24 Kasım’da bir Rus SU-24’nün Türk F-16’ları tarafından sınır ihlali gerekçesi ile düşürülmesinden
sonra gelişen olaylar Türkiye’nin Suriye’de karada ve havadaki güç
mücadelesinde elinin giderek zayıfladığını gösteriyor. Tam da
Türkiye’nin Suriye’de yaşadığı bu geri çekilmenin olası sonuçlarına kafa
yorarken Türkiye’nin 4 Aralık gecesi Musul’un 20 kilometre kuzeyindeki
Başika bölgesine yaptığı askeri sevkiyat gündeme düştü.
Başbakan Ahmet Davutoğlu özel kuvvetlerin
yaklaşık 80 personelle bir buçuk seneyi aşkın süredir bölgedeki
Peşmerge, Türkmen ve Sünni Araplara askeri eğitim verdiği bu kampa
yönelik sevkiyatı IŞİD’le mücadele kapsamında “rutin bir askeri takviye”
faaliyeti olarak değerlendirdi. Ancak sevkiyattaki birliğin cinsi ve
Ankara kulislerinde dile getirilen sevkiyatın devam edeceği konusundaki
görüşler “rutin takviyenin” ötesinde bir şeyler olduğunu gösteriyor.
Öncelikle kampa gönderilen takviye birliği Siirt Üçüncü
Komando Tugayı’ndan 400 personelli bir komando taburu ve bu unsura
takviye olarak 25 adet M60 A3 tankı. Bu takviye ile Başika’daki Türk
askeri sayısı 600’e çıkmış oluyor. Henüz bu birliğin bölgesinde taaruzi
bir harekat için yeterli bir operasyonel güç olduğunu söylemek zor.
Ancak eski Dışişleri Bakanı Feridun Sinirlioğlu’nun Kasım başındaki
Kuzey Irak ziyareti ile son şekli verilen ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin onayı
ile gerçekleşen bu takviyeyle Türkiye’nin Başika geçici eğitim kampını
artık kalıcı bir askeri üsse çevirdiğini söylemek mümkün. Türkiye’nin
Kuzey Irak’ta Bamarni’de bir tank taburu, Amedyah ve Suri’de bu tank
taburunun unsurları, yine Kuzey Irak’ta sınıra yakın Kanimasi’de ise
PKK’nın sınır geçişlerini önlemeye yönelik bir komando taburu mevcut.
Erbil, Zaho, Dohuk, Batufa, Süleymaniye ve Amadiye gibi yerleşim
merkezlerinde de irtibat timi olarak görev yapan 130 kadar Türk Özel
Kuvveti (Bordo Bereli) bulunuyor. Bu son takviye ile Türkiye Irak’taki
üniformalı asker sayısını yaklaşık üç bine çıkarmış oldu. Bu rakam,
Türkiye’nin İran ve ABD’den sonra Irak’ta en çok asker bulunduran üçüncü
yabancı ülke olduğu anlamına geliyor.
Ankara kulislerinde dolaşan bilgilere göre Türkiye’nin Irak
içine (özellikle Musul’un kuzeyi) yönelik askeri sevkiyatı devam
edecek. İlk başta gönderilecek partide öncelikle 40 kilometre menzil
içinde çabuk ve sıhhatli görmeyerek ateş toplamaları yapabilen Fırtına
Obüs bataryaları, kara gözetleme radarları, tanklar ve geliştirilmiş
zırhlı personel taşıyıcıları yer alacak.
Başika ve Erbil’deki eğitimlerde ise Peşmerge, Türkmen ve
Sünni Araplara üç hafta süreyle temel düzeyde meskun mahallerde
muharebe, el yapımı patlayıcı (EYP) ve EYP ile mücadele, tanksavar, ağır
makineli tüfek, havan, TOW ve MILAN nişancılığı, ileri gözetleyicilik
ve ilk yardım eğitimleri veriliyor. Eğitimi tamamlayan siviller daha
sonra olası bir harekatta çağrılmak şartıyla evlerine geri gönderiliyor.
Sevkiyat ile ilgili en sert tepki Bağdat’tan geldi. Bağdat yönetimi, bu sevkiyatı “egemenlik ihlali”
olarak niteledi. Irak Dışişleri Bakanlığı Türkiye’nin Bağdat
Büyükelçisi’ni çağırarak “Türkiye’nin ivedilikle bu işgale son vermesi”
gerektiğini söyledi. ABD ise “Askeri takviyeden bilgimiz var ancak bu
hareketliliği IŞİD karşıtı koalisyonun
faaliyeti şeklinde tanımlanmak hata olur” açıklamasını yaptı.
Açıklamada olayın IŞİD’le mücadele gayretlerini etkilememesi gerektiği
vurgulandı.Sevkiyat hakkındaki tepkileri merak edilen asıl taraflar
Tahran ve Moskova’dan ise henüz ses çıkmadı.
Başbakan Ahmet Davutoğlu bugün Irak Başbakanı Haydar El
Abadi’ye bir mektup göndererek, geçtiğimiz Mart’tan bu yana uygulanmakta
olan eğitim programı ve burada bulunan Türk kuvvetlerinin görev ve
faaliyetlerine ilişkin güncel gelişmeler hakkında bilgi verdi.
Kasım başında son şekli verilen bu sevkiyatın 24 Kasım’da Rus uçağının düşürülmesiyle başlayan Türkiye-Rusya gerginliğine rağmen iptal edilmeyerek veya ertelenmeyerek yapılmış olması, Türkiye’nin sevkiyata verdiği önemi göstermesi açısından not edilmeli.
Al-Monitor’un Ankara’daki güvenlik çevreleri ile yaptığı
görüşmelerden Türkiye’nin Irak topraklarına yönelik gelecekte de sürmesi
kuvvetle muhtemel bu askeri sevkiyatlarla bir taşla üç kuş vurmayı
amaçladığını söylemek mümkün:
-
İlk beklenti bu sevkiyatla Irak’ta giderek kendisini hissettirmeye başlayan Rusya liderliğindeki Iraklı Şiilerin ve İran’ın oluşturduğu IŞİD karşıtı güç ittifakını dengelemek. Türkiye bunun için de Kürdistan Bölgesel Yönetimi ve başta Musul’daki Nuceyfi aşireti olmak üzere Iraklı Sünni Arapları yanına çekerek Irak’taki Şii gücüne yönelik bir dengeleme yapmak istiyor. Bunun için de Suriye’deki gibi geç tepki vererek oyun dışında kalıp bir ‘oldu bitti’ ile karşılaşmamak istiyor. Bu nedenle sahada olmak ve Musul ile Erbil’i önemsediğini Irak’ta çıkarı olan herkese hissettirmek istiyor.
-
Ankara, Musul’u şu an kontrol eden IŞİD’in şehir içinde militan sayısını son günlerde azalttığına, şehri kontrol etmekte güçlük çektiğine ve Musul içinde IŞİD’e karşı bir Sünni başkaldırısı olabileceğine dair güçlü emareler olduğuna inanıyor. Musul’un kuzey-kuzeydoğu hattında bir askeri güvenlik bölgesi oluşturarak hem Kürt bölgesini hem de Türkmenleri IŞİD saldırılarına karşı korumak istiyor. Ayrıca IŞİD-sonrası dönemde Musul’un geleceği konusunda da masadaki ana aktörlerden biri olmak istiyor.
-
Türkiye PKK’nın hem Irak hem de Suriye’deki kazanımlarından aşırı derecede rahatsız. Türkiye, Suriye’deki PYD güçleri ile Irak’taki PKK güçleri arasında köprü vazifesi gören Şengal bölgesini güneyden domine eden bu bölgeyi askeri anlamda elinde tutarak Irak’taki PKK’nın Suriye’deki PYD ile öncelikle bağını zayıflatmak hatta imkan bulabilirse bu bağı kopartmak istiyor.
Örneğin, Suriye ve Irak’ta her aktörün kendi ‘butik güç merkezini’ kurmakta olduğunu gören Türkiye için en iyi senaryo şu olur:
-
Bağdat’ın merkeze çekim gücünün giderek zayıfladığı Irak’ta merkeze aşırı gevşek bağlarla bağlı Musul merkezli bir ‘Sunni-istan özerk yönetimi’nin oluşması
-
Bu özerk Irak Sünni-istan’ına öncelikle Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin sonra da Suriye’deki Sünni yapıların yaklaştırılması ve bu üç aktör arasındaki ilişkilerin Türk ordusunun güvenlik şemsiyesi altında ekonomik-kültürel karşılıklı bağımlılıkla pekiştirilmesi
-
Türkiye’nin bu üç aktörlü yapının bölgesel hamisi olması.