16 Aralık 2015 Çarşamba

Çekecektin niye gönderdin? / Lale Kemal

Türkiye'nin caydırıcılığı her daim tartışmalı bir konudur. Doğru belki, sınırın Suriye'ye yakın bölgesinden yapılan askeri saldırı tehdidi, baba Hafız Esad'ı caydırmış, yıllarca ağırladığı Öcalan'ı en nihayetinde ülkeden çıkartmasıyla sonuçlanmış olabilir.
 
 
Ne var ki, o dönem Amerikan ve İsrail istihbaratının ortak çalışması ve kovalamacası sonucu Öcalan'ın, en son sığındığı Kenya'daki Yunanistan Büyükelçiliği'nden Türkiye'ye 1999 yılı Şubat'ında getirilmesi mümkün olmuştur. Bizimkilere de, onu alıp askeri helikopterle Türkiye'ye getirmek düşmüştür. Bu olay, caydırıcılığın, yumuşak güç yani diplomasi gibi enstrümanların kullanılmadığı salt kaba askeri güç ile mümkün olmadığını gösteren binlerce örnekten biri. Ne var ki karar vericiler hiç ders almıyor, izleyegeldikleri politikaların doğurmakta olduğu ve bedelini toplumun ödemekte olduğu ağır sonuçlarının hesabını yapma gereği duymuyorlar.

2003 yılıydı zannediyorum, Türkiye, PKK'ya karşı önlemler aldığı gerekçesiyle Kuzey Irak bölgesine ilave asker yığdı, ülke sınırına yakın Bamerni'de üs kurmuştu zaten, orada varlığını halen sürdürüyor. Ne oldu, PKK salt askeri önlemlerle bitirildi mi? Yok. Askeri varlık bu anlamda caydırıcılık sağladı mı? Yok.
Şimdi de, IŞİD'in istilası altında olan Irak'ın Musul kenti yakınlarındaki Başika adlı ilçeye, yerel güçleri bu terör örgütüne karşı eğitmek amaçlı deyip, 25 kadar askeri araçla birlikte adeta istila kuvvetleri çağrışımı yapan takviye birlik sevkiyatı yapıldı. Irak yutmadı, “Bu kadar asker eğitim için olur mu?” deyip, en nihayetinde BM Güvenlik Konseyi'ne Türkiye'yi şikâyet edince Ankara geri adım attı ve miktarını açıklamadığı bir kısım askerini, Başika'dan Bamerni'ye kaydırdı. Burası, Ankara'nın arayı iyi tuttuğu Kuzey Irak Bölgesel Kürt Hükümeti'nin kontrolünde. Ama askeri konularda da Irak merkezi yönetimi ülkenin tümünde söz sahibi.

Ankara, Bağdat'ın artık ülkesindeki tüm Türk askeri varlığının sonlandırılmasını isteyebileceği bir ortamı Irak'a gümüş tepsiyle sundu.

Bu noktada cevap bekleyen sorulardan biri şu: Madem, amaçlardan biri, Türk askerlerini korumaktı, bir kısım askerlerin başka bir bölgeye çekilmiş olması onların korunmasında zafiyete yol açmayacak mı?
Dünya alem soruyor; sınırlarını IŞİD'in, savaşçı teminine, kaçak petrol sevkiyatına karşı koru(ya)mayan bir ülke, bu terör örgütüne karşı eğiteceğini söylediği yerel savaşçıların Musul'u geri almasını nasıl sağlayacak? Ya da bu kritik görevi, koalisyon güçleriyle birlikte planlama yolunu niye seçmedi? IŞİD'in işgal ettiği Musul'da ilk iş olarak konsolosluğu basma ve diplomatlar dahil 49 Türk'ü rehin alma eylemini neden önleyemedi, konsolosluğu koruyamadı?

IŞİD'in, Türk konsolosluğunu basıp Türkleri rehin almasıyla gelişen olaylar konusunda 14 Haziran 2014 tarihinde şöyle yazmışım:

“Türkiye, istihbaratta feci çuvalladı. Geldiğimiz noktada soru şu; sınır önlemlerini artıran, sınırın öteki tarafında arazide çatışmaların seyrini yakından takip ettiği varsayılan ve IŞİD'in, Suriye'deki Türk toprağı Süleyman Şah Türbesi'ne daha birkaç ay önce yaptığı saldırı tehdidine karşı, ‘bu tehdit karşılıksız kalmaz, ordu teyakkuzda' gürültüsü koparan Ankara, bu örgütün Irak'a ilerlediğini nasıl görmedi? Daha geçen hafta Türk başkonsolosuna saldırı haberleri gazetelerde yer alırken Irak'taki Türk çıkarlarına IŞİD'in tehlike oluşturduğunu nasıl öngöremedi?” Türkiye, yumuşak güçle desteklenmeyen askeri caydırıcılık üzerinden ve de kendince kurnazca yürüttüğü politikalar yüzünden komşularla yeniden hasmane ilişkiler içine girdi, yalnızlaştı, işbirliği yapabileceği ülke kalmadı.