1990’lı yıllar failleri ‘bulunamayan’
cinayetler dönemiydi. Muş’un Altınova beldesinde 9 kişinin yakılarak
öldürülmesi dosyası da bu dönem yaşanan katliamlardan biriydi.
Bugün hâlâ kanlı bir savaşın sürdüğü Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde 90’lı yıllar, failleri herkes tarafından bilinse de “faili meçhul” diye adlandırılan cinayetlere sahne oldu.
Bu cinayetlerin arkasında devletin örgütlediği çetelerin olduğuna dair çokça bilgi, belge, yargı kararı var bugün elimizde. Bu bilgilerin ortaya çıkarılmasında yine “faili meçhul” bir cinayete kurban giden Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi’nin çok büyük emeği vardı. Elçi’nin de aralarında olduğu insan hakları savunucularının, avukatların ve öldürülenlerin yakınlarının çabalarıyla 90’lı yıllarda işlenen insanlık suçlarına dair davalar açılabilmişti. Bu dava dosyalarında anlatılanlar insanlığın çektiği büyük acılardan bu toprakların payına düşenlerin özeti gibi.. Cumhuriyet, tamamı “sürgüne gönderilen” ve birçoğu beraat kararlarıyla kapatılan bu dava dosyalarını açıyor ve yaşanan acıları bir kez daha tarihe not düşüyor.
Muş’un Korkut Altınova beldesinde 3 Ekim 1993’de çıkan çatışmada Jandarma Karakol Komutanı Astsubay Mustafa Uçar ile bir PKK’li hayatını kaybetti. Aynı gün köye düzenlenen operasyon sırasında bir evde “yangın çıktı.” Mehmet Nasır Öğüt ile hamile eşi Eşref ve yaşları 3 ile 13 arasında değişen 7 çocuğun cesetleri kömürleşmişti. Muş Başsavcılığı evi PKK’nin yaktığını savunarak dosyayı kapattı.
Olaydan 10 yıl sonra ailenin hayatta kalan tek ferdi Öğüt’ün kızı Aysel Öğüt, Korkut Başsavcılığı’na evin askerler tarafından yakıldığını belirten bir dilekçe verdi. Çatışmadan dönen askerler köy meydanında topladıkları halka ‘Bu gece köyünüzü yakacağız’ demişlerdi. O gece bir akrabalarının evinde kaldığını anlatan genç kadın “Pencereden baktım. Bir panzer evimizin penceresinin önünde durmuştu. Evin ışıkları yanıyordu ve bir anda evi ateş sardı. Dışarı çıktık, feryat figan yalvardık ama askerler bizi bırakmadılar, amcamın oğlu Remzi’yi dövdüler. Eve getirip onunla ilgilendik. Zannettik ki içindekileri çıkarıp öyle yakmışlar.”
Savcının sorguladığı Üsteğmen Hanefi Akyıldız, olayı ertesi gün duyduklarını söylerken; Özel Harekât Şube Müdürü Şerafettin Uz ile diğer şüpheliler de “görmedim”, “haberim yok” gibi ifadeler veriyordu. Olayla ilgili bilgi, belge ve kayıtların tamamı da jandarmada imha edilmişti. Öğüt ailesinin evi yanarken müdahale etmek isteyenlerin engellendiğini anlatan diğer tanıklar ise küçük çocukların pencere korkuluklarına tırmanmalarına rağmen evden dışarı çıkmalarına izin verilmediğini söylediler. Askerler, köyden ayrılırken belediye binasını taramış ve iki aracı da ateşe vermişlerdi. Savcılığın operasyona katılan asker ve polislerin isimlerinin bildirilmesi için yaptığı yazışmalarda da engeller çıkarıldı ve savcılığa “listelerin imha edildiği” bildirildi. Soruşturma 2013’te bitti ve Muş Başsavcılığı, 3 jandarma subayı ve bir özel harekâtçıya 9’ar kez “ağırlaştırılmış müebbet” istemiyle dava açtı. Muş’taki dava Kırıkkale Ağır Ceza’ya gönderildi. Hazirandaki duruşmada savcı, sanıkların 180-230 yıl arası hapsini istedi. 21 Aralık’taki duruşmada karar verilmesi bekleniyor.
Bir aileye mezar olan evin enkazı, Nusaybin Belediyesi’nin katkılarıyla müze yapıldı.
Tuğgeneral Mete Sayar, 1993’te bir gazeteye “Yufka yürekli komutan” başlığıyla yayımlanan bir röportajda “Bir köyün imamı bir eylem sırasında öldürüldü. Boynunda haç kolye çıktı. İmam bildiğimiz adam Ermeni çıktı” demişti. Sayar’ın bu sözlerinin sırrı 2013 yılında açılan Görümlü davasında ortaya çıktı. Savcı Tayyip Eroğlu’nun, 14 Haziran 1993’te 6 köylünün kaybedilmesi ile ilgili iddianamesinde olay şöyle anlatılıyordu:
Tuğgeneral Mete Sayar o tarihte Tekirdağ Ulaş’tan gelen piyade tugayı ile Kayseri’den gelen komando tugayına komutanlık ediyordu. PKK’nin 13 - 14 Haziran’daki saldırıları sonucu 5 er ile 1 uzman çavuşun şehit olmasının ardından Sayar, Görümlü taburuna 9 köylünün gözaltına alınması talimatı verdi. Askerler, Görümlü ve Koyunören köylerinden 9 köylüyü önce gözaltına aldılar, ardından evlerini yakarak köyden ayrıldılar. Köylülerden Özdemir ailesine mensup olanlar ile Ömer Kurtay ve Abdurrahman Kayek, Karakol Komutanı’nın “devlet yanlısı” olduklarını söylemeleri üzerine serbest bırakıldı. Ancak serbest bırakmadan önce bu kişilere yine de işkence yapılmıştı.
Tanıklara göre Mete Sayar “Bu şerefsizleri öldürün” emrini verdikten sonra taburdan ayrıldı. Askerler, Tabur Komutanı’nın emriyle içtima alanında köylüleri önce dövdüler. Bir yüzbaşı, bir üsteğmen, bir teğmen ile iki astsubay 6 köylünün dizlerinin aşağısından vurdu, ardından askerler tarayarak öldürdü. Cesetler bilinmeyen bir yere gömüldü. O dönem asker olan Yusuf Özdemir, ifadesinde askerlerin yaralı köylüleri Land araçlarına bağlayarak dolaştırıldıklarını anlatıyordu. Özdemir, “Köylülerden birinin boynunda haç vardı. Bu haçı alarak bir başka köylünün boynuna taktılar” dedi. Öldürülen köylülerden biri Süryaniydi ve ondan alınan haç kolye, köy imamının boynuna takılmıştı.
Yakınlarının dönmediğini gören ailelerin savcılığa yaptıkları başvuru sonuçsuz kaldı. Savcılık “köylülerin dağa gittikleri” gerekçesiyle takipsizlik kararı vermişti. Ancak aradan yıllar geçtikten sonra Mete Sayar, Albay Hasan Basri Vural ile 4 subay hakkında açılan dava 2 yıl sürdü. Şırnak’tan Ankara’ya nakledilen davada Ankara 9. Ağır Ceza Mahkemesi ‘delil yetersizliğinden beraat’ kararı verdi. Dava halen Yargıtay’da...