Onları duyunca Macbeth’i
baştan çıkaran cadılar korosunun o ünlü nakaratı geliyor hep aklıma: “Acı
üstüne acı, kan üstüne kan, / Kayna kazanım kayna, yan ateşim yan.”
“Kürtler dağa çıkmasın da ne
yapsın” korosu sahne aldı yeniden.
Kürtlerin 2011 yılında ancak
ölerek ve öldürerek haklarını arayabileceği fikrinin alevlerine attıkları son
odun KCK tutuklamaları. 2009 Mart ayında o kelepçeli ağır KCK
tutuklanmasından birkaç ay sonra PKK ile MİT’in masada şakalaşma seslerini
duyanlar bile, barış ve çözüm çağrısı yapan yazılarının arasından cadılar
korosuna katılıp öfkeli bir Kürt gencinin kulağına aynı nakaratı
fısıldıyorlar: Dağa çıkmasın da ne yapsın...
Hikmetinden sual olunmayan denklem
bu kadar basit. Tutuklamaya karşı, öldür.
Aylardır hemen hemen her gün
Beşiktaş Adliyesi’ne subaylar getiriliyor. Tutuklanan tuğgeneral falan
değilse bu artık haber bile değil. Bunca zamandır elinde silah, her
istediğini yaptırmaya alışmış, başka bir şey de bilmemiş bir ordunun muvazzaf
generallerinin yüzde 10’undan fazlası tutuklu. Peki, hukuk müşaviri bile
tutuklu ordunun bir numarası ne yapıyor? Gizlice Hasdal’da arkadaşlarını
ziyaret ediyor. Peki bir zamanlar “sivil toplum örgütünü”, bir çeşit terör
örgütü sanan kudretli paşaların eşleri ne yapıyor? Sivil eylemlerle hukuka
karşı kamuoyu yapmaya çalışıyor. TSK’nın bile gösterdiği sabrı ve basireti,
onun hukuksuzluğundan çok çekmiş Kürtlerden bekleyemiyor bu cadılar korosu.
Silaha her seferinde haklı bir
mazeret bulan o koronun sesiyle silahın sesi duyulmuyor. Silah masada
durdukça da o masanın etrafına iyi niyetlerle oturan herkes, kötü niyetli
yasalarca silahla ilişkilendiriyor. Evet, kötü niyetli terörle mücadele
yasalarının niyetini iyileştirmek şart. Peki meseleyi kökten çözüp,
silahı masanın üzerinden kaldırmaya ne dersiniz?
Son KCK operasyonları neredeyse
göstere göstere geldi. Birkaç ay önce Taraf‘a konuşan Başbakan’ın en
yakınlarından, hukukçu Bakan Hayati Yazıcı “O kelepçeli fotoğraftan sonra
operasyonlar ertelenmişti” demişti açıkça. “KCK operasyonları siyasi”
diyenler haklı. Ama son KCK tutuklanmalarına karar veren mahkemenin kararı ne
kadar siyasiyse, Habur’dan mekapları, üniformalarıyla ülkeye giren PKK’lıları
serbest bırakan mahkemenin kararı da o kadar siyasiydi.
Devlet KCK operasyonunun kırmızı
düğmesine, ‘PKK’yla savaşta mı müzakerede mi’ olduğuna göre basıp basmadı.
Öcalan’la anlaşmaya rağmen yazdan beri PKK devrimci halk savaşı stratejisiyle
gözü kapalı adam öldürmeye başladı. Devrimci Halk Savaşı’nın inceliklerinin
anlatıldığı “Siyaset Akademisi” kayıtlarıyla, MİT-PKK görüşmesinin
kayıtlarının birbirini teyit ettiği gibi PKK; ateşkes, yol kontrol
noktalarının kaldırılması gibi demokratik adımları metropolleri bombayla
doldurarak geçirdi. Barışı örgütsel amaçlarına heba etti. Ve KCK
operasyonlarına karar veren el yeniden kırmızı düğmeye bastı.
KCK, başında Murat Karayılan’ın
oturduğu, son bir ay içinde öldürdüğü kadınlar, genç kızlar, çocuklar hatta
doğmamış bebekler için üst üste “pardon, polis sandık” açıklamaları yapan
ovadaki “siyasi örgüt.” Ya da KCK, örgütün yarı tanrısal liderinin “Barış
Konseyi kuruyoruz” açıklaması üzerine barış için son bir ay içinde asker
kostümlü sivilceli çocukları paramparça eden “sivilleşme çabasının” adı.
Bu KCK’nın Türkiye Meclisi’ne
yönelik son “çuvala doldur, orada tanışıp örgüt olurlar” operasyonunda, yine
ortasında silah olan masanın etrafında oturan herkes toplanıp götürüldü.
Çuvala girenler arasında bu kez sadece kefil olunamayan, adı sanı bilinmeyen
Kürtler yoktu. Polis kaynaklı olduğu anlaşılan istihbaratlarda bir Yahudi’yle
evlenmekten, Perinçek’in ilk eşinin kardeşi olmaya kadar “çok ağır”
iddialarla suçlanan Büşra Ersanlı ile birlikte Ragıp Zarakolu ve sivil toplum
camiasında tanınan bir isim olan Ayşe Berktay da tutuklandı.
Bu deli dumrul operasyonuna karşı
750 imzalı bir bildiri yayınlandı. Ama o imzalar bu gidişatı durdurmaya
yetmeyecek. Çünkü tek suçu tutuklanmayıp öldürülmek olan Hatice Belgin için
aynı imzalar alt alta dizilemedi.
Hatice Belgin’in adını, Bingöl’de
çocuklarıyla bayram alışverişi yaparken karşısına yaşıtı o kadın çıkmasa
duymayacaktık. Üzerinde bombalar vardı o kadının. Yaralanan küçük kızı
Ceylan’ın anlattığına göre “Allah aşkına patlatma” diye yalvararak müdahale
ederken kadın kendini patlattı ve...
O 750 imzadan 500’ü Hatice
Belgin’i kurtarabilirdi biliyor musunuz? Siirt’te öldürülen dört kız için,
Batman’da karnındaki çocuğu ve küçük kızıyla öldürülen anne için, Norşin’de
beş polisi öldürme aşkıyla patlatılan üç küçük çocuk için, Büşra Ersanlı
bildirisinde devletin haklı olarak eleştirildiği sertlikte PKK’yı kınayan bir
bildiri, Hatice Belgin’le o bombacı kızın karşı karşıya gelmesini
engelleyebilirdi.
Siyasi kanadına oy attığınız,
birlikte blok parti kurduğunuz, Siyaset Akademisi’nde ders verdiğiniz, haklı
davasını savunduğunuz PKK’yı sadece sivilleri öldürdüğünde hep birlikte
kınayacak bir bildiri savaş döngüsünü kırabilirdi. Böylece meşruiyetini
kaybeden silahı masanın üzerinden kaldırabilirdik.
Yapamadık yine. Yarın yine kadın
bir bombacı başka bir kadının “Allah aşkına patlatma” yalvarışlarına rağmen
kendini bir şehrin ortasında patlatırsa bunu “KCK operasyonlarıyla siyasetin
kapısını kaparsan” diye anlamımızı bekleyen cadılar korosu bir köşede önümüze
çıkacak yine:
“Acı üstüne acı, kan üstüne kan, /
Kayna kazanım kayna, yan ateşim yan.”
|
Harbiye, askerlik, askeriye, savunma ile ilgili tüm gelişmeler, eleştiriler, asker-siyaset ilişkisi, askeri operasyonlar, gibi ve benzeri haberler, köşe yazıları, dosyalar buradan aktarılmaya çalışılacak.