3 Kasım 2011 Perşembe

Keşke Hatice Belgin de tutuklansaydı / Yıldıray OĞUR/Taraf Gazetesi


 Onları duyunca Macbeth’i baştan çıkaran cadılar korosunun o ünlü nakaratı geliyor hep aklıma: “Acı üstüne acı, kan üstüne kan, / Kayna kazanım kayna, yan ateşim yan.”

“Kürtler dağa çıkmasın da ne yapsın” korosu sahne aldı yeniden.
Kürtlerin 2011 yılında ancak ölerek ve öldürerek haklarını arayabileceği fikrinin alevlerine attıkları son odun KCK tutuklamaları. 2009 Mart ayında o kelepçeli ağır KCK tutuklanmasından birkaç ay sonra PKK ile MİT’in masada şakalaşma seslerini duyanlar bile, barış ve çözüm çağrısı yapan yazılarının arasından cadılar korosuna katılıp öfkeli bir Kürt gencinin kulağına aynı nakaratı fısıldıyorlar: Dağa çıkmasın da ne yapsın...
Hikmetinden sual olunmayan denklem bu kadar basit. Tutuklamaya karşı, öldür.

Aylardır hemen hemen her gün Beşiktaş Adliyesi’ne subaylar getiriliyor. Tutuklanan tuğgeneral falan değilse bu artık haber bile değil. Bunca zamandır elinde silah, her istediğini yaptırmaya alışmış, başka bir şey de bilmemiş bir ordunun muvazzaf generallerinin yüzde 10’undan fazlası tutuklu. Peki, hukuk müşaviri bile tutuklu ordunun bir numarası ne yapıyor? Gizlice Hasdal’da arkadaşlarını ziyaret ediyor. Peki bir zamanlar “sivil toplum örgütünü”, bir çeşit terör örgütü sanan kudretli paşaların eşleri ne yapıyor? Sivil eylemlerle hukuka karşı kamuoyu yapmaya çalışıyor. TSK’nın bile gösterdiği sabrı ve basireti, onun hukuksuzluğundan çok çekmiş Kürtlerden bekleyemiyor bu cadılar korosu.

Silaha her seferinde haklı bir mazeret bulan o koronun sesiyle silahın sesi duyulmuyor. Silah masada durdukça da o masanın etrafına iyi niyetlerle oturan herkes, kötü niyetli yasalarca silahla ilişkilendiriyor. Evet, kötü niyetli terörle mücadele yasalarının niyetini iyileştirmek şart. Peki meseleyi kökten çözüp, silahı masanın üzerinden kaldırmaya ne dersiniz?

Son KCK operasyonları neredeyse göstere göstere geldi. Birkaç ay önce Taraf‘a konuşan Başbakan’ın en yakınlarından, hukukçu Bakan Hayati Yazıcı “O kelepçeli fotoğraftan sonra operasyonlar ertelenmişti” demişti açıkça. “KCK operasyonları siyasi” diyenler haklı. Ama son KCK tutuklanmalarına karar veren mahkemenin kararı ne kadar siyasiyse, Habur’dan mekapları, üniformalarıyla ülkeye giren PKK’lıları serbest bırakan mahkemenin kararı da o kadar siyasiydi.

Devlet KCK operasyonunun kırmızı düğmesine, ‘PKK’yla savaşta mı müzakerede mi’ olduğuna göre basıp basmadı. Öcalan’la anlaşmaya rağmen yazdan beri PKK devrimci halk savaşı stratejisiyle gözü kapalı adam öldürmeye başladı. Devrimci Halk Savaşı’nın inceliklerinin anlatıldığı “Siyaset Akademisi” kayıtlarıyla, MİT-PKK görüşmesinin kayıtlarının birbirini teyit ettiği gibi PKK; ateşkes, yol kontrol noktalarının kaldırılması gibi demokratik adımları metropolleri bombayla doldurarak geçirdi. Barışı örgütsel amaçlarına heba etti. Ve KCK operasyonlarına karar veren el yeniden kırmızı düğmeye bastı.

KCK, başında Murat Karayılan’ın oturduğu, son bir ay içinde öldürdüğü kadınlar, genç kızlar, çocuklar hatta doğmamış bebekler için üst üste “pardon, polis sandık” açıklamaları yapan ovadaki “siyasi örgüt.” Ya da KCK, örgütün yarı tanrısal liderinin “Barış Konseyi kuruyoruz” açıklaması üzerine barış için son bir ay içinde asker kostümlü sivilceli çocukları paramparça eden “sivilleşme çabasının” adı.

Bu KCK’nın Türkiye Meclisi’ne yönelik son “çuvala doldur, orada tanışıp örgüt olurlar” operasyonunda, yine ortasında silah olan masanın etrafında oturan herkes toplanıp götürüldü. Çuvala girenler arasında bu kez sadece kefil olunamayan, adı sanı bilinmeyen Kürtler yoktu. Polis kaynaklı olduğu anlaşılan istihbaratlarda bir Yahudi’yle evlenmekten, Perinçek’in ilk eşinin kardeşi olmaya kadar “çok ağır” iddialarla suçlanan Büşra Ersanlı ile birlikte Ragıp Zarakolu ve sivil toplum camiasında tanınan bir isim olan Ayşe Berktay da tutuklandı.
Bu deli dumrul operasyonuna karşı 750 imzalı bir bildiri yayınlandı. Ama o imzalar bu gidişatı durdurmaya yetmeyecek. Çünkü tek suçu tutuklanmayıp öldürülmek olan Hatice Belgin için aynı imzalar alt alta dizilemedi.

Hatice Belgin’in adını, Bingöl’de çocuklarıyla bayram alışverişi yaparken karşısına yaşıtı o kadın çıkmasa duymayacaktık. Üzerinde bombalar vardı o kadının. Yaralanan küçük kızı Ceylan’ın anlattığına göre “Allah aşkına patlatma” diye yalvararak müdahale ederken kadın kendini patlattı ve...

O 750 imzadan 500’ü Hatice Belgin’i kurtarabilirdi biliyor musunuz? Siirt’te öldürülen dört kız için, Batman’da karnındaki çocuğu ve küçük kızıyla öldürülen anne için, Norşin’de beş polisi öldürme aşkıyla patlatılan üç küçük çocuk için, Büşra Ersanlı bildirisinde devletin haklı olarak eleştirildiği sertlikte PKK’yı kınayan bir bildiri, Hatice Belgin’le o bombacı kızın karşı karşıya gelmesini engelleyebilirdi.

Siyasi kanadına oy attığınız, birlikte blok parti kurduğunuz, Siyaset Akademisi’nde ders verdiğiniz, haklı davasını savunduğunuz PKK’yı sadece sivilleri öldürdüğünde hep birlikte kınayacak bir bildiri savaş döngüsünü kırabilirdi. Böylece meşruiyetini kaybeden silahı masanın üzerinden kaldırabilirdik.
Yapamadık yine. Yarın yine kadın bir bombacı başka bir kadının “Allah aşkına patlatma” yalvarışlarına rağmen kendini bir şehrin ortasında patlatırsa bunu “KCK operasyonlarıyla siyasetin kapısını kaparsan” diye anlamımızı bekleyen cadılar korosu bir köşede önümüze çıkacak yine:
“Acı üstüne acı, kan üstüne kan, / Kayna kazanım kayna, yan ateşim yan.”