyle yazmışlar.
Mahkeme “genel değerlendirme” bölümünde ise semineri bakın nasıl aklamış; “Aleyhine darbe girişimi bulunulduğu iddia edilen hükümet, 2002 yılı Kasım ayında yapılan seçimle ilk kez iktidara gelmiştir. Seminerin yapıldığı tarih itibariyle hükümet henüz 4 aydır görevde olup, 4 ay gibi kısa bir sürede hükümetin icraatlarını göstermesi ve bu icraatlardan rahatsız olunarak darbe planı hazırlanması da mantıklı bulunmamıştır.”
Mahkeme heyetinin siyasi tarihimizi pek bilmediği bu gerekçeyle ortaya çıkıyor sanırım. AKP, 2002’de tek başına iktidara gelmişti. Bin yıl sürecek denen 28 Şubat sürecinin ortasında. Darbe planlamalarında düğmeye daha ilk gün basıldı. Çünkü meclise iki parti girmişti ve AKP Anayasayı değiştirecek çoğunluğa sahipti. AKP, Refah ve Fazilet Partisi’nin devamı olarak algılanıyordu.