Evet değildirler, ama olabilirler ve zaman zaman olmuşlardır da.
Türklerin "asker-millet" olduğu hayatımızdaki yanlış ve yaygın
kabullerden birisi.
Bedelli askerlik yasasının çıktığı şu günlerde bu kabul, değişik
aktörler tarafından yine ifade edilmekte. Bu minvalde "mecburi askerlik"
ve "profesyonel askerlik" olguları da tartışılıyor ve iyi de oluyor.
Türkiye'de bu ve benzeri tartışmalarda "Türkler asker-millettir"
kabulünün gerek toplumsal gerekse karar alıcılar düzeyinde etkili bir
argüman oluşturduğu da açık. "Türkler asker-millettir" önermesi ile
genellikle kastedilen "Türklerin askerliği, yani savaş yapmayı, iyi
becerdikleri, buna yatkın oldukları, ordusunu sevdikleri." Dahası
asker-millet olmak olumlanan ve değer verilen bir özellik şeklinde
algılanmakta. Asker-millet olmanın iyi ve değer verilip övünülecek bir
hususiyet olup olmadığı elbette sübjektif bir konu. Bazıları için
askerlik müspet bir vasıf telakki edilebilir, başkaları ise menfi
bulabilir. Onun için bunu tartışmaya gerek yok. Lakin objektif olarak
Türklerin asker-millet olup olmadığını tartışabiliriz.
Türkler asker-millet değildir. Değillerdir çünkü ne bir insan teki için ne de herhangi bir insan topluluğu için genel geçer bir karakter belirlemesi yapmak mümkündür. Dolayısıyla genel geçer bir özellik olarak Türklerin asker-millet olduklarını ya da olmadıklarını söyleyemeyiz. Aynı şekilde İskoçların cimri, Almanların ukala, İngilizlerin esnaf ve Arapların da asil olduğunu söyleyemeyiz. Belki insanların ve toplulukların hâkim karakterinden bahsedebiliriz, lakin böylesi durumda da bütün zamanlar ve mekânlar için geçerli bir karakter oluşumundan bahsetmek mümkün değildir. Yani 10. yüzyıldaki Türklerin asker olduğunu tespit etmemiz, onların Birinci Dünya Savaşı döneminde de bu hususiyetlerini koruduklarını göstermez. Filhakika, Türklerin Orta Asya coğrafyasında askerlikte aşikâr becerilere sahip olduğunu kabul etsek bile bu aynı becerilerin Batı Anadolu kıyılarında sürdürüldüğü anlamına gelmez. İnsan toplulukları için genel bir karakter belirlemesi yapmak mümkün değildir, elimizde böylesi bir veri yok. Eğer itibar ettiğiniz genetik bilimi ise, insanların karakterlerinin salt ırsî yollarla oluştuğunu gösteren bir keşif henüz yok. Doğrudur, çocukların bazı huyları ile anne-babalarının huyları arasında paralellikler bulmak mümkün ve bunların bazılarının da ırsî olduğunu göstermek de. Fakat genel karakter oluşumu elimizdeki mevcut veriler ışığında ırsi olmaktan çok toplumsaldır, yani huylarımız ve karakterimizin doğumdan sonra yetiştiğimiz çevrede ve toplumsallaşma süreci ile oluştuğuna ilişkin daha fazla veriye sahibiz. Bu durum bir insan teki için böyleyse, Türkler gibi bir insan topluluğu için haydi haydi böyledir. Eğer itibar ettiğiniz ilahi dinler ise insan topluluklarının genel bir karakter dâhilinde yaratıldığı değil, onların "sırf tanışasınız" amacıyla yaratıldığı ifade edilmektedir. Başka bir deyişle Allah kavimleri insanların hayatını kolaylaştırmak için yaratmıştır ve onlara isim vermiştir, genel bir hususiyet ve özel bir değerle teçhiz etmemiştir.
Türkler asker-millet olabilir. Olabilir çünkü yukarıda da bahsettiğim gibi insanların ve insan topluluklarının karakteri tarihî ve toplumsal süreçte oluşur ve yine aynı süreçte değişiklikler gösterir. İçinde yaşadığımız fizikî ve beşerî şartlar bizim düşünce ve kararlarımızı, huy ve tepkilerimizi ve yapıp ettiklerimizi etkiler. Zaman içinde birikimle ve nesilden nesle aktarımla bunların insan toplulukları için genel değilse de hâkim bir karakter oluşturması mümkündür. Dolayısıyla Türklerin de içinde yaşadıkları fizikî ve beşerî çevrenin şartları gereği birtakım askerî beceriler kazanmaları, savaş sanatında ustalaşmaları ve nihayetinde de buna müspet bir değer atfetmeleri mümkündür. Bu anlamda Türkler asker-millet olabilirler ve bu hususiyet de belli ölçüde ve bir süre nesilden nesle aktarılabilir. Lakin böylesi bir hususiyet sadece Türkler ya da başka bir insan topluluğuna ait olamaz. İbn Haldun'dan Toynbee'ye kadar medeniyet tarihçilerinin neredeyse üzerinde ittifak ettiği husus, göçebe toplulukların askerî becerilerinin daha fazla gelişmiş olduğu. Değişken fizikî ve beşerî çevrede yaşayan ve sürekli yer değiştiren göçebe topluluklar, bir yandan daha fazla dış atağa maruz kalmalarından, diğer yandan da muhkem ve savunulabilir bir yerleşime sahip olmadıklarından her daim tetikte olmaları gerekmektedir ve bu da onların askerî becerilerinin gelişmesine neden olmuştur. Tarihte bir sürü topluluk için bunu göstermek mümkün. Kadim Ortadoğu'da Mezopotamya medeniyetlerine galebe çalan Kasitler ya da Mısır Orta Krallığı'nı deviren Hiksoslar; Eski Yunanistan'da Dorlar; Orta Asya'da Hunlar, Türkler ve Moğollar; Alt Kıta'da Mahabharata destanında bahsedilen Kadim Hint kavimleri; sonrasında Avrupa'da Roma'yı yıkan Hun ve Cermen kabileleri, Vikingler; Kuzey Afrika'da Berberiler hemen bulabileceğimiz örnekler. Askerî beceriler ve askerî karakter salt göçebe topluluklara has da değildir. Yerleşik topluluklarda da görülebilir. Bunun en açık örneği Orta Çağ'da ve Erken Modern Çağ'da gördüğümüz şövalyelik kurumu. Daha yakın dönemde ulus-devlet ve milliyetçiliğin getirdiği Prusya ve Japon militarizmini örnekleyebiliriz.
Türkler zaman zaman asker-millet olmuşlardır. Olmuşlardır, çünkü tarihlerinin uzun döneminde göçebe olarak yaşamaları bunu doğurmuştur. Bu da onların bir yandan askerî becerilerinin gelişmesine bir yandan da bunun müspet olarak algılanmasına yol açmıştır. 9. yüzyıl Arap edibi El-Cahız'dan bu yana azımsanmayacak sayıda yazar Türklerin askerî hususiyetinden bahsetmektedir. Lakin bu literatüre biraz temkinli yaklaşmak gerekir. Her şeyden önce Türklerin askerî hususiyetinden bahsedenler genellikle Arap ve Avrupalı yazarlardır ve daha da önemlisi, özellikle Avrupalı yazarlar bağlamında, Türklere karşı mağlup tarafta yer alan yazarlardır. Başka bir deyişle Türklerin becerisi ırkî özellikleri ile açıklanarak kendi mağlubiyetleri bir anlamda meşrulaştırılmaktadır. İlginç olan, son devirde Türklerin asker-millet olduğu kabulü toplumumuzda böylesine yaygınken, askerî literatürün Türklerin yazılı ve sözlü otantik kaynaklarında göreli olarak zayıf kalmasıdır. Mesela, Avrupa'daki şövalye literatürü ve Hindistan'daki Mahabharata destanı ile kıyaslamamız bile mümkün değildir. Eğer Türkler kendilerini hep bir asker-millet olarak addetmişlerse neden bu konuda bir literatür birikimi oluşmamıştır, sorusunu sormak yerindedir. Türklerin asker-millet olduğu kanısı 19. yüzyılın sonunda ve 20. yüzyılın başında ulusçuluk ideolojisi ve Prusya'nın etkisi ile toplumumuzda yaygınlık kazanmıştır. Lakin bunu ulusçuluk ideolojisi ile hemen hemen her ülkede görmek mümkün. Mesela, Napolyon İngilizler için "bir esnaf millet" derken Fransızların asker-millet olduğunu ifade ediyordu. Özetle, tarih içinde gerek göçebe hayat tarzının sonucu gerekse ulusçuluk ideolojisinin sonucunda Türkler, aynen başka bazı insan toplulukları gibi, zaman zaman "asker-millet" olmuşlardır, ancak bunun ne kadar olgusal bir durum ne kadar sübjektif bir algı olduğu tartışmalıdır. Sonuç olarak genetik bilimi, umumi insanlık tarihi ve Türklerin tarihinin bilinen verileri ışığında "Türkler asker-millettir" önermesinin genel kabulü mümkün değildir.
Türkler asker-millet değildir. Değillerdir çünkü ne bir insan teki için ne de herhangi bir insan topluluğu için genel geçer bir karakter belirlemesi yapmak mümkündür. Dolayısıyla genel geçer bir özellik olarak Türklerin asker-millet olduklarını ya da olmadıklarını söyleyemeyiz. Aynı şekilde İskoçların cimri, Almanların ukala, İngilizlerin esnaf ve Arapların da asil olduğunu söyleyemeyiz. Belki insanların ve toplulukların hâkim karakterinden bahsedebiliriz, lakin böylesi durumda da bütün zamanlar ve mekânlar için geçerli bir karakter oluşumundan bahsetmek mümkün değildir. Yani 10. yüzyıldaki Türklerin asker olduğunu tespit etmemiz, onların Birinci Dünya Savaşı döneminde de bu hususiyetlerini koruduklarını göstermez. Filhakika, Türklerin Orta Asya coğrafyasında askerlikte aşikâr becerilere sahip olduğunu kabul etsek bile bu aynı becerilerin Batı Anadolu kıyılarında sürdürüldüğü anlamına gelmez. İnsan toplulukları için genel bir karakter belirlemesi yapmak mümkün değildir, elimizde böylesi bir veri yok. Eğer itibar ettiğiniz genetik bilimi ise, insanların karakterlerinin salt ırsî yollarla oluştuğunu gösteren bir keşif henüz yok. Doğrudur, çocukların bazı huyları ile anne-babalarının huyları arasında paralellikler bulmak mümkün ve bunların bazılarının da ırsî olduğunu göstermek de. Fakat genel karakter oluşumu elimizdeki mevcut veriler ışığında ırsi olmaktan çok toplumsaldır, yani huylarımız ve karakterimizin doğumdan sonra yetiştiğimiz çevrede ve toplumsallaşma süreci ile oluştuğuna ilişkin daha fazla veriye sahibiz. Bu durum bir insan teki için böyleyse, Türkler gibi bir insan topluluğu için haydi haydi böyledir. Eğer itibar ettiğiniz ilahi dinler ise insan topluluklarının genel bir karakter dâhilinde yaratıldığı değil, onların "sırf tanışasınız" amacıyla yaratıldığı ifade edilmektedir. Başka bir deyişle Allah kavimleri insanların hayatını kolaylaştırmak için yaratmıştır ve onlara isim vermiştir, genel bir hususiyet ve özel bir değerle teçhiz etmemiştir.
Türkler asker-millet olabilir. Olabilir çünkü yukarıda da bahsettiğim gibi insanların ve insan topluluklarının karakteri tarihî ve toplumsal süreçte oluşur ve yine aynı süreçte değişiklikler gösterir. İçinde yaşadığımız fizikî ve beşerî şartlar bizim düşünce ve kararlarımızı, huy ve tepkilerimizi ve yapıp ettiklerimizi etkiler. Zaman içinde birikimle ve nesilden nesle aktarımla bunların insan toplulukları için genel değilse de hâkim bir karakter oluşturması mümkündür. Dolayısıyla Türklerin de içinde yaşadıkları fizikî ve beşerî çevrenin şartları gereği birtakım askerî beceriler kazanmaları, savaş sanatında ustalaşmaları ve nihayetinde de buna müspet bir değer atfetmeleri mümkündür. Bu anlamda Türkler asker-millet olabilirler ve bu hususiyet de belli ölçüde ve bir süre nesilden nesle aktarılabilir. Lakin böylesi bir hususiyet sadece Türkler ya da başka bir insan topluluğuna ait olamaz. İbn Haldun'dan Toynbee'ye kadar medeniyet tarihçilerinin neredeyse üzerinde ittifak ettiği husus, göçebe toplulukların askerî becerilerinin daha fazla gelişmiş olduğu. Değişken fizikî ve beşerî çevrede yaşayan ve sürekli yer değiştiren göçebe topluluklar, bir yandan daha fazla dış atağa maruz kalmalarından, diğer yandan da muhkem ve savunulabilir bir yerleşime sahip olmadıklarından her daim tetikte olmaları gerekmektedir ve bu da onların askerî becerilerinin gelişmesine neden olmuştur. Tarihte bir sürü topluluk için bunu göstermek mümkün. Kadim Ortadoğu'da Mezopotamya medeniyetlerine galebe çalan Kasitler ya da Mısır Orta Krallığı'nı deviren Hiksoslar; Eski Yunanistan'da Dorlar; Orta Asya'da Hunlar, Türkler ve Moğollar; Alt Kıta'da Mahabharata destanında bahsedilen Kadim Hint kavimleri; sonrasında Avrupa'da Roma'yı yıkan Hun ve Cermen kabileleri, Vikingler; Kuzey Afrika'da Berberiler hemen bulabileceğimiz örnekler. Askerî beceriler ve askerî karakter salt göçebe topluluklara has da değildir. Yerleşik topluluklarda da görülebilir. Bunun en açık örneği Orta Çağ'da ve Erken Modern Çağ'da gördüğümüz şövalyelik kurumu. Daha yakın dönemde ulus-devlet ve milliyetçiliğin getirdiği Prusya ve Japon militarizmini örnekleyebiliriz.
Türkler zaman zaman asker-millet olmuşlardır. Olmuşlardır, çünkü tarihlerinin uzun döneminde göçebe olarak yaşamaları bunu doğurmuştur. Bu da onların bir yandan askerî becerilerinin gelişmesine bir yandan da bunun müspet olarak algılanmasına yol açmıştır. 9. yüzyıl Arap edibi El-Cahız'dan bu yana azımsanmayacak sayıda yazar Türklerin askerî hususiyetinden bahsetmektedir. Lakin bu literatüre biraz temkinli yaklaşmak gerekir. Her şeyden önce Türklerin askerî hususiyetinden bahsedenler genellikle Arap ve Avrupalı yazarlardır ve daha da önemlisi, özellikle Avrupalı yazarlar bağlamında, Türklere karşı mağlup tarafta yer alan yazarlardır. Başka bir deyişle Türklerin becerisi ırkî özellikleri ile açıklanarak kendi mağlubiyetleri bir anlamda meşrulaştırılmaktadır. İlginç olan, son devirde Türklerin asker-millet olduğu kabulü toplumumuzda böylesine yaygınken, askerî literatürün Türklerin yazılı ve sözlü otantik kaynaklarında göreli olarak zayıf kalmasıdır. Mesela, Avrupa'daki şövalye literatürü ve Hindistan'daki Mahabharata destanı ile kıyaslamamız bile mümkün değildir. Eğer Türkler kendilerini hep bir asker-millet olarak addetmişlerse neden bu konuda bir literatür birikimi oluşmamıştır, sorusunu sormak yerindedir. Türklerin asker-millet olduğu kanısı 19. yüzyılın sonunda ve 20. yüzyılın başında ulusçuluk ideolojisi ve Prusya'nın etkisi ile toplumumuzda yaygınlık kazanmıştır. Lakin bunu ulusçuluk ideolojisi ile hemen hemen her ülkede görmek mümkün. Mesela, Napolyon İngilizler için "bir esnaf millet" derken Fransızların asker-millet olduğunu ifade ediyordu. Özetle, tarih içinde gerek göçebe hayat tarzının sonucu gerekse ulusçuluk ideolojisinin sonucunda Türkler, aynen başka bazı insan toplulukları gibi, zaman zaman "asker-millet" olmuşlardır, ancak bunun ne kadar olgusal bir durum ne kadar sübjektif bir algı olduğu tartışmalıdır. Sonuç olarak genetik bilimi, umumi insanlık tarihi ve Türklerin tarihinin bilinen verileri ışığında "Türkler asker-millettir" önermesinin genel kabulü mümkün değildir.